Zihinselci Eğilimin İzinde: Ali Kuşçu’ya Göre Mahiyet, Zihin ve Gerçeklik (original) (raw)

Zihinselci Eğilimin İzinde: Ali Kuşçu'ya Göre Zihin, Gerçeklik ve Mahiyet

Nazariyat, 2024

İbn Sînâ sonrası İslam felsefe geleneğini meşgul eden en canlı tartışmalardan biri mahiyetlerin dışta nasıl bulunduğu ve onlara dair tümel bilgimiz ile haricî varlık arasındaki mutabakat ilişkisinin nasıl kurulacağıyla ilgilidir. Özellikle Fahreddin er-Râzî’nin İbn Sînâcı zihnî temsil anlayışına yönelttiği ve akıldaki suretlerin dıştaki mücerred tabiatları yansıtmadığını öne süren eleştiri neticesinde, temsil teorisini sürdürmeyi amaçlayan düşünürler İbn Sînâ’nın metafiziksel gerçekçiliğinden uzaklaşan yeni bir tutum geliştirmişlerdir. Bu tutum etrafında onlar tikel cevherlerin duyulur yüzü altında, duyulur olmayan ve aynı türe ait tikel cevherlerin tümünde ortak olan bir tabiatın mevcut olduğu anlayışını terk ederek dış varlıkta yalnızca tikel cevherlerin bulunduğunu savunmaya başlamışlardır. İbn Sînâ’nın dışta tikellerin parçası olarak mevcut olduğunu söylediği doğal tümelin haricî varlığını reddetme anlamına gelen bu yaklaşıma ilaveten onlar, tümel tabiatların dışta değil yalnızca zihinde bulunduğunu öne sürmüştür. Tümel tabiatların zihinde ortaya çıkışını tikeller ve onların duyulur özellikleri arasındaki bir mukayese ertesinde meydana gelen aklî suret üzerindeki zihinsel işlemlerle açıklayan bu tutum, zihin ve dış arasındaki mutabakatı da aklî suret ile hariçteki suret arasındaki mutabakat ilişkisinden çıkartarak yeni bir yoruma tâbi tutmuştur. Tabiatların haricî varlığını reddederek İbn Sînâ’nın metafiziksel gerçekliğinin ontolojik yönünü, tabiat denildiğinde aslında tikellerin kastedildiğini öne sürerek semantik yönünü, bildiğimiz şeylerin dıştaki bu tabiat değil tikeller arasındaki ortak özellikler olduğunu ve tümel tabiatların yalnızca zihinde bulunduğunu savunarak da epistemolojik yönünü budayan bu yeni tutum, metafizik gerçekçiliğin hârice bakan kısmını zayıflatıp zihne bakan kısmını güçlendirdiği için zihinselci eğilim olarak adlandırılmıştır. Bu makalede Nasîruddin et-Tûsî ile başlayıp Kutbüddin er-Râzî ile zirvesine çıkan zihinselci eğilimin on beşinci yüzyılda Ali Kuşçu tarafından nasıl sürdürüldüğü gösterilecek, söz konusu eğilimin bir İbn Sînâ yorumu olmaktan uzaklaşarak nasıl bağımsız yeni bir felsefî tutuma evrildiği tartışılacaktır.

Adududdin el-Îcî’den Ali Kuşçu’ya Bir Tartışmanın Serencamı: Ontoloji Tartışması Kipler Mantığının Bir Devamı mıdır?

Nazariyat Dergisi, 2014

Adududdin el-Îcî, el-Mevâkıf adlı eserinde kelamın umûr-ı âmme bahsinde incelenen zorunluluk, imkân ve imkânsızlık kavramlarının mantığın kipli önermeler bahsinde ele alınan zorunluluk, imkân ve imkânsızlık olmadığını iddia eder. Gerek Seyfeddin Ebherî, Cürcânî, Hasan Çelebi gibi el-Mevâkıf’ın şârih ve muhaşşileri gerek Tecrîd geleneğinin meşhur muhaşşileri gerekse Şerhu’l-Makâsıd yazarı Teftâzânî, Îcî’nin iddiasını eleştirmektedir. Ali Kuşçu da eleştirilere katılır ve bilhassa Teftâzânî’nin Şerhu’l-Makâsıd’daki cümlelerinin bir kısmını yeniden dile getirir. Makalenin ilk yarısında bu eleştirilerin tarihsel sıralamaya riayet eden sistemli bir sunumu yapılmakta, ikinci yarısında ise şeklen isabetli görünen eleştirilerin gerçekte isabetli olmadıkları iddiası, varlık-mahiyet ve zorunlumümkün ayrımlarının ima ve sonuçlarına dikkat çekilerek temellendirilmektedir. Buna göre müteahhirûn dönemi düşünürleri neredeyse görüş birliğiyle Îcî’yi eleştirmektedir. Bunun sebebi, müteahhirûn dönemi düşünürlerinin varlık-mahiyet ve zorunlu-mümkün ayrımlarından sonra varlık kavramından kökten bir şekilde ayrışan sübut kavramını yeni anlamıyla kullandıkları halde tanımını yenilememiş olmalarıdır. Îcî’nin sözlerini yeni dönemin sözü edilen duyarlılığını dile getiren ve ontoloji araştırmalarının yeni karakterinin farklılığını ifşa eden bir uyarı olarak anlamak daha isabetlidir.

Arz’ın Hareketi Üzerine Ali Kuşçu’nun Görüşü ve Bircendî’nin Eleştirisi

Nazariyat Dergisi, 2024

Ali Kuşçu (ö. 879/1474) Nasîrüddîn Tûsî’nin Tecrîdü’l-i‘tikâd’ına yazdığı şerhte birkaç radikal tutum s lemiştir. Dikkate değer argümanlarından biri, astronominin Aristotelesçi doğa felsefesine ihtiyaç duymadığı yönündeki ısrarıdır. Bu duruşu ve Arz’ın sükûnette olduğuna dair geçerli ampirik kanıtlar olmadığı konusunda Tûsî ile hemfikir olması sebebiyle Kuşçu, dönen Arz varsayımından “aldatıcı hiçbir sonuç çıkmaz” sonucuna varmıştır. Bir sonraki nesilden Abdülalî el-Bircendî (913/1507’de etkin), hem Aristotelesçi doğa felsefesinin reddi hem de Arz’ın sükûn durumunun ispatlanamazlığı konusunda Kuşçu’yu çürütmeye niyetliydi. Bircendî bunu yapmak için, Tûsî’nin et-Tezkire fî ilmi’l-hey’e adlı eserine yazdığı şerhte, astronomi ile iştigal edenler için Aristotelesçi doğa felsefesi ve metafiziğin gerekliliğine dair güçlü bir savunma takdim eder. Bunu yaparken Tûsî’nin, ampirik kanıtlar eksik olduğu için doğa felsefesi kullanılarak Arz’ın hareketsizliğinin savunulabilir biçimde kanıtlanabileceği, şeklindeki görüşünü teyit etmektedir. Bircendî’nin uzun tartışması epey ikna edicidir ve Arz’ın gerçekten dönüyor olması durumunda “dairesel eylemsizlik” olarak adlandırılabilecek teklifi de dahil olmak üzere bir dizi ilginç fikir içerir.

Kaynakları ve Etkileri Açısından Ali Kuşçu’nun Sayı Tanımı

Nazariyat Dergisi, 2024

Bu çalışmada Ali Kuşçu’nun ‘sayı tanımı’, birlik, çokluk, bir, çok, nicelik, toplam, sayma, vb. kavramlar e fında ele alınacaktır. Öncelikle konunun önemini tebarüz ettirmek için çağdaş matematik felsefesinde ‘sayı tanımı’ hakkındaki tartışmalara çok kısa bir göz atılacaktır. Akabinde Ali Kuşçu’nun konuyla ilgili yaklaşımı hem el-Muhammediyye fi’l-hisâb hem de Şerhu’t-Tecrîd adlı eserleri üzerinden takip edilecek ve düşünceleri çözümlenecektir. Ayrıca, Ali Kuşçu’nun yaklaşımıyla bir mukâyese için Şemseddin İsfehânî’nin Tesdîdü’l-kavâid fî şerhi Tecrîdi’l-akâid adlı şerhi ile Seyyid Şerîf’in Hâşiye’sindeki konuyla ilgili düşünceler kısaca serimlenecektir. Ali Kuşçu’nun temsil ettiği tutumun arka-planı, özellikle Tebriz matematik-astronomi okulu mensuplarının, Nizâmuddin Nîsâbûrî, İbn Havvâm, Kemâluddin Fârisî ile Cemâluddin Turkistânî, Ebü’l-Hasan Behmenî ve Ali b. el-Ğarbî’nin kaleme aldığı eserler ile Ali Kuşçu’nun da üyesi bulunduğu Semerkand matematik-astronomi okulu mensubu Cemşîd Kâşî’nin Miftâhu’l-hussâb adlı kitabı üzerinden inşa edilecektir. Daha sonra, Ali Kuşçu’nun İstanbul’da tetiklediği tartışmanın izleri sürülerek, Fenârîzâde Ali Çelebî gibi matematikçiler ile muhâsebe matematikçisi Kâtib Alâuddin Yusuf‘un konuyla ilgili değerlendirmeleri ele alınacak, tüm bunların Takiyuddin Râsıd’daki izdüşümleri göz önünde bulundurularak kısa bir değerlendirmesi yapılacaktır.

Ali Kuşçu’nun Eserlerinde Optik Problemler ve Işık Terminolojisi

Nazariyat Dergisi, 2024

.gibi farklı ışık terimlerinin kullanımını incelemeyi hedeflemektedir. Ali Kuşçu Şerhu’t-Tecrîd adlı eserinde; görme kuvvetini açıklar, görsel algıya dair matematikçilerin ve tabiatçıların görüşlerini sundukları deliller bağlamında tartışır, aynada görüntünün resmedilmesi, tek bir adet nesnenin iki adet görülmesi gibi konuları irdeler, görsel algıda dav’ ve rengi önkoşul olarak, renk algısını da dav’a bağlı olarak açıklar, dav’ın niçin cisim olamayacağından bahseder, birincil ve ikincil ışıklar terminolojisini dahil ettiği anlatısını karanlıkta görme problemiyle tamamlar. Şerhu’t-Tecrîd’de son olarak ele aldığı karanlık problemi, Ta‘lîkât alâ mebâhisi’l-egâlîti’l-hissiyye min Şerhi’l-Mevâkıf adlı eserinde tartıştığı ilk problemdir. Bu eserinde Ali Kuşçu, gemideki gözlemcinin göreceli hareketi, benzer üçgen geometrisiyle aynada görünen nesnenin büyüklüğünün belirlenmesi, farklı renklerin meydana gelmesi gibi problemlere ilgi duyar, mesaisini bu problemlerin geliştirilmesine ayırır. Optik problemleri tartışırken, hareket teorisi, göz fizyolojisi gibi farklı doğa felsefesi problemlerine kapı aralar, anlatılarını yer yer geometrik gösterimler ile destekler. İki eserinde de ışığa dair olguları tartışırken farklı ışık terimlerinin kullanımına dikkat eder )الشعاع( şuâ ,)النور( nûr ,)الضوء( ’Bu çalışma Ali Kuşçu’nun Şerhu’t-Tecrîd başlıklı eseri ve Ta‘lîkât alâ mebâhisi’l-egâlîti’l-hissiyye min Şerhi’lMevâkıf adlı eserinde ele almış olduğu optiğe dair konuları problem odaklı bir listeleme faaliyetine tabi kılıp, optik problemleri tarihsel açıdan yorumlamayı, bunu yaparken de dav

Algı ile Hakîkat Arasında İnsan | Abdullah Kuşlu

Türk-İslâm düşüncesinin insan formunda tecessümü olarak nitelenebilecek Hz. Mevlânâ, Dârülmülk Konya'nın ikinci sayısının gündemini teşkil ediyor. Konya ve Hz. Mevlânâ, biri olmadan diğerinin düşünülemeyeceği madde ve ruh bütünlüğünün ifadesi. Bu tecelli her biri düşünce dünyamızın ufuklarını zenginleştiren seçkin yazarlarımız tarafından çeşitli yönleri ile kaleme alındı ve tarihe not düşüldü. Bu yazılar özel hazırlanan illüstrasyon ve görsel malzemelerle de desteklendi. Milletleri büyük yapan bir husus da kader anlarındaki davranış kabiliyetleridir. Adeta kurucu mayanın her hal ve şartta yaşatılması anlamına gelen bu kabiliyet tam da ihtiyaç duyulduğu anda kendi içinden yetişen nefeslerin sıcaklığı ile harekete geçer. 13. yüzyıl böyle bir kader anıdır. Türk-İslâm geleneği tarihin kaydettiği en çetin imtihanlardan biri ile karşı karşıyadır. Bir taraftan Moğol istilâsı diğer taraftan Haçlı saldırıları ile maruz kalınan girdaptan kurtulma başta Hz.

Bedenden Başkalık (Mugâyeret ) ve Bedenden Soyutluk (Tecerrüd ) Arasında İnsanî Nefsin Konumu: Ali Kuşçu Örneği

Nazariyat Dergisi, 2024

Antik-Helenistik dönem ve orta çağlar boyunca nefsin doğasıyla ilgili tartışma konularından birisi nefsin b ne ve bedensel unsurlara indirgenip indirgenemeyeceği hakkındadır. Bu tartışma modern ve çağdaş dönemlere gelindiğinde zihnin bedene indirgenip indirgenemeyeceği tartışmasına dönüşür. Söz konusu tartışma İslam felsefe ve kelamının klasik ve klasik sonrası dönemlerinde de takip edilebilir bir niteliktedir. İslam filozofları büyük oranda gayrı maddi ve gayrı cismani soyut bir töz olarak nefs ile maddi ve cismani somut bir töz olarak beden arasında ayrım yaparak Kartezyen bir formda olmasa da töz düalizmini savunmuşlar ve hem nefs ile bedenin birbirinden başkalığını hem de nefsin soyut bir töz olduğunu iddia etmişlerdir. Buna karşılık özellikle klasik sonrası dönemdeki bazı kelamcılar nefsin bedenden başkalığı noktasında filozoflarla hemfikir olmakla birlikte nefsin bedenden soyutluğu noktasında filozoflardan farklı bir görüş benimsemişler ve nefsin soyut bir cevher olduğuna yönelik felsefi delilleri eleştirmişlerdir. Ali Kuşçu da büyük oranda kendisinden önce özellikle Fahreddin Râzî’de gördüğümüz kelamcı tutumu yansıtacak şekilde hem nefsin bedenden başkalığına vurgu yapmış ve bu doğrultudaki argümanları desteklemiş hem de nefsin soyut bir töz olduğuna yönelik argümanları eleştirmiştir. Bu çalışmada nefsin bedenden başkalığı ile nefsin bedenden soyutluğu arasındaki ayrışma Ali Kuşçu örneği üzerinden incelenecektir. Ali Kuşçu’nun Antik-Helenistik dönemden Orta Çağ’a, İslâm felsefe ve kelamının klasik ve klasik sonrası dönemlerinden modern ve çağdaş döneme kadar takip edilebilen bu tartışmadaki konumu tespit edilmeye çalışılacaktır.

Bir-Çok Açısından Ali Kuşçu’da Yüklemleme

Nazariyat İslam Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi, 2024

Bu makale, Ali Kuşçu’nun (ö. 879/1474) Şerhu Tecrîdi’l-akâid eseri üzerinden metafiziğin temel k dan birlik (vahdet) ile yüklemleme şeması, yani “kategorik önerme, konu ve yüklemin bir açıdan birleşmesini, başka bir açıdan ise farklılaşmasını gerektirir” önermesi arasındaki ilişkiyi incelemektedir. Bu şema, Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) eserlerinden ilham alınarak Nasîruddin et-Tûsî (ö. 672/1274) tarafından Tecrîdü’l-i‘tikâd’a taşınmış ve böylece felsefi kelam kitaplarının, özellikle de Tecrîdü’l-i‘tikâd şerhlerinin gündemine girmiştir. Tecrîdü’l-i‘tikâd üzerine yapılan şerhler, ‘haml’ başlığı altında bu şemanın temellendirilmesine ilişkin çeşitli yaklaşımlar sunmaktadır. Fakat aynı şema, aynı kitapta bambaşka bir bağlamda, vahdet-kesret başlığı altında da incelenmektedir: Haml başlığı altında kategorik önermede konu terimin ve yüklem teriminin bir cihetten birlik (ittihad) oluşturması bir başka cihetten de farklı olması gerektiği söylenirken, vahdet-kesret başlığında da ‘bir’ ve ‘çok’ sıfatlarını alan şeylerin bir cihetten ‘bir’ başka bir cihetten ‘çok’ olması gerektiği söylenmektedir. Dolayısıyla birlik ve çokluk hem mantıksal hem de metafiziksel iki ayrı bağlamda ele alınmaktadır. Bu makalede, Kuşçu’nun şerhini analiz ederek, vahdet-kesret ve kategorik önermelerdeki yüklemlemenin cihetler özelinde görünen bu kesişimini vurgulamaya çalışacağım ki bu, henüz gereken ilgiyi görmemiş bir husustur. Bu açıdan makale, metafiziğin genel kavramlarından vahdet ve kesreti kategorik önermeler gibi mantıksal unsurlar ile karşılaştırarak mantıksal kavramları metafiziksel temelleri ile birlikte ele almanın önemine katkı sunmaktadır.

Mahiyet – Hakikat İlişkisi

2020

Bu makalede, klasik mantıkta kavramların çeşitli delaletlerinden olan mahiyet ve hakikatlerin birbirleri ile ilişkileri, epistemolojik açıdan ele alınmaktadır. Bu ilişki biçimi önce kavramsal açıdan ele alınmakta, daha sonra tanım, önerme ve kıyas konularında nasıl bir fonksiyon icra edebileceği değerlendirilmektedir. Buna ilaveten mahiyet ile hakikat arasındaki özdeşlik ilişkisinin, klasik mantığın öngördüğü zorunlu, kesin ve doğru bilgiyi elde edebilmedeki rolü söz konusu edilmektedir.