Sömürgeci̇ İspanyol Ameri̇kasi’Nda Ari̇stotelesçi̇ Doğal Köle Kavrami (original) (raw)
Related papers
ÖZET Rönesans'ta İspanyol bilginleri nazarında Aristoteles'in konumu oldukça yüksektir. Dolayısıyla onun doğal köle kavramı, Amerika kıtasında karşılaşılan yerli halkların statüsüne ilişkin entelektüel tartışmaların çerçevesini belirlemiştir. Sözkonusu kavram, kölelik olgusunun toplumun tam işlevselliği için gerekli olduğuna inanan Antik Atina'nın köleci toplumu bağlamında geliştirilmiştir. Öte yandan Aristoteles'in doğal köle kavramı her halükarda bir belirsizlik de içermektedir. St. Thomas Aquinas zamanında Aristotelesçiliğin yeniden doğuşuyla birlikte bir kez daha önem kazanan kavram, St. Augustine'e göre erken Kilise'de geçerli değildir, ancak Rönesans'ta Aristotelesçilik etkisinin yükselmeye devam etmesiyle birlikte İspanyol düşünürleri arasında çok önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. Çalışmada, onların doğal köleler olduklarını ileri sürenlerle, bu tavrı reddeden ancak eğitim yoluyla bilişsel yetilerinin iyileştirilebileceğini savunanlar olmak üzere iki tarafın tartışma konusu olan köleleştirilen yerli Amerikalıların durumu incelenecektir. Las Casas, ikinci gruba girmekte, aynı zamanda Aristotelyen doğal köle kavramını tamamıyla reddetmektedir. ABSTRACT This paper demonstrates that due to the great status of Aristotle among the Spanish scholars in the Renaissance, his concept of the natural slave framed the debate in which these intellectuals dealt with the newly encountered native peoples of the Americas. It first reveals that this concept was developed within the context of the slaveholding society of ancient Athens, where slavery was regarded as a requisite for that proper functioning of that society. It also shows that the concept itself is an ambiguous one. The paper then demonstrates, mainly through the writings of St Augustine, that in the early Church the concept fell into abeyance before being brought back into significance in the time of St Thomas Aquinas with the rebirth of interest in Aristotle. It then shows that with the influence of Aristotle continuing to rise into the Renaissance, the concept of the natural slave became one of great importance, including amongst the aforementioned Spanish scholars. It next reveals how the status of the newly encountered native Americans, who were being enslaved, was debated in terms of the natural slave, with one side taking the view that the native Americans were indeed natural slaves, whilst the other denying that this was the case, although advocating education to improve the reasoning ability of these peoples. Lastly, it shows that Las Casas belonged to the latter side, whilst also rejecting the concept of the natural slave altogether.
Route Educational and Social Science Journal, 2018
Aristotle is a philosopher who has marked the science of world with his controversial ideas more than 2000 years. The philosopher, who Dante called as "the Master of Sciences" and Thomas Aquinas named as "Philosophe", was the "First Teacher" (Muallim-i evvel) according to Islamic philosophers. Aristotle, I name him as "the Lord of Sciences", regards that slavery is natural and innate. According to Aristotle, those who use their body for physical deeds and are not accepted to accomplish better things are slave by nature. The nature has created free man superior with regards to his virtues. Those who are superior with regards to the virtues have abilities to rule and guide. However, slaves act and work in accordance with the orders which they take from their masters. The main dynamic which is enactor for physical force of the slave is the master's ruling and guiding abilities. Without the masters guidance the slaves can't fulfill anything. In the continuance of daily life of the free man and citizens, the slaves provide a contribution that match with the one that comes from domestic animals. Just as domestic animals serves free man by obeying, the slaves do the same thing too. The slaves which has deprived of the reasoning ability live dependent to free man who possesses reasoning ability. The slaves don't belong to themselves because of their natures, but they belong to another person means that they are alive properties. According to Aristotle there are two categories of slavery: the natural and the legitimate ones. The natural slavery is different from the legitimate one, because it has not been emerged as a result of inequality in social and/or class statues differences which mean that it is a matter of human being nature and genesis.
Avrupa Düşüncesinin Talî Unsurları: Kölelik ve Sömürgecilik
İnsan & Toplum, 3(6), 87-106., 2013
Bu yazıda, Avrupamerkezli tarih anlatılarının nasıl bir susturma, yok sayma mekanizması olduğunu anlatılıyor. Fransız Devrimi’nden Haiti’deki plantasyonlara, Avrupalı felsefecilerin sömürgecilik karşısındaki tavırlarından Karl Marx’ın tarih anlayışına uzanan farklı güzergâhlar takip ediliyor. Birbiriyle alakasızmış gibi duran bütün bu hikâyelerin ortak noktası şu: Tarih, belirli bir öznenin etrafında, yani belirli bir failin yapıp-ettikleri olarak anlatıldığı müddetçe birtakım yerler, zamanlar ve insanlar, hikâyenin dipnotu olarak kalmaya mahkûm kalırlar. Varlıkları yoklukları ana hikâyeye etki etmez. Daha doğrusu, aynı hikâye bu diğer coğrafya ve insanlar olmasa da aynı şekilde anlatılabilir. Ancak, bu yazıda, sorunun sadece Avrupamerkezcilikten kaynaklanmadığı, tarihyazımının daha kapsamlı bir eleştirisine ihtiyaç duyduğumuz iddiası savunuluyor. Avrupamerkezciliğe getirilen pek çok eleştirinin de ister istemez benzer tuzaklara düştüğü, yani tarihi (Avrupa değilse de) yine bir merkez çevresinde konumlandırdığı gösteriliyor. Yazının temel gayesi, tarihin kayda değmeyen unsurları olarak es geçilen mekânlar/insanlar hakkında düşünmek; bu sayede Avrupa ve Avrupa tarihi gibi kavramları bir daha tartışmak.
Ari̇stoteles, Devlet, Köleler Ve Vatandaşlik
Karadeniz Uluslararası Bilimsel Dergi
Aristoteles köleliğin doğadan ve doğuştan olduğunu, siyasi statü veya toplumsal eşitsizlik neticesinde sonradan ortaya çıkmadığını savunur. Köleliği doğadan kölelik ve yasal kölelik şeklinde iki farklı kategoride ele alan Aristoteles'e göre doğadan köle olanların sonradan özgürleşmesi veya azat edilmesi mümkün değildir. Doğadan köle, doğası gereği, diğer bir deyimle yaradılışı itibariyle köledir. Kişinin azat edilmesi, özgürlüğünü kazanması veya statüsünün sonradan değişmesi, kölelik niteliğini ortadan kaldıramaz. Zira köle olan, her zaman, her yerde ve her durumda köledir, ancak kimileri hiçbir durumda ve hiçbir yerde köle olamazlar. Aristoteles'e göre kimi insanların yönetmesi, buna karşılık kimi insanların da yönetilmesi doğuştan ve doğadandır. Doğa insanları entelektüel kapasite ve fiziksel güç açısından farklı yaratmıştır. İnsanlar entelektüel kapasite ve fiziksel güç olarak farklı olduklarından, bazıları doğa tarafından efendi, bazıları ise köle olarak tasarlanmıştır. Yüksek bir entelektüel kapasite bağışlanmış olanlar emir vermek içindir; daha az akıl ve sağduyuya sahip olup vücut açısından güçlü olanlar ise sadece emirleri yerine getirmek için uygundur. Aristoteles'e göre devlet faydacı (utilitarian) bir zeminde kurulduğu için kölelik hak ve doğaldır. Bir devlet yapılanmasında köleler hizmet edip üretime katılarak katkı sağlarken, özgür vatandaşlar yönetim işlerine katılıp kamu yararına çalışırlar. Aristoteles'e göre devletin vatandaşı olabilmenin en önemli şartı kamu yararına olan bir işte çalışıp yönetime katılmaktır. Vatandaşlığı oldukça ayrıcalıklı bir statü olarak değerlendiren Aristoteles köleler, işçiler, çiftçileri, kadınlar ve zanaatkârları vatandaş olarak kabul etmez.
Ari̇stoteles’Te Takli̇t Ve Katharsi̇s Açisindan Tragedya
2018
Aristoteles Poietika eserinde tragedyaya iliskin ayrintili bir sorusturmaya girismektedir. Aristoteles’e gore sanat taklit ile baglantilidir ve taklit sanatlarinin en onemlisi tragedyadir. Tragedya, yasamin kendisindeki trajik seyleri sanat dolayimiyla yaratir ve onlarin taklidini gerceklestirir. Olay orgusu, soylu eylemlerin taklidini amaclayan tragedyanin ozudur. Tragedyada hedef trajik etki uyandirarak acima ve korku gibi duygulardan arinmadir. Bu acidan tragedyayi temsil eden oyunlar ciddi olaylari taklit etmelidir. Boylece seyirci oyunun icerisine katilir ve nihayetinde katharsise/ruhsal arinmaya ulasir. Aristoteles tragedyada olay orgusune veya eylemlere, karaktere gore daha oncelik verir. Bu da Aristoteles’in Kant gibi estetik bilinci one cikaran kimi modern estetikcilerinden en onemli farkini olusturur. Nitekim cagdas bir Aristotelesci olarak Gadamer, Kantci estetigin oznelci yonunu kritik etmis ve Aristoteles’e donmeyi gerekli gormustur. Dahasi cagdas donemde olayorgusu bag...
Yeni Bir Ahlaki Doğalcılık Türü Olarak Cornell Realizm
Beytulhikme, 2018
Cornell realism is a new type of moral naturalism which emerged at 1980’s. What makes this view distinctive is it’s suggesting moral properties to be sui generis natural properties which are neither reducible to nor analyzable in terms of other natural properties. Accordingly, Cornell realists defended that morality should be considered as an independent discipline such as sociology or psychology which also has its own concepts. Additionally, Cornell realists not only formulated a new type of moral naturalism, but they also made a defence of moral realism, claiming that best explanation of our moral judgments is the very existence of moral properties. Besides these, Cornell realism -as a naturalist theory- bears the philosophical weaknesses of metaphysical naturalism and is not sufficient to explain certain functions of morality, the most important being normativity.
Antik Çağın Tragedyası: Köle Realitesi(Sunum Metni)
Tragedya, insanoğlunun duygularına hitap eder. Onları kullanır ve onları eserinin öznesi yapar. Nitekim I.A Richards'ın şu sözü kayda değerdir: "Trajik değer tepkimeler açısından spesifik bir karakter göstermez ve çoklu haldedir. Tragedya'da, Katharsis'i yaratan dengeler arasındaki ilişkiler çok çeşitli olabilir ve bunlar arasındaki ilişkinin doğru sağlanması halinde gerçekleşebilir. Bu denge ise nesnenin –tragedyanın- kendisinde bulunmayandır; ama ona verilecek olan tepkinin doğasından kaynaklanır. Tragedyaya bir tepki verilmesi elbette onun doğasında vardır; ama trajik yapı dediğimiz şey nesnenin değil, onu izleyen seyircinin vereceği tepkide gizlidir". Elbette Richards'ın sözü bizi tragedyanın doğasına ulaştırma konusunda önemli bir ipucudur. Fakat, onun doğasını idrak etme bakımından yetersizdir. Nitekim tragedya, kahramanların dues ex machina ile neticelenen serüvenlerinin çok ötesinde, toplumun realitesinde saklıdır. O realite ki; antik çağ ile, düzenli yaşama geçiş ile, sınıflı toplumların ortaya çıkışı ile başlamış ve insanlık tarihini şekillendirmede en önemli unsur olarak ismini yazdırmıştır. Mamafih tüm bunlara karşılık trajik yapıyı, seyircinin gösterdiği tepki olan tepkisizlik şekillendirmiştir. Tepkisizlikten kastımız, süresiz bir sessizlikten ibaret değildir. Seyircinin rahatsız kımıldanmalarına, ani itiraz çığlıklarına ve bunların tragedyayla bütünleşmesine kaçınılmaz olarak rastlanmıştır. Sorunsalı teşkil eden husus, belirtilen unsurların iz bırakıcı olmasına rağmen, sürekliliğe ulaşmada ve tragedyanın muhteviyatına hükmetmeye, diğer bir deyişle onun doğasını değiştirmeye yönelik çabalarına rağmen, maksadına ulaşamamasıdır. Ve bu hüsran, tekrar tepkinin niteliğini tepkisizliğe itmiş, tragedya bir sonraki döngüye kadar, süreli olması muktedir varlığını garanti altına almıştır. Fakat, bu sunumumuzda ele alacağımız konu, sorunsalın nedeni değil; ölümü seçme haricinde yaşamına dair söz hakkı olmayan, buna karşılık üstlerinde bir Olimpos'lulardan daha gözle görülür kudrete sahip efendisine biat etmekle yaşama tutunmayı seçen yığınların rahatsız kımıldanmaları ve ani itiraz çığlıklarının ta kendisidir. Ama öncesinde, köleliğin hangi süreçte, hangi koşulların gereğince var olduğunu, var olmaya devam ettiğini, bununla birlikte, az da olsa sosyal haklara sahip olduğu ve olmadığı kültürleri incelemek gerekir. Nitekim bir kölenin gözünden bakmaya çalışmak, onun sahip olduğu hayatı anlamak için ilk adımdır.
