Bilinç İçin Bir Rol (original) (raw)
Related papers
Beytulhikme : An International Journal of Philosophy, 2022
First-order theories of consciousness and higher-order theories of consciousness are rivals in the studies of consciousness and provide different explanations concerning the consciousness of a mental state. First-order theories defend that it is not possible to be unconsciously conscious whereas higher-order theories argue that it is possible. In this paper, I discuss these differences to see if there is indeed a deep disagreement or if the disagreement is merely a verbal dispute and thereby see if the two theories can be reconciled. In doing so, I also explain what it means to be unconsciously conscious granted that it is possible.
Adnan Oktar (Harun Yahya) Evrim teorisi, İngiliz doğabilimci Charles Darwin tarafından 19. yüzyılın ortalarında ileri sürüldü. O dönemin bugüne kıyasla en belirgin özelliği ise, bilim ve teknoloji düzeyinin son derece geri olmasıydı. 19. yüzyılın bilim adamları basit laboratuvarlarda, oldukça ilkel araçlarla çalışıyordu. Kullandıkları araçlarla bakterilerin dahi varlığını görmeleri mümkün değildi. Dahası, Ortaçağ'dan beri süregelen pek çok batıl inanış, bilim adamlarını hala etkisi altında tutuyordu. Bu batıl inanışların biri, canlılığın temelde basit bir yapıya sahip olduğu düşüncesiydi. Eski Yunan düşünürü Aristo'ya kadar uzanan bu inanışa göre, canlılık bazı cansız maddelerin ıslak bir ortamda tesadüfen yanyana gelmeleriyle kendiliğinden başlayabiliyordu. Darwin, teorisini geliştirirken bu inanışa, yani canlılığın temelde basit bir yapıya sahip olduğu düşüncesine dayandı. Darwin'in teorisini benimseyen ve savunan diğer biyologlar da aynı şekilde düşündü. Örneğin Darwinizm'in Almanya'daki en büyük destekçisi olan Earnst Haeckel, o dönemin mikroskoplarında sadece koyu bir leke gibi görünen canlı hücrenin çok basit bir yapıya sahip olduğunu düşünüyordu. Hatta bir yazısında hücre için açıkça "jöle dolu basit bir baloncuk" demişti. İşte evrim teorisi, bu ve benzeri varsayımlar üzerine kuruldu. Teoriyi ortaya atan Haeckel, Darwin ya da Huxley gibi isimler, canlılığın çok basit bir yapıya sahip olduğunu ve dolayısıyla bu basit yapının tesadüflerle kendi kendine oluşabileceğini düşünüyorlardı. Ancak, yanılıyorlardı. Darwin'den günümüze kadar geçen bir buçuk yüzyıl içinde, bilim ve teknolojide dev adımlar atıldı. Bilim adamları, Haeckel'in "jöle dolu basit bir baloncuk" dediği hücrenin gerçekte nasıl bir yapıya sahip olduğunu keşfettiler. Ve hücrenin hiç de önceden sanıldığı gibi basit olmadığını hayretle gördüler. Hücrenin içinde, Darwin zamanında hayal bile edilemeyecek kadar kompleks bir sistem olduğu ortaya çıktı. Ünlü bir moleküler biyolog olan Profesör Michael Denton, hücrenin nasıl bir yapıya sahip olduğunu anlatmak için şöyle bir benzetme yapar: "Moleküler biyoloji tarafından ortaya çıkarılan yaşam gerçeğini kavrayabilmek için, bir hücreyi yaklaşık bin milyon kez büyütmemiz gerekir. Bu durumda hücre, New York ya da Londra gibi büyük bir şehri kaplayacak boyutta dev bir uzay gemisine benzeyecektir. Hücrenin yakınına gelip onu incelediğimizde, üzerindeki milyonlarca küçük kapıyla karşılaşırız. Ve eğer bu kapıların herhangi birinden içeri girersek, olağanüstü bir teknoloji ve bizi şaşkınlığa düşürecek bir komplekslikle yüzyüze geliriz.." (Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s. 242) Bu kitapta da dev bir uzay gemisinden çok daha kompleks ve harika sistemlere sahip, minyatür bir şahaser olan hücredeki yaratılış mucizeleri tanıtılacaktır. Hücre içindeki organellerin ve hücrede üretilen enzimlerin, proteinlerin ve diğer tüm maddelerin, kendilerinden beklenmeyecek şuurlu hareketleri gözler önüne serilecektir. İnsan bedenindeki yaklaşık yüz trilyon hücrenin her birinde sergilenen üstün akıl ve bilgiyle ilgili örnekler anlatılacak; tüm bunların şuursuz tesadüflerin değil, Allah'ın eseri olduğu bir kez daha hatırlatılacaktır. Allah'ın yaratışının delilleri, O'nun üstün gücünün, aklının ve sanatının yansımaları aslında her yerdedir. İnsan gözünü nereye çevirse, Allah'ın yaratışı ile karşılaşır ve O'nu yücelterek tesbih eder. Bu kitapta özellikle hücre üzerinde durulmasının nedenlerinden biri canlılığın tesadüfen oluştuğunu iddia ederek, Allah'ı inkar edenlere gerçekleri bir kez daha göstermektir. Canlılık, tesadüfen oluşamayacak kadar kompleks ve detaylı özelliklere sahiptir, üstün bir Akıl ve Güç tarafından yaratıldığı apaçıktır. Bu kitabın bir diğer amacı da Allah'ın yaratışındaki üstünlüğü anlatarak O'nun yüceliğini tesbih etmektir.
Bilinç Kanıtı / The Argument from Consciousness, 2021
Farkındalık üzerine bir yaklaşım
2018
İnsanlar her gün çay veya kahve yudumlarlar, çocuklarını kucaklarına alırlar, özellikle Yenidoğan Yoğun Bakımda ufak bebekleri yaşatmaya çalışırlar, bu bir seferlik ve kısa sürede olmayıp, haftalarca, aylarca sürmesi ile bir yeknesaklık gelişir. Bir farklı ortam, durum ve tat ile birden kendilerine gelirler. Bu sevdikleri ve algıladıkları güzellik ve iyilik değildir. Hemen algıları onları bildik boyuta çeker ve farkındalık gelişir. Bu durumda daha çok bağlanır boyuta gelirler. Engelliler gibi, Yenidoğan Yoğun Bakında olan elemanların en büyük güçleri ve kozları insanlık, etik ilkelerdir. Gücü; akıl, beceri yanında gönüllerinden de almaktadırlar. izin bir yaşamınız vardır ve sıklıkla da tenkit ötesi, keşke demek daha sık oluşmaya başlar. Birden bir yere gittiğinizde, gezmek için değil, orada yaşamak için giderseniz, bazı şeyler size batmaya başlar. Bu size eski mevcut, her gün sahip olduğunuz şeylerin kıymetini size daha çok anımsatır ve özler, hasret duyarak, koşarak gelirsiniz. Bunun örnekleri oldukça fazladır, burada bazı açılardan ele almak yerinde olacaktır. Özet Farkındalık üzerine bir yaklaşım Amaç: Yenidoğan Yoğun Bakımda yatan ve izlenen prematüreler gibi engelli olan ailelerin sağlık yaklaşımlarının ötesinde, sağlık elemanlarının, eksiksiz ve tümü tarafından çocuklarının birer hasta gibi değil, insan yavrusu olarak bakılması ve sevilmesi istenir. Bu nedenle farkındalık algısı üzerinde irdeleme yapılacaktır. Dayanaklar/Kaynaklar: Wikipedia temelinde farkındalık parametrelerinden söz edilmektedir.
Kulluk Bilinci İnşasında Dua Değerinin Rolü
Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Bu makale, en az iki hakem tarafından incelendi ve intihal içermediği teyit edildi. / This article has been reviewed by at least two referees and scanned via a plagiarism software. http://dergipark.gov.tr/omuifd
Bir Anımsama Çabası Olarak "Bilincin Bağrına Bastırmak"
Psikeart, 2021
Bastırma düzeneği Freud'un kuramının belki de merkezinde işleyen ve tüm kuramsal yükü kendi etrafında düzenleyen ana unsurlardan birisidir. Bu kuramın çatısının çatılmaya başladığı ilk günlerden bu yana anımsamak ve unutmak klinik ve kuramsal çalışmanın ilgi odağı olmuştu. Freud ünlü "Histeri Üzerine Çalışmalar (1895)" metninde histeriklerin unutamadıkları için hastalandığını öne sürmekteydi. Tabi bu yaklaşım hem kendi döneminin hâkim kuramlarından hem de günümüzün yaygın anlayışından farklıdır. Freud'un bu metinleri ele aldığı dönemde ilgi konusu olan "histeri" kavramı günümüzde pek çok farklı ruhsal kavramla kesişen özellikler taşımaktadır, birçok yazarın ortaklaştığı nokta da bu hastaların travma öyküleridir. Travmatik deneyim sonrası gelişen ruhsal sorunlara ilişkin sorun ilk bakışta hatırlanmıyor olması gibidir, bu yüzden Freud'un pek çok dönemdaşı hastayı telkin altında iken travmatik odağa doğru bir keşfe zorlamış ve iyileştirme uğraşını buradan yürütmüştür. Freud'un "Histeri Üzerine Çalışmalar"da sunduğu olgulara bakılırsa bu hastaların da çoğu geçmişlerinde bazı karanlık anları yeniden hatırlamaktadır ancak Freud'un fark ettiği üzere aslında bu hastaların tüm anlatısı ya da yaşayışı bu bastırılan parçanın çevresine kurulmuştur. Slavoj Zizek bu durumu düz metal bir levha üzerinden örnekler; bu düz levhaya çekiçle vurulduğunda, darbenin etkisiyle gelişen çukur yatay düzlemdeki levha yüzeyine paralel bakan bir göz tarafından fark edilmeyecektir ama levha üzerine bırakılan küçük bir bilye bu görünmez darbeye doğru hareket edecektir. Aslında Freud'un getirdiği bakış açısıyla baktığımızda bu anılar hakkıyla bastırılamadığı için sistem bir göçük oluşturmaktadır ve orada ilk bakışta görünmeyen şey aslında tüm ağırlığıyla sistemin içerisinde kalmaktadır. Oysa bastırma düzeneğinin daha akıcı çalıştığı durumlarda bir anı parçasının unutulması mümkün olacaktır. Unutmak yeniden hatırlamayı da mümkün kılar yani paradoksal bir ifadeyle söylersek anımsanamayan, geri çağrılamayan yaşantılar aslında unutulamamış da olacaktır. "Hatırlamıyorum, unutmuşum" ifadesi "hatırlayamıyorum demek ki unutamamışım" olarak söylenebilir. Dolayısıyla her yeniden belleklendirme çalışması ya da anımsamak için verilen her uğraş aslında unutmayı da mümkün kılacaktır. Bu anlamda hatırlayabilme özgürleştikçe unutmak ve bugüne odaklanmak da mümkün olacaktır. Başka bir deyişle unutma-hatırlama aksının rahatlığı daha iyi bir dış gerçeklik algısına da izin verecektir. Anımsamanın önündeki her engel ruhsal enerjinin önemli bir oranının bu aksa harcanmasına sebep olacaktır, olanca karmaşasıyla orada bekleyen bugünün dış gerçekliği kendisini algılar yoluyla dayatmaktadır ve bireyin gündelik yaşamına devam edebilmesi ancak bu uyaran bombardımanı üzerinde ruhsal bir emek göstermesi ile mümkün olacaktır.
İbn Sina ve Descartes'ta Bilinç
Disiplinlerarası Sosyal Bilimler Dergisi, 2023
Bu çalışma, İbn Sina ile Descartes’ın bilinç hakkındaki görüşle-rinin karşılaştırmalı bir analizini içermektedir. İbn Sina, insani nef-sin özsel niteliği olarak gördüğü primitif bilincin bilfiil; akıl vasıta-sıyla ulaşılan reflektif bilincin ise bilkuvve olduğunu düşünmekte-dir. Descartes ise İbn Sina’nın primitif bilinç adını verdiği bilinç tü-rünü reddetmekte ve yalnızca reflektif bilinci kabul etmektedir. O, zihin ve beden arasında keskin bir ayrım yapmakta; bilinci düşün-ce ile özdeşleştirmekte ve onu zihne has kılmaktadır. İbn Sina, nefs-leri bedenlerinden mufarık olmadıkları halde, duyumsadıkları sü-rece hayvanların da bilinçli olduklarını savunmakta; Descartes ise düşünceden yoksun olmaları gerekçesiyle hayvanları bilinç-siz/mekanik robotlar mesabesinde görmektedir. Bu da bilinç için bedenden mufarık bir nefsin varlığını şart koşmayan İbn Sina’ya karşılık Descartes’ın tam tersi bir düşünceyi savunduğunu, yani bi-linç için bedenin değil, yalnızca zihnin varlığını gerekli gördüğünü göstermektedir. This study includes a comparative analysis of Avicenna's and Descartes' views on consciousness. Avicenna thinks that the primitive consciousness, which he describes as the essential quality of the human soul, is actual, and the reflective consciousness, which is reached through the mind, is potential. Descartes, on the other hand, rejects the type of consciousness that Ibn Sina calls primitive consciousness and accepts only reflective consciousness. He makes a sharp distinction between mind and body; It identifies consciousness with thought and makes it specific to the mind. Avi-cenna argues that animals are conscious as long as they sense, even though their souls are not separate from their bodies, while Descar-tes regards animals as unconscious/mechanical robots on the gro-unds that they lack thought. This shows that Descartes, in contrast to Avicenna, who did not stipulate the existence of a disembodied soul for consciousness, advocated the opposite idea, that he consi-dered only the existence of the mind necessary for consciousness, not the body.
BİLME VE ANLAMANIN ANLAMI ÜZERİNE BİR DERKENAR
Birey ve toplum, 2019
İnsan bilmek isteyen bir varlıktır. İnsan bilmek istiyorsa istediği şey, henüz bilmediği bir şey olmalıdır. Öte yandan bilmek istediği şeyi de bilmesi icap etmez mi? Aksi takdirde bilmediği bir şeyi niye istesin? Yoksa bu cümleler dilin ve gramerin kuralları çerçevesinde anlaşılmaktan uzak mı? Anlaşılmak ne demek? Bütün bu cümleleri kuran özne anlaşılamayan ve dolayısıyla anlamadığı şeyleri mi ifade ediyor? Anlamadığı şeyleri ifade etmesi mümkün müdür? Acaba “insan merak eden bir varlıktır” demek mi istiyoruz? O halde insan neyi, niçin merak eder? Merakın nesnesi de bilinmek istenen, anlaşılmak istenen şeyden farklı mıdır? Acaba bir şeyi bildiğimizi nasıl anlarız? Anlamak ve bilmek farklı şeyler midir? Bir şeyi anladığımızda o şeyi bilmiş olmuyor muyuz? Görüldüğü üzere bu minvaldeki sorular ve bu çerçevede yapılabilecek tartışmalar uzar gider. İşte bu çalışma, bu tartışmalara öznel bir perspektiften dâhil olma amacıyla kaleme alınmıştır