AVRUPALI RESSAMLARIN GÖZÜNDEN TÜRK-OSMANLI KADINLARI (original) (raw)

OSMANLI KADI SİCİLLERİ HAKKINDA BİR DERLEME

Tarih boyunca İslam devletlerinde adalet işlerine çok önem verilmiş ve kadıların yetkisinde olup mahkemelerde görülen bütün işler ve alınan kararlar özel defterlere işlenmiştir. İslam geleneğini Osmanlı Devleti de devam ettirmiştir. Osmanlı Devleti'ne ait olan belgelerden şer'iyye sicili veya kadı sicili Osmanlı şehirlerinin adli teşkilatının temelinde yer alan Kadılar tarafından tutulan ve mahkeme tutanakları olarak bilinen bu belgeler Osmanlı toplumunun, siyasi, ekonomik, askerî ve kültürel yapısının ortaya konmasında önemli bir kaynaktır. Osmanlı adlî teşkilatının uygulayıcısı olan kadılar; bulundukları yerin hâkimi, belediye başkanı, emniyet âmiri, mülkî âmiri ve halkın her konuda müracaat edebileceği sosyal güvenlik makamıydı. Tarihimiz, özellikle şehir tarihleri bakımından bu belgeler oldukça önemlidir. Bu belgeler içinde bizzat kadılar tarafından yazılan hüccet, ilâm, maruz ve mürase bulunmaktadır. Ayrıca merkezden ve diğer yerlerden kadıya gönderilen ferman, berat, buyruldu, tezkire ve temessük bulunmaktadır. Kadı sicilleri ayrıca Osmanlı hukuk sistemi ve Osmanlı şehirlerindeki yaşamlarla ilgili birçok bilgiyi araştırmacılara kaynak olarak sunmaktadır. Bundan dolayıdır ki Osmanlı tarihi üzerine yapılan araştırmalarda yoğun olarak başvurulan kaynakların başında gelmektedir.

OSMANLI MAHKEMELERİNDE KADIN

Osmanlı İmparatorluğu, kuruluşundan yıkılışına kadar sınırların genişlemesi ve değişen şartlara bağlı olarak temelde İslâm hukukuna dayanan, ancak " şeriatı aşan " 1 kendine özgü bir hukuk sistemi oluşturmuştur. Osmanlı hukuk sisteminde, İslâm hukuku denilen " şer'i hukuk " ve padişahın İslâm hukukunun kendine tanıdığı yetkiyi kullanarak belirlediği emir ve yasaklardan oluşan, ayrı bir kol olarak gelişen " örfi hukuk " hükümleri geçerli olmuştur. Örfi hukuk, sadece Osmanlı Devleti'ne has bir uygulama olmayıp diğer İslâm devletlerinde de var olan bir alandır. Padişahların emir ve fermanlarından meydana gelen ve şer'i hukuka aykırı olmayan kararlar örfi hukuk alanın gelişmesine, bu iki unsurun içiçe geçmesine sebep olmuştur. Özellikle devletin yayıldığı geniş coğrafya, hakimiyetindeki farklı milletler ve zaman dikkate alındığında hukuk alanında pek çok farklı uygulamanın ortaya çıktığı görülmektedir. Bu çalışmada/araştırmada Osmanlı hukuk sisteminde kadın-hukuk etkileşimin konusunda XVI. yüzyıl şer'iye sicillerine dayalı bir çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. HUKUK KARŞISINDA KADININ YERİ Kadınların hukuki haklarını kullanmalarının en somut örneği mahkemelere müracaat hakkıdır. Osmanlı kadınları tıpkı erkekler gibi haksızlığa maruz kaldıklarında şikayetlerini devletin hukuki temsilcilerine başvurmuşlardır. Davalı ve davacı olarak yer aldıkları mahkemede şahsen ya da vekilleri vasıtasıyla sözlü olarak durumlarını ifade etmişlerdir.Ayrıca hemcinslerini ilgilendiren iddet, hamilelik, doğum v.b konularda şahit ya da bilirkişi olmuşlardır. 2 Osmanlı Anadolusu'nda yaşayan gayri müslim kadınlar kendi mezhep ve cemaatlerine ait mahkemeler olmasına rağmen, kimi zaman şer'i mahkemelerden müslüman kadınların hukuki haklarını kullandıkları ölçüde yararlanmışlardır. 3 Mahkemede kimlik tespiti yapılırken, öncelikle kadınların yaşadıkları şehir, kasaba, köy ve mahalle belirtilmektedir. Ardından baba adı yanında evli olanlar eşlerinin isimleri ile sicillerde tanımlanmışlardır. " Raziye binti Muhyiddin Halife nam hatun " , 1 Halil İnalcık, " Osmanlı Hukukuna Giriş " , AÜSBFD, c. XIII, 1958, s.102 2 " Ankara'da Mirahur (İmrahor) Deresinde değirmen işleten Akbaba bin Minnet'in eşi Firdevs binti Yusuf adlı hatunun bıçakla vurulub yaralanmasının mahkemeye yansıması sonucunda Firdevs'in durumunu tesbit için " bi-garaz hatunlar " keşfe gitmişlerdir. Firdevs'in sol koltuğundan ve bir sol yanının arkasından ve sol ayağı baldırında dört yerden bıçakla yaralandığı tespit edilmiştir. Firdevs, " zevcim olan Akbaba bana vurdu, başka kimseden dava ve nizam yokdur " demiştir. 4 nolu AŞS, vs. 424. 3 " Zimmi hatunun eşi adına borca kefil olması " 3 nolu AŞS, vs.101: " Gazâl kızı Hanağa ile Bekâr adındaki zimmi çiftlerin boşandıklarına dair hüccet " , 1 nolu AŞS, vs.1036: " Zimmi Şems kızı Meryem'in ZimmiYakob oğlu Yakob'da 30 altın alacağı olduğuna dair mahkeme kaydı. 2 nolu AŞS, vs. 87: Miras intikali için, 3 nolu AŞS, vs. 938. ; Kayseri'de gayrimüslim Umur Bey'in terekesi şer'i hükümlere göre taksim edilmiştir. Eşi ve kızları İslam hukukuna uygun olarak mirastan pay almışlardır. 3 nolu KAŞS, vs. 83. Şer'iye Sicilleri,

OSMANLI TÜRKÇESİ OKÇULUK TERİMLERİNE BİR BAKIŞ

Verba tene, res sequenter; Rem tene, verba sequenter *** Öz: Osmanlı Türkçesi okçuluk yazmaları üzerine çeşitli seviyelerde çalışmalar yapılmaktadır. Bunları, terminoloji odaklı incelediğimizde birçok kelimenin yanlış yorumlandığını tespit ettik. Özellikle yazmalardaki imlânın güçlüğü, dikkatsizce ve bağlamdan kopuk okumaların yapılması birçok terimin, yanlış değerlendirilmesine sebep olmuştur. Bu yazımızda, tespit ettiğimiz çeşitli okuma ve anlamlandırma sorunlarına değinip çeşitli düzeltme önerilerinde bulunacağız. Bu vesileyle Osmanlıca metin yayımlarının en azından yayımda esas alınan yazmanın kendisiyle mukayese edilmeden kullanılmasının güvenilir bir yol olmadığına ve hataların tekrarına sebep olduğuna dikkat çekeceğiz.

OSMANLI ŞEYHÜLİSLÂMLARININ FETVA KİTAPLARINDA ve İSTANBUL KADI SİCİLLERİNDE MEZBAHALAR

2018

Osmanlı Devleti, tarihi boyunca et üretimi ve tüketimi üzerinde dikkatle durmuş, etin arz miktarının ve kalitesinin kontrol edilmesini sağlamaya çalışmıştır. Hayvanların kesim faaliyetinin halk sağlığına tehdit oluşturmaması, çevre kirliliğine yol açmaması, et için belirlenen azâmi fiyatların (narh) aşılmaması, kesim işleminden devletçe tahsil olunan vergilerin kaçırılmaması gibi birçok nedenlerle gerek devlete bağlı (mirî) gerekse esnafa bağlı mezbahaneler açtırmıştır. Bu amaçlara yönelik olarak da çeşitli kanunnâmeler, nizamnâmeler, talimatnâmeler yayımlayarak düzenlemeler yapmıştır. İnsanların et ihtiyacını karşılamak üzere mezbahalar (salhânelerin), büyükbaş ve küçükbaş hayvanların kesildiği yerler olarak kesim işlemlerinin organizasyona dayalı ve denetim içinde yapıldığı tesislerdir. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethettikten sonra insan sağlığını ve çevre temizliğini koruma amacıyla açtığı mezbahaları şehrin dışında deniz kenarında yaptırmış ve şehrin içinde hayvan kesimini yasaklamıştır. Tanzimat sonrası süreçte ise Avrupa'da veteriner halk sağlığı alanında yaşan bilimsel gelişmeler devlet tarafından yakından takip edilmiş, çağın şartlarına uygun yeni modern mezbahalar açtırılmış, hayvanların herhangi bir hastalığı taşıyıp taşımadıklarının kontolleri sıkı bir şekilde takip edilerek tesbiti halinde hastalıklı hayvanlar karantina bölgelerine taşınmıştır.