Hegel ve Nietzche Tarihinde Buyuk Karakterlerin yeri (original) (raw)

Tari̇h Düşüncesi̇nde Ve Eği̇ti̇mi̇nde Kahramanlarin/Büyük Adamlarin Rolü

2018

Bu arastirmanin amaci tarihte kahraman/buyuk adam dusuncesinin kokenlerini, kahramanlarin/buyuk adamlarin tarih dusuncesinde ve egitimindeki rolunu incelemektir. Arastirma konuya iliskin literaturun sentezlendigi, kavramsallastirmalarin yapildigi bir derleme calismasidir. Arastirmada kahramanlarin tarih dusuncesinde ve egitimindeki rolleri saptanmistir. Buna gore ilkcag uygarliklarinda kahramanlarin tarih dusuncesinde ve egitiminde sikca gorulen rolu insanlari eglendirmekti (Eglendiren kahramanlar). Ilkcaglardan ortacaglara kadar tarih dusuncesinde ve egitiminde kahramanlarin diger bir rolu ise ortak ata ve dindi (Ortak koken icin kahramanlar ve dindar kahramanlar). Islamiyet’teki kahraman veli hikâyeleri ve Hiristiyanlik’taki kahraman aziz hikâyelerindeki amac genelde din egitimiydi. Ayrica kahraman koken/ortak ata duygusu, yonetici elitlere mesruiyet saglamaktaydi (Mesruiyet saglayan kahramanlar). XVIII. ve XIX. yuzyilda Avrupamerkezci yaklasimlarin gelismesiyle bilimde, sanatta, ...

Hegel’De Bi̇li̇nç Ve Özgürlük İli̇şki̇si̇ Bağlaminda Karakter Fi̇lmi̇ Üzeri̇ne Bi̇r İnceleme

SineFilozofi, 2021

Human, who is described with the notion of "subject" in modern philosophy, differs from other beings with its reason. Because, thanks to its reason, human knows itself and builds the world based on this knowledge. Self-knowledge is functional in establishing existence and life. While a human, who controls its body with its reason, establishes its existence, it also acquires the freedom that helps it to continue the existence. There is a direct connection between the establishment of life, which is a process of being constructed and acquiring freedom. The free person establishes this life by acquiring self-consciousness. A human who tries to possess its body and everything that helps it to survive by using its reason is recognized by other people as long as it possesses. In this respect, survival is the same as recognition. There is a great struggle behind both. Here, G. Wilhelm Hegel who saw this struggle points out that human existence is established around the struggle for recognition in his famous book called Phenomenology of Spirit. This struggle marks the struggle of mind with other minds as much as it indicates the conflict of mind with itself and thus its existence. Human acquires its existence by struggle. The state of acquiring the being in question takes place in different stages through which consciousness overcomes. Each stage of consciousness points to the point at which human reaches greater freedom. Here, this study aims to consider the development of human existence, which is pointed out in the context of the establishment of consciousness and freedom in Hegel, together with the Character (Mark van Diem, 1997) film. It reveals how the film's main character, Jacob, built his presence around his struggle with his cruel father and his mother, who lived a reclusive life. By claiming that each element and stage in Jacob's life coincides with one of the stages of consciousness, self-consciousness and recognition that Hegel points to, the work explains these stages together with Jacob's life. It shows how the life that progress through these stages opens to freedom.

Nietzsche’de Karakterin Üslubu

Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2020

Nietzsche and the Style of Character Abstract In one of the best-known passages of The Gay Science, Friedrich Nietzsche puts forth the proposition of “giving style to one’s character” and thereby implied that one of the key concepts in art may be highly functional within the context of ethical evaluation. The initial goal of the present article is to discuss the meanings and possible extensions of this suggestion. To this end, a number of passages in Nietzsche’s work relating to the nature of artistic creation will be interpreted, with a view to clarify how some degree of transitivity between ethical and aesthetic values may be conceived. This inquiry will be based on a distinction (inspired by Nietzsche) between stylistic and non-stylistic ways of giving unity to a given multiplicity. In order to come into terms with the specificity of the work of style, the idea of “a single taste” -which is one of the central components of Nietzsche’s conception of style- will be emphasized. The ensuing discussion will revolve around the questions of (1) how the “thousands of laws” that constitute a style can give rise to a single taste and (2) how the feeling of freedom can eventually overlap with the feeling of necessity. The last part of the article will inquire the possible ways in which the notion of style may contribute to one of the fundamental discussions in normative ethics, i.e. the discussion concerning the establishment of solid ethical criteria. It will be defended that, contrary to a first impression, the idea of style does not lead to arbitrariness and relativism. Keywords: Friedrich Nietzsche, Style, Character, Taste, Work of Art. Nietzsche’de Karakterin Üslubu Öz Friedrich Nietzsche Şen Bilim kitabının en iyi bilinen pasajlarından birinde, “karaktere üslup kazandırılması” önerisini gündeme getirmiş, böylelikle sanat düşüncesinin önemli bir kavramına etik değerlendirme bağlamında işlev kazandırılmasının yerinde olacağını ima etmiştir. Bu makalede öncelikle Nietzsche’nin bu önerisinin anlamı ve açılımları ele alınacak, bu amaçla düşünürün sanatsal yaratım sürecinin doğasına odaklandığı çeşitli pasajlar yorumlanarak etik ve estetik değerler arasındaki geçişkenliğin nasıl anlaşılabileceği araştırılacaktır. Bu araştırma bağlamında, Nietzsche’nin fikirlerinden esinle, belli bir çokluğa birlik kazandırmanın üslupsal olan ve olmayan tarzları arasında bir ayrım önerilecektir. Üslup çalışmasının kendine has işleyişini tarif edebilmek amacıyla, Nietzsche’nin üslup anlayışında merkezi konuma sahip olan “tek beğeni” fikri üzerinde durulacaktır. Takip eden tartışmada, nasıl olup da (1) bir üslubu oluşturan “binlerce yasa”nın tek bir beğeni ortaya çıkarmasının mümkün olabileceği ve (2) sanatsal yaratım sürecindeki özgürlük duygusunun bir zorunluluk duygusuyla örtüşür hale gelebileceği tartışılacaktır. Makalenin son kısmında, üslup kavramının normatif ahlak alanında merkezi öneme sahip olan “etik kıstas” meselesine nasıl bir açılım getirdiği ele alınacaktır. Burada, ilk bakışta sanılabileceğinin aksine, üslup fikrinin keyfilik ve görecilik sonuçlarına yol açmadığı savunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Friedrich Nietzsche, Üslup, Karakter, Beğeni, Sanat Eseri.

HÜSEYİN RAHMİ GÜRPINAR'IN ROMANLARINDA NIETZSCHE'NİN AHLAK ALