Cebirin Tarihsel Gelişimi (original) (raw)
Related papers
Genel Cerrahi , 2019
Aslında cerrahinin tarihçesi ile tıbbın tarihçesini birbirinden ayrı düşünmek pek mümkün değildir. İnsanlık tarihi boyunca hastalıklar ya da yaralanmalar yaşamla içiçe olmuş, insanlar da bunlara yönelik çeşitli çözüm yöntemleri geliştirmek durumunda kalmışlardır. Ayrıntılı bilgi ve belgeler bulunmasa da cerrahinin ilk örneklerinin yabancı cisim ve küçük kitlelerin çıkarılması, ülserlerin koterize edilmesi gibi küçük cerrahi işlemler ya da travma cerrahisi olduğu söylenebilir. En eski büyük cerrahi işlem ise ilk örnekleri MÖ 10.000-5.000 arasına tarihlenen trepanasyondur (kafatasından bir parça kemik çıkartılması). Arkeolojik bulgulara göre trepanasyon yapılan insanlar işlem sonrasında ölmemişler ve yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Bu kafataslarında herhangi bir hastalık belirtisi ya da travma izi görülmediği için, trepanasyonun büyüsel bir işlem amacıyla ya da mental bir sorun için uygulandığı var sayılmaktadır.
Türkiye’de Süne ile Mücadelenin Tarihsel Gelişimi
Tarım ürünleri arasında temel besin maddesi olarak değerlendirilen hububat, hem dünyada hem de ülkemizde gıda güvencesi olarak görülmektedir. Ülkemizde tarım yapılabilen alanların yaklaşık %50 ile en büyük payını tahıllar; tahıl alanları içerisinde ise %67'lik pay ile ilk sırada buğday oluşturmaktadır. Bu makalede, ülkemiz ekonomisinde ve nüfusun beslenmesinde bu kadar büyük yeri olan buğdayın hasat öncesi verimi ve kalitesini olumsuz etkileyen zararlıların başında gelen Süne ile mücadele yöntemlerinin tarihsel gelişimi incelenecektir.
Sezaryen Ameliyatının Tarihsel Gelişimine Anatomik Açıdan Bakış
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Lokman Hekim Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Dergisi, 2014
Sezaryen ameliyatı, vajinal yoldan doğması mümkün olmayan bebeklerin, karın duvarı ve uterus açılarak doğmalarını sağlayan laparotomik bir doğum işlemidir. Annenin, bebeğin veya her ikisinin de hayatlarının riske girdiği durumlarda yapılan sezaryen ameliyatı, günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Son verilere göre Ülkemizde sezaryen ameliyatı ile doğum oranı %47 olup, bu oran Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) önerdiği orandan ve diğer ülkeler ile karşılaştırıldığında oldukça yüksektir. Sezaryen sırasında annenin ölmediği ilk ameliyat 1500'lü yıllarda gerçekleşti. Ancak 1800'lü yılların sonlarına doğru bile sezaryen sırasında anne ölümü %85 kadar yüksek orandaydı. Ölümler çoğunlukla ameliyat sırasında kanamanın durdurulamaması nedeniyle olurdu. Tarih boyunca, insan anatomisinin incelikleri keşfedildikçe, tüm cerrahi tekniklerde olduğu gibi sezaryen ameliyatlarının tekniği de gelişmiş ve anestezideki gelişmeler ile birlikte günümüz standartlarına ulaşmıştır. Eski çağlardan beri söylenegelen "NullaMedicina Sine Anatomia (Anatomisiz Tıp Olmaz)" sözünün doğruluğu, herhangi bir tıp olgusunun tarihsel araştırması sırasında her zaman karşılaşılabilecek bir gerçektir. Amacımız, yaygın kullanılan cerrahi bir metot olarak sezaryenin tarihsel gelişimini, anatomik gelişmeler açıdan değerlendirmektir.
Tarihî Gelişim Süreci İçinde +DAŞ Eki
Her dilde olduğu gibi Türkçede de şekil bilgisinin dilin yapısından ve işleyişinden gelen kendine özgü birtakım özellikleri vardır. Türkçenin en önemli yapı özelliği eklemeli bir dil oluşudur. Bundan dolayıdır ki sisteminde yalnız son ekler vardır. Türkçe anlatımda, asıl yük eklerin üzerinedir. Ekler, Türkçenin ses, biçim ve anlam bilimi üzerinde çok önemli bir yere sahiptir. Tek başına bir anlamı olmayan ve kullanılmayan ekler, ancak köklerle birleşmek suretiyle kullanılan ve bir anlam ve görev kazanan şekillerdir. Türkçenin bazı ekleri Eski Türkçeden beri var olan eklerdir. Dilde işlekliği ve genişlemeyi sağlayan ekler, tarihî gelişim süresi içinde çeşitli nedenlerle ses, şekil, işlev gibi yönlerden bazı değişikliğe uğrarlar.
Hyperpyron'un Tarihsel Gelişimi
Öz: Bizans İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu'nun siyasi olarak devamı olduğu gibi ekonomik olarak da mirasçısıdır. Roma İmparatorluğu Cumhuriyet döneminden itibaren iktisadi olarak nakdî para politikası uygulamaya çalışmış fakat yaşanan askerî ve ekonomik sorunların etkisi ile uygulanan ekonomik politikalarda zorlanarak çeşitli para birimleriyle ödeme biçimini uygulamıştır. Bunlar; sestertitus, aureus, solidus, livre, as ve dinarius'tur. Bu çeşitliliğin temel sebebi kullanılan madenlerin paralardaki oranı ve enflasyonist dönemlerde yaşanan değer kaybına karşı alım güçleridir. Roma İmparatorluğu yaşadığı askeri ve ekonomik krizlerde madenî paralardaki maden oranlarını değiştirerek para arzını dengelemeye çalışmıştır. III. yüzyıl krizi en önemli örnek konumundadır. Kavimler Göçü ve Malazgirt Savaşı'ndan sonraki dönemde de benzer bir durum yaşanmıştır. Bizans madenî para sistemi çağdaşı batı madenî para sistemlerinden çok daha karmaşıktır. Ayrıca, her büyük parasal krizin ardından uzun ya da kısa süreli, ama her zaman en az bir yüzyıl süren bir istikrar süreci yaşandığından, büyük bir uyum sağlama kapasitesi sergilemektedir. Malazgirt Savaşı'ndan önce Bizans ekonomisi önceki enflasyonist sorunlardan daha fazlası ile karşı karşıya kalmıştır. Madeni paralar hızla değer kaybederken Anadolu'da başlayan Türk fetihleri Bizans ekonomisini alt üst etmiştir. I. Alexios Komnenos Balkanlarda ve Anadolu'nun bir kısmında kontrolü tekrar sağladığı zaman, oğlu Ioannes ile birlikte taç giyinme töreninden başlayarak madeni para basımında yeni düzenlemelere başvurmuştur. Hyperpyron I. Alexios Komnenos tarafından 1092 yılında tedavüle alınmış ve onun ardılları döneminde de kullanımı devam etmiştir.
KENEVİRİN TARİH İÇİNDE YOLCULUĞU
Nasıl ki yollar bazen düz bazen virajlı bazen yokuşlu bazen de inişli ise kenevirin tarih içindeki yolculuğu da böyledir. Bu yazıda bazı durakları hızlı geçerken, bazı duraklarda fazla bekleyerek hatta tekrar geri dönerek kenevirin serüvenine ve bazılarının arka planına ışık tutmaya çalışacağım. Kenevir bilinen kültür bitkilerinin en eskilerinden, çok yönlü ve aynı zamanda çok tartışılan bir bitkidir. Kenevir ile ilgili Arkeoloji, antropoloji, ekonomi, filoloji ve diğer tarihi kaynaklara göre kenevir belki de gezegenimizde gıda dışı amaçla yetiştirilen ilk ve en önemli bir bitkidir. Kenevir ilk çağlardan günümüze elyaf, kumaş, aydınlatma yağı, kağıt, tütsü ve ilaçların büyük çoğunluğunu üretiyordu. Ayrıca, insanlar ve hayvanlar için temel gıda yağı ve protein kaynağıydı. Kenevirin ilk önce lifinden ve tohumundan mı, yoksa tıbbi ve keyif verici özelliğinden mi yararlanıldığı kesin olarak bilinememektedir. Ancak, her iki yönde de kullanıldığına dair bilgiler mevcut olmakla birlikte lif ve tohum için kullanımının daha önce olduğu ağırlık basmaktadır. Zira ritüelleştirilmiş esrar tüketimine ilişkin arkeolojik kanıtlar daha sınırlıdır. 2-KENEVİRİN ORİJİNİ, YAYILIŞI VE 20.YÜZYILA KADAR GELİŞİMİ Kenevir Orta Asya kökenli olup, Türki Cumhuriyetler, Pakistan, Afganistan, Doğu Türkistan, Moğolistan ve Batı Çin ilk yayılış alanı olarak verilmektedir. Buzul çağından hemen sonra bitkinin, Güneydoğu Asya hariç Asya'ya tamamen yayıldığı belirtilmektedir. Altay dağlarında yabani kenevir o kadar yaygınmış ki Vavilov'un (1926) naklettiğine göre N.N. Oganovskiy (1922) Güney Altay hakkında bir ekonomik makalede, o bölgenin doğal kaynaklarının ve özellikle yabani bitki örtüsünün kullanımından bahsederken yabani kenevire de değinmiştir. Hesaplarına göre, yabani kenevirin lifleri ve tohumları, bu alanda kolaylıkla yılda 150.000 rubleye kadar kâr sağlayabilir diye yazmıştır. Avrasya'da yaşayan insanların yetiştirmesi ve evcilleştirmesi için bol miktarda yabani kenevir mevcuttu. Vavilov (1926) ve birçok bilim adamı "kenevir ekiminin birkaç yerde aynı anda ve birbirinden bağımsız olarak ortaya çıkmış olması muhtemeldir" görüşünde fikir birliği etmektedir. Bu görüş tarihte ilk kültüre alınan diğer bitkiler için de geçerlidir. Araştırmalar kenevirin yabanilerinin Avrasya'nın hemen hemen her tarafına yayıldığını göstermektedir. Kenevirin tarihi oldukça eski olmakla birlikte, bu dünyanın her bölgesi için geçerli değildir. MÖ 6.000 yıllarında Çin'de kenevirin tohumu ve yağı kullanıldığı belirtilmektedir. MÖ 4.000-3.000 yıllarında Kenevirin tekstil ürünlerinin Türkistan ve Çin'de kullanıldığı kabul edilmektedir.
ÖZET Toplumların doğal çevre içerisinde oluşturdukları fiziksel çevreler, sürekli bir biçimde değişmektedir. Bu durum, toplumsal yapıda varolan ortak değerlerin yansıması olan mevcut fiziksel çevrenin birer tarihi çevre olarak değerlendirilip, çağdaş yaklaşımlarla korunmasını gerekli kılmaktadır. Çağdaş koruma, tarihi çevre ve onun bileşeni olan yapıların yaşama entegre edilerek kullanılmalarını, yaşamsal sürekliliklerinin sağlanmasını hedef alan bir yaklaşım önermektedir. Tarihi mekanlarda sürekliliğin sağlanabilmesi yönünde öncelikli olarak başvurulan yöntemlerden biri ise " yeniden işlevlendirme " dir. Ele alınan çalışma bu doğrultuda yeniden işlevlendirmeye yönelik tarihi çevrede sahne tasarımının kurgulanmasına ilişkindir. Zaman içerisinde değişen sahne olgusu, 19.yy'a kadar tiyatro özelinde devam etmiş ve sonraki yıllarda farklı ele alışlar göstermiştir. Yapı, tiyatro yapısı; sahne de tiyatro sahnesi olmaktan çıkmış ve performans sanatları adı altında şekillenme göstermeye başlamıştır. Performans sanatı ise sahne olsun ya da olmasın herhangi bir şeyin sahnelendirilmesi olarak kavranır hale gelmiştir. Bu durum Brook'un ifade ettiği " Her Yer Sahne " dir söylemine karşılık gelmektedir. Bu kapsamda çalışmada, OISTAT tarafından düzenlenen " tarihi çevrede " sahne tasarımına yönelik " Kesişim Noktasında Performans Alanı " temalı yarışma analiz edilerek, dereceye giren projeler değerlendirilecek ve olası benzer tasarım problemlerine veri oluşturacak sorgulamalar ortaya konulacaktır. 1. GİRİŞ Çevre sürekli değişen bir olgudur. Toplumların doğal çevre içinde oluşturdukları fiziksel çevreler, sürekli olarak değişmekte ve gelişmektedir. Yapılaşma olarak da adlandırabileceğimiz bu fiziksel çevre, toplumların süreç içerisinde yaşadıkları, sosyolojik, ekonomik, politik, kültürel, teknolojik vb. olayların dışavurumları olarak açığa çıkmaktadır. Zamansal-mekansal düzlemde, kültürel birikimler ve yaşanmışlıklar bu çevrelerin, kent kimliğini belirleyen ve ortaya koyan temel unsurlar arasında yeralmalarına neden olmaktadır. Bu çerçevede toplumsal yapıda varolan ortak değerlerin korunması isteği ve de gerekliliği mevcut fiziksel çevrenin birer tarihi çevre olarak değerlendirilerek çağdaş yaklaşımlarla korunmasını gerekli kılmaktadır. Çağdaş koruma, tarihi çevre ve onun bileşeni olan yapıların yaşama entegre edilerek kullanılmalarını, yaşamsal sürekliliklerinin sağlanmasını hedef alan bir yaklaşım önermektedir. Tarihi mekanlarda sürekliliğin sağlanabilmesi yönünde öncelikli olarak başvurulan yöntemlerden biri ise " yeniden işlevlendirme " dir. Yeniden işlevlendirme eylemi, eski ile yeninin kendi özgünlük ve özelliklerini korurken birlikteliktelikten doğacak çeşitliliğe ve zenginliğe olanak tanıyabilmektir. Ele alınan çalışma bu doğrultuda tarihi çevrede sahne tasarımının kurgulanmasına yöneliktir. Sahne tasarlama, insanlıkla birlikte içerisinde performansı barındıran ancak performans olarak nitelenmeyen ve de ele alınan işin sahnesinin farklı amaçlara da hizmet ettiği adak, sunak ve ritüellerle başlamış bir eylem olarak açığa çıkmıştır. Zaman içerisinde değişen