Supraklaviküler Bölge Lezyonlarının Cerrahi Tedavisi (original) (raw)
Related papers
Çocuk Suprakondiler Humerus Kırıklarında Cerrahi Tedavi
Haseki Tıp Bülteni, 2014
Bu çalışmanın amacı pediatrik suprakondiler kırıkların sıklığını, artan yaşın cerrahi tedavi şekline ve kırık tespitinde kullanılan pin sayısına etkisini araştırmaktır. Yöntemler: Kliniğimizde opere edilmiş Gartland tip 2-3 suprakondiler humerus fraktürü olan 149 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar açık ya da kapalı redüksiyon ile tedavi edilenler olarak gruplandırıldı ve bu grupların hasta yaşı ile ilişkisi incelendi. Bulgular: Hastaların yaşı ve kullanılan toplam pin sayısı arasındaki ilişkiye bakıldığı zaman yaş arttıkça kullanılan pin sayısındaki artış anlamlı bulundu (p=0.000). Hastaların yaşındaki artış ile açık redüksiyona duyulan ihtiyaçta artış olduğu görüldü (p=0.005). Sonuç: Gartland tip 2 veya 3 suprakondiler humerus kırıklarında kapalı redüksiyon ve çapraz ya da lateral kondilden yollanan diverjan 2 adet Kirschner teli etkin bir tedavidir. Hasta yaşı arttıkça hem kapalı redüksiyon şansımız hem de 2 adet Kirschner teli ile yeterli stabilite elde etme şansımız azalmaktadır.
Kord Vokal Lezyonlarının Cerrahi Tedavisinde
Kord vokal lezyonlarının tedavisinde amaç doğru tanı koymak, hastalığı ortadan kaldırmak ve postoperatif dönemde normal bir ses elde etmektir. Geçen yüzyılın başıda Jackson'un direkt larengoskopiyi bulması, 1911'de Killian'ın suspansiyon lerengoskopisini keşfetmesiyle cerrahın ellerinin serbest kalmasını sağlaması, larenks cerrahisi ile uğraşan hekimler için büyük gelişmeler olmuştur. Hajek ve Reinke'nin larenks ödemini anlamaya çalışmaları ile başlayan larenks kompartmanlarının tanınması süreci, Pressman'ın 1950 lerde lenfatik drenajı görmek için yaptığı submukozal enjeksiyonlar ile gelişme göstermiş, ve 1978 yılında Kambic ilk kez superfisiyal lamina propria'ya serum vererek kord vokalin soyulmasının (strippingin) daha kolay gerçekleştirdiğini belirten kişi olmuştur (1).
Pterji̇yum Cerrahi̇ Tedavi̇si̇
Adıyaman Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 2019
Pterjium, konjonktivanın kornea üzerine fibrovasküler uzanım göstermesi ile karakterize, dejeneratif ve proliferatif bir oküler yüzey hastalığıdır. Pterjium cerrahi olarak çıkarılmasını gerektirebilecek neoplastik olmayan konjonktiva büyümeleridir. Pterjium eksizyondan sonra tekrarlayabilir. Pterjium tedavisinin asıl amacı tekrarlamadan kaçınmaktır, ancak komplikasyon oranları ve kozmetik sonuçlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Mevcut tekniklerin çokluğuna rağmen, en iyi prosedür konusunda fikir birliği yoktur. En iyi teknikler bile nüks ve komplikasyon riskini taşır. Bu çalışmamızda, güncel cerrahi kullanımda farklı cerrahi teknikler, greft tutturma yöntemleri ve adjuvan tedaviler tartışılmıştır. Ayrıca, önerilen bir tedavi olmadan önce daha fazla araştırma gerektiren yeni teknikler tartışılmıştır. Bu gözden geçirme, hipotez oluşturma konusunda araştırmacılara yardım etmek ve cerrahlara kararları hakkında bilgi vermek için mevcut araştırmaları gözden geçirmeyi amaçlamaktadır.
Servikal Lezyonlarin Patolojisi
Servikal skuamoz neoplazi basligi serviksin transformasyon zonunda ya da çevresinde olusan tüm skuamoz hücre degisimleri olarak özetlenebilir, çogu Human Papilloma Virus (HPV) enfeksiyonlarina baglidir. Serviksin pre-neoplastik lezyonlarinin siniflamasinda kullanilan birçok sistem olmasi ve kullanimda içiçe olmalari nedeniyle bunlarin bilinmesi günlük hayatta yararli olacaktir. Geçen zamanla birlikte siniflama sistemlerinin sayilari azalmis ve klinikte en kullanisli olanlar kalmistir. Bunlar içinde en son tariflenen Bethesda Sistemidir, bu sistem aslinda servikal sitolojik örnekler için gelistirilmis fakat halen histolojik tani için de kullanilmaktadir. Düsük gradeli skuamoz intraepitelyal lezyon (LSIL) kondilomlar› ve servi-kal intraepitelyal neoplazi (CIN) grade 1'i içerirken yüksek gradeli skuamoz intraepitelyal lezyon (HSIL) sinifinda ise CIN2 ve CIN3 yeralmaktadir. Di¤er bir siniflamaya gore ise CIN1 hafif displaziye, CIN2 orta siddette displaziye denk gelirken CIN3 ise sid...
Zenker Divertikülünün Cerrahi Tedavisi
ÖZET Amaç: Bu çalışmada Zenker divertikülü olan hastalarda divertikülek-tomi ve krikomiyotominin etkinliğini retrospektif olarak değerlendirme hedeflenmiştir. Gereç ve Yöntem: 1999-2005 yılları arasında başvuran ve cerrahi te-davi uygulanan 3 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların ikisi kadın, biri erkek ve yaş ortalaması 65 (53-74) idi. Vak'aların tü-münde preoperatif tanı yöntemi olarak özofagus pasaj grafisi ve endos-kopik tetkik uygulandı. Operasyon olarak tüm hastalara divertikülekto-mi ve myotomi uygulandı. Tüm hastalar Postoperarif 1 ve 6. aydalar arasında takip edildi ve postoperatif 1. ayda baryum grafileri ile pasaj kontrolu yapıldı. Bulgular: Tüm olgularda post operarif kamplikasyon ve mortalite ge-lişmemiştir. Sonuç: Divertikülektomi ve myotominin Zenker divertikülünün tedavi-sinde uygun cerrahi tedavi olduğu kanısına varıldı. Ancak son yıllarda tedavide endoskopik mınımal invazif girişimlerin de daha kısa hastane-de yatış süresi ile güvenli bir şekilde...
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2012
Çocuklarda yer değiştirmiş suprakondiler humerus kırıklarında kapalı redüksiyonu takiben perkutan medial-lateral çapraz çivi ile tespitin sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya ortalama yaşları 6.8 yıl olan 24 çocuk dahil edilmiştir. Kırıklar kapalı redüksiyonu takiben perkutan medial-lateral çapraz çivi ile tespit edilmiştir. Ameliyat sonrası ortalama 3.4 haftalık çivi tespiti sonrasında iki hafta boyunca gün içinde üç kez harekete izin verecek şekilde uzun kol alçı atel uygulanmıştır. Ortalama 28.6 ay olan takip süresindeki son kontrollerinde hastalar klinik olarak Flynn Ölçütleri, radyolojik olarak Baumann ve humerokapital açı kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Flynn Ölçütlerine göre son değerlendirmede fonksiyonel açıdan sonuç 22 hastada mükemmel, 2 hastada ise iyi idi. Kozmetik değerlendirmede ise 20 hastada mükemmel, 4 hastada iyi sonuç mevcuttu. Son kontrolde çekilen grafilerde Baumann Açısı 16.4±4.8 ve humerokapital açı 7.4±6.1 derece olarak ölçüldü. Sonuç: Çocuklarda yer değiştirmiş suprakondiler humerus kırıklarında kapalı redüksiyonu takiben ideal tespitin hangi çivi yerleşimi ile sağlandığı halen tartışmalıdır. Tespitin yetersizliğine bağlı redüksiyon kaybı kubitus varus ile sonuçlanabilmektedir. Stabilite açısından diğer yöntemlere göre daha üstün olan perkutan medial-lateral çapraz çivi ile tes pit, taşıdığı iatrojenik ulnar sinir hasarı riskine rağmen, yüksek başarı oranı ile tercih edilebilecek bir yöntemdir.
Üst Servikal Vertebra Travmalarında Cerrahi Tedavi Sonuçları
Cukurova Medical Journal (Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi), 2018
In this study, we aimed to evaluate surgical management strategies adopted in our clinic for the management of patients with upper cervical spine traumas. Materials and Methods: In this study, we retrospectively analysed clinical and radiological data of 12 patients with upper cervical spine traumas operated in our clinic between 2014 and 2016. The patients who underwent surgery for pathological fractures due to tumor, metastasis, or rheumatoid arthritis were excluded from the study. In all patients, diagnosis was made on the basis of cervical Xrays, computed tomography (CT) and magnetic resonance imaging (MRI). Results: The mean age of the patients (6 M, 6 F) was 46 years. High falls were the most common etiological cause in patients with upper cervical spine traumas. The most common pathology was type 2 odontoid fracture. Quadriparesis was observed in one patient, monoparesis in one patient and hypoglossal nerve palsy in one patient. All patients but one, who had anterior odontoid screw fixation, underwent upper cervical (C1-2) posterior segmental stabilization. No patient had additional neurological deficits postoperatively, one patient had surgical site infection (8.3%) and one patient was lost due to systemic complications (8.3%). Conclusion: In patients sustaining upper cervical spine trauma, immobilization with cervical collar or halo vest, anterior odontoid screw fixation and C1-2 posterior segmental stabilization are available management alternatives. Particularly, the awareness of anatomical variations and ligamentous injury with the aid of radiological images obtained via cervical spinal CT and MRI are critical to guide surgical technique. Amaç: Bu çalışmada üst servikal travmalı hastalarda yapmış olduğumuz cerrahi tedavi yöntemlerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada, 2014-2016 tarihleri arasında üst servikal travma nedeniyle opere edilmiş 12 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Kitle, metastaz veya romatoid artrit gibi patolojik fraktür nedeniyle opere edilmiş olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Tüm hastalarda tanı; servikal direk grafi, bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile gerçekleştirildi. Bulgular: Üst servikal travma nedeniyle opere edilen hastalar'da (6K, 6E, ortalama yaş; 46) etiyolojik nedenler arsında en sık etken yüksekten düşme tespit edildi. Yine en sık izlenen patoloji tip-2 odontoid fraktürü idi. Bir hastada kuadriparezi, bir hastada monoparezi ve bir hastada 12. Kranial sinir defisiti saptandı. Sadece bir hasta dışında (anterior odontoid vidalama-AOV) tüm hastalarda üst servikal (C1-C2) posterior segmental stabilizasyon (PSS) uygulandı. Hastaların hiçbirinde ek nörolojik defisit gelişmedi, bir hastada yara yeri enfeksiyonu gelişti (%8.3) ve bir hasta sistemik komplikasyonlar nedeniyle kaybedildi (%8.3). Sonuç: Üst servikal travmalı hastalarda, servikal kolar veya halo yelek ile mobilizasyon kısıtlaması, AOV veya C1-C2 PSS gibi cerrahi yöntemler tercih edilebilecek tedavi seçenekleridir. Özellikle servikal BT ve MRG ile elde edilen görüntüler eşliğinde anatomik varyasyonların ve ligamentöz hasarın tespiti uygulanacak cerrahi teknik açısından oldukça önemlidir.
Geniş Periapikal Lezyonlu Dişlerin Cerrahi Olmayan Yöntemle Tedavisi
ADO Klinik Bilimler Dergisi, 2012
Endodontik kaynaklı periapikal lezyonlar, devital pulpaya karşı verilen enflamatuvar cevap sonucu ortaya çıkmaktadırlar. Geniş periapikal lezyonlu dişlerin tedavisi; cerrahi olmayan ortograd kök kanal tedavisinden, apikal cerrahiye hatta çekime kadar değişmektedir. İlk seçenek olarak bu dişlerin tedavisinin cerrahi gerektirmeyen kök kanal tedavisi ile yapılması gerektiği düşünülmekte ve kanal içi medikaman olarak kullanılan kalsiyum hidroksitle (Ca(OH) 2) yapılan endodontik tedavinin, uzun dönem takiplerde başarılı sonuçlar verdiği bildirilmektedir. Aynı zamanda cerrahi işlemler çocuk hastalar için her yönden daha travmatik olmakta ve sağlıklı dokulara zarar verme riski bulunmaktadır. Bu olgu sunumunda; özellikle adolesanlarda ortaya çıkabilecek geniş periapikal lezyonlu dişlerde, ara seanslarda Ca(OH) 2 kullanılarak yapılan ortograd kök kanal tedavisinin etkin bir yöntem olarak uygulanabileceğini 4 olguyla açıklamak amaçlanmıştır. En az bir yıl takip süresi sonucunda bu dişlerin, cerrahi müdahale gerekmeksizin geleneksel kök kanal tedavisi ve kanal içi medikaman olarak kalsiyum hidroksit uygulaması ile uzun bir süre almasına rağmen tedavi edilebileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: Geniş periapikal lezyon, cerrahi olmayan kök kanal tedavisi, kalsiyum hidroksit, Ca(OH) 2 Bu sunumdaki ikinci olgu PedodontİST Kongresi'nde İstanbul'da poster olarak sunulmuştur.