MEHMED MUHLİS'İN BAZI DİVAN ŞAİRLERİ HAKKINDAKİ YAZILARI (original) (raw)
Related papers
MEVLÂNÂ'NIN MESNEVİ'Sİ EKSENİNDE HADİS YORUMU ÜZERİNE BAZI DEĞERLENDİRMELER
Sûfiler yani tasavvuf geleneği; genel olarak dini metinlerin, özel olarak da hadislerin anlaşılmasında diğer yöntemler yanında "işâri yorum" denilen yöntemi de kullanmıştır. Bu bağlamda bizim kanaatimiz, "işâri yorum"u bütünüyle dışlamak yerine onu, ayet ve hadislerin anlaşılması ve yorumlanmasında bir imkan olarak değerlendirmek, İslami ilimler arasındaki iç tutarlılık ve yorumda bütünlük açısından ondan istifade etmek ya da en azından göz ardı etmemek gerektiği yönündedir. Bir sûfi olarak Mevlânâ da Mesnevi adlı eserinde bu tür yorumlara yer vermiştir. Araştırmamız, Mesnevi'de yer almakla beraber hem geleneksel, hem de modern dönemde İslami ilimlerin farklı alanlarında istimal edilmiş, temsil gücü yüksek seçme rivayetler üzerinden mezkur imkana vurgu yapmaktadır. Rivayetler "Yorumda Bütünlük/Yorumda İç Tutarlılık", "Yorumda Parçalanma" ve "Yorumda Vurgu Kayması" gibi başlıklar altında ele alınmış, işâri yorumun bir imkan olarak kullanılmasının önündeki engellere temas edilmiştir.
MUHİBBÎ'NİN BESTELENMİŞ ŞİİRLERİ ÜZERİNE
Osmanlı Devletini ve temsil ettiği kültür geleneğini dünya tarihinde kurulmuş olan nice büyük devletten ve kültürden ayıran yegâne hususların başında devleti yöneten padişahların güzel sanatlarla, özelde şiir ve edebiyatın diğer dallarına duydukları ilgi gelmektedir. On altıncı yüzyılın ilk yarısından itibaren devleti yönetmeye başlayan ve Osmanlı Devletinin en kudretli hükümdarlarından olan Kanuni Sultan Süleyman'ın aynı zamanda başarılı bir divan şairi olduğu bilinmektedir. Şiirlerinde Muhibbî mahlasını kullanan Kanuni Sultan Süleyman, Türk edebiyatı tarihinde en çok gazel söyleyen şairler arasında yer alır. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından neşredilen Muhibbî Dîvânı'nın son baskısına göre şairin 4118 manzumesi bulunmaktadır. Yarım asra yakın devam eden padişahlığı süresince devlet yönetimindeki kudreti herkes tarafından takdir edilen Kanuni Sultan Süleyman'ın şair kimliği ise bambaşka bir hüviyet taşır. O, gazellerinde rint edaya sahip bir âşıktır. Gazellerinin birçoğu coşkunluk ve neşveyle söylenmiş, aşka dair samimi düşünceleri ihtiva eden âşıkâne şiirlerdir. Şiirler, muhtevasında genellikle sevgili, aşk, tabiat güzellikleri ve sosyal hayata dair farklı unsurlar barındırdığı için epeyce rağbet görmüştür. Muhibbî'nin kimi şiirleri çeşitli dönemlerde bestelenmiştir. Bu çalışmada Muhibbî'nin bestelenmiş şiirlerinin mahiyeti üzerinde durulacaktır.