Katolik İspanyol İktidarında Endülüs Müslü-manları’nın Kimlik Mücadelesi: Moriskolar Örneği
MİLEL VE NİHAL inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi, 2016
The Catholic Spanish Government in the 16th century introduced a special education program in schools and churches for Andalusian Muslims (Moors) to give them a new identity. This program was carried out within the legal framework and was announced through royal edicts and was later used as a tool by the Courts of the Inquisition for the pursuit, detention and punishment of Moors. Both the individual and social space for Andalusian Muslims was in the process of elimination for this reason. Muslims have tried "not to forget" their Islamic rituals, which are became part of their identity, and carefully refrained from eating pork, drinking wine and showing respect to Christian clerics, as these were signs of Christianity. In this context, in our article, the Catholic Power used methods and applied tools to ensure his power, are evaluated in the light of one of postmodern theorists Michel Foucault's conceptualizations. It's brought to light some examples about Moors, which resist to compulsions and seek to protect their identity.
Türk Halk Şi̇i̇ri̇nde Toplumsal Doğalarin Trajedi̇si̇: ‘Çi̇tleme Ağitlari’
2018
Insan-doga iliskilerinin temel yonlerinden biri insanlarin sosyoekololojik kayiplara verdikleri duygusal ve siirsel tepkilerdir. Bu calisma Turk halk cevreciliginde toprak ve su gibi musterek varliklari bir yandan devletin veya ozel sirketlerin citlemesi sonucu, diger yandan da kuresel endustriyel kapitalizmin yayilmasinin dayattigi ekolojik talan ve yikima karsi, yok edilen toplumsal dogalar icin yazilan ekosiirle, ‘citleme agitlariyla’ ilgilidir. Edebiyatta, acinin evrensel dili agit, bir olumun ardindan duyulan huznu ifade etmek icin yazilan kayip ve yas siiridir. Citleme agitlari ise, belli bir mekânin-doganin ve insaninin uzerinde citlemelerin yarattigi sosyoekolojik yikimlara yonelik ofke ve tesellisi olmayan bir kayip hissinin birlestigi bir agit tarzi, bir grup toplumsal protesto ve matem siirileridir. Citleme, hem topluma hem de dogaya yonelik ozel bir tehdidi temsil eder ve citleme agitlari, turunun ozelligi geregi halk siirinde sosyoekolojik duyarliligi en fazla ve farkin...
İspanya’Da Mi̇lli̇yetçi̇li̇k Ve Tari̇hî Roman
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi
Edebiyat, milliyetçi mitlerin yaratılmasında temel "araç" olarak kullanılmıştır. XIX. yüzyıldaki liberal milliyetçiler, mutlakiyetçi monarşilerin lehine kullanılmış olan bütün kültürleri sahiplenerek kendi kanonlarını oluşturmuşlar ve bunlara yeni bir anlam kazandırmışlardır. Aynı zamanda, onların savundukları ideolojinin temel alınması suretiyle yaratılan yeni eserlerin ortaya çıkmasını da desteklemişlerdir. Romantizm hareketi, edebiyat ile milliyetçiliğin birleştirilmesine en büyük katkıda bulunan etkenlerden biri olmuştur. Roman, çok geçmeden, devletin savunduğu milliyetçiliğin en güzel sanatsal ifadesine dönüşmüş ve büyüyen nüfusun arasında gittikçe yayılan en basit bir araç haline gelmiştir. Öte yandan, Tarih ile Edebiyat arasında Eski Çağlardan beri çok derin bir ilişki bulunmaktadır. Bu anlamda, XIX. yüzyıldaki tarihî romanlar bu ilişkiye bir yenilik getirmiş, ama aynı zamanda okuyuculara ulusların geçmişlerini hoş bir biçimde tanıtacak yepyeni bir sanat biçimi olmaya özenmiştir. Bunların amacı, yalnızca şahıslara ya da tarihlere bağlanmadan, gerçeklere benzerlik ile eğlendirme unsurunu birbirine katarak, tarihe karşı bir ilgi uyandırmak olmuştur.