MESNEVÎ ŞARİHİ DERVÎŞ MUHAMMED ŞİFÂYÎ'NİN BİYOGRAFİSİ HAKKINDA BİLİNMEYEN BAZI HUSUSLAR
Türk edebiyatında Mevlânâ ve onun meşhur eseri Mesnevî’nin çok önemli bir yeri vardır. Yazıldığı günden itibaren hemen her çevrenin merakını celbetmiş ve bu esere her devirde birçok şerh yazılmıştır. Mesnevî’yi şerh eden şarihlerden biri de bir Mevlevî Şeyhi olan Dervîş Muhammed Şifâyî’dir. Esrar Dede’nin verdiği 68 yaşında öldüğü bilgisine göre 1014 (1605/1606) yılında dünyaya gelen Dervîş Muhammed Şifâyî, edebiyatımızda en mühim yeri kuşkusuz Mevlânâ’nın Mesnevî-yi Manevî’sine yaptığı şerhle almıştır. Fakat günümüzde Şifâyî hakkında sağlıklı bir biyografinin oluşturulamadığını görmekteyiz. Onun hayatı hakkında kaynaklarda bulunan bilgilerin çoğu ya yanlış ya da eksiktir. Şöyle ki öncelikle isminin Mehmed mi Muhammed mi olduğuyla ilgili bir çelişki bulunmaktadır. Bu çelişki, şarih hakkında yapılacak herhangi bir araştırmada araştırmacıyı yanıltabilir. İkinci olarak nereli olduğu, hayatıyla ilgili bazı noktalar, doğum ve ölüm tarihleri kaynaklarda farklı gösterilmektedir. Üçüncü ve belki de en önemlisi eserleriyle ilgili eksik bilgilerdir. Bu konuda elde ettiğimiz bilgiler, şarihin Mesnevî-yi Manevî’nin altı cildini şerh ettiği yönündedir. Fakat yapılan araştırmalar sonucunda şarihe ait, Mesnevî’nin ilk iki cildine yapılan bir şerh metnine ulaşılmıştır. Bunun yanı sıra 3, 4, 5 ve 6. cilt şerhlerinin de olabileceği göz önünde bulundurularak bu husus değerlendirilmeye çalışılmıştır. Eserleri hakkında bir diğer eksiklik, şarihin Mesnevî Şerhi dışında tespit edilen üç eserinin daha olmasına rağmen kaynaklarda bu konuda hiçbir bilginin bulunmamasıdır. Bu bilgilerin ilim âlemine kazandırılmasıyla da Dervîş Muhammed Şifâyî hakkında bilinmeyen belli başlı noktalar açıklığa kavuşacaktır. Dolayısıyla bizim bu bildiriyi sunmaktaki amacımız, şarihin biyografisiyle ilgili bilinmeyen noktaları açığa kavuşturmak, elde edilen bilgiler ışığında yanlış bilinen hususların doğrularını vermek ve böylece Muhammed Şifâyî’nin biyografisinin daha sağlıklı bir şekilde kurulmasına katkı sağlamaktır.
MAHMîLİK VE MAHMîLER HAKKINDA FRAŞERLİ MEHDî'NİN DEĞERLENDİRMELERİ
Prof. Dr. Mübahat S. Kütükoğlu'na Armağan (Ed. Zeynep Tarım Ertuğ), 2006
Mehmet CANATAR* Cahiliye devrinde ve İslam'ın ilk dönemlerinde Araplar arasında yaygın bir müessese olarak mevcut olup lslam'dan sonra ise; lslam ülkesine girmek ya da teslim olmak isteyen yabancı bir kimseye verilen can ve mal güvenliğini ifade eden, ahidname ve eman kelimelerine yakın ve eş anlamlı olarak da kullanıldığını bildiğimiz "himaye", Arapça'da kelime olarak "korumak, saklamak, müdafaa etmek, zarar verecek şeylere engel olmak" anlamına gelmektedir. Terim olarak ise himaye; kişi, aile vs. toplulukların bir saldırıya karşı birbirlerini korumasını ifade etmekte olup, belli bir süreyle sınırlı olması açısından zimmi ve zimmet kelimesiyle farklılık gösteren bir uygulama olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslı "mahmûy" olan mahmî kelimesi ise, himaye kökünden ism-i mef'ûl olup müdafaa olunan, birinin taht-ı himayesinde bulunan demektir. Bu tabirin emn kökünden; isti'man kelimesinden gelen müste'min/müste'men" biçiminde de kullanıldığını görmekteyiz. Bunlardan müste'min, ism-i fâil vezninde olup eman talebinde bulunan, eman isteyen, canını kurtarmak şartıyla teslim olan demektir. Müste'men ise ism-i mef'ûl olup kendisine eman verilmiş olan, bir ecnebi devletin ülkesinde ikamet eden demektir. Fraşerli Mehdî'ye göre; kanun veya ahidnamelerden kaynaklanmayan mahmîlik sıfatı ise, bir suiistimal neticesi olarak teessüs etmiş olup, mahmî unvanının tamamen yabancılara teşbih edilmesi de doğru değildir. Doç. Dr., lstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü.
KAŞGARLI MAHMUT’UN “DİVAN”INDA ŞEHİR ADLARI (ÇOK ADLILIK MESELELERİ)
Eski Türk onomastiği mürekkep ve müteşekkil bir sistemdir. Buna göre de eski Türk onomastiğinin şekillenmesi ve işlenme hususiyetlerinin kurallara uygunluğunun tam olarak öğrenilmesi için çok adlılık meselelerine sistemli bir şekilde yaklaşmak gerekir. Eski Türk onomastiği XIII. yüzyıla (Moğol istilasına) kadar abidelerde, sözlüklerde yer bulduğundan onomastik adların hepsini kavrayabiliyoruz.
Muhaddisler için Hadis ilmindeki derecelerine göre baz@ lâkaplar kullan@lm@<t@r. Bunlar@ <u <ekilde s@ralayabiliriz: Müsnid, muhaddis, müfîd, hâf z, emîrü'l-mü'minîn fi'lhadîs. Son devirlerde huccet ve hâkim de bunlara dahil edilmi<tir. Ancak huccet, ta'dîl lâf@zlar@ndan olup, h@fz ve rivâyet lâkaplar@ndan deAildir. Hâkim ise, kad@l@k görevinde bulunanlar için kullan@l@r. O halde, bu ikisinin, hadisçilerin lâkaplar@ aras@na kat@lmas@ doAru olmayacakt@r. 1 Ebû âme'nin (665/1266), Hadis ilimlerini ana hatlar@yla; F khu'l-hadis ilmi, 2snâd ve ricâl ilmi ve Rivâyet tariklerini ço altarak âlî isnâdlara sahip olma <eklinde üçlü taksime tâbi tutmas@na bak@larak, bunlardan ilk ikisinde söz sahibi olanlar için muhaddis ve hâf z, ilk ikisinden birinde söz sahibi olmayan için müsnid ve râvî, bazen de mecâzen muhaddis @st@lah@n@n kullan@lacaA@ söylenmi<tir. Hadis Usûlü'nü (Ist@lah lmi'ni) iyi bilen ve onu ders olarak okutup öArenciye faydal@ olabilen ki<iye ulûmu'l-hadîs âlimi denilir, hiç bir zaman muhaddis denilmez. Ebû âme'nin sayd@A@ üç ilimde de söz sahibi olan ki<i ise, kâmil bir fakîh-muhaddis kabul edilir. 2 Bunlar@n yan@nda bir de, sâhibü hadîs veya min ashâbi'l-hadîs terimi vard@r. Hadis ilminde belli bir birikimi olan ve hadisleri delil olarak kullan@p onlarla amel edenler için, muhaddis yerine bu iki terimin kullan@ld@A@n@ görmekteyiz. Hadis talebesi için de, yatlubü'l-hadîs veya yektübü'l-hadîs denilmektedir. Hü<eym b. Be<îr (183/799) "hadis ezberlemeyen ashâb-hadisten deAildir", Ebû Bekr b. Ebî eybe (235/849) de "imlâ * Yrd.Doç.Dr. Selçuk Üniversitesi lahiyat Fakültesi. meren11@hotmail.com 1 Abdülfettâh Ebû 3udde, Ümerâü'l-mü'minîn fi'l-hadîs (Cevâbü'l-Hâf@z el-Münzirî 'an es'ile fi'l-cerh ve'tta'dîl'in sonunda, Halep 1411) s. 103. 2 Sehâvî, emsüddîn Muhammed b. Abdirrahmân, el-Cevâhir ve'd-dürer fî tercemeti eyhi'l-slâm bn Hacer (Kâhire 1406/1986) I, 22-25. Yahyâ b. Ma'în muhaddisi tarif ederken <öyle der: "Muhaddis <u dört haslete muhtaçt@r; ilim tahsîli ile me<hur olmak, bidatten uzak durmak, doAru sözlü olmak ve büyük günahlardan birini i<lememek. Kimde bu hasletler varsa, o muhaddistir." (Sehâvî, a.g.e. I, 27)
DİL DEVRİMİ'NİN MELEZ SÖZCÜKLERİ VE "BAĞNAZ" ÜZERİNE
DİL DEVRİMİ’NİN MELEZ SÖZCÜKLERİ VE “BAĞNAZ” ÜZERİNE, 2019
Türk Dil Kurumunun 12 Temmuz 1932'deki kuruluşu ile başlayan Dil Devrimi sürecinde, Arapça ve Farsça sözcüklere Türkçe karşılıklar bulma amacıyla Halk Ağzından Söz Derleme çalışmalarına başlanmış; çalışma sonunda ortaya çıkan çok sayıda kelimeden bir kısmı, Arapça veya Farsça sözcüklere karşılık olarak önerilmiştir. Türkçenin modern ve tarihî dönem sözlüklerinden de aynı amaçla yararlanılmıştır. Tarihî ve modern lehçelerden kimi zaman sözcük bütünüyle alınmış kimi zaman da tarihi Türkçeye ait kelime köklerine bu lehçelerdeki ekler getirilerek yeni sözcükler türetilmiştir. Bu konuyla ilgili çok geniş bir literatür bulunmaktadır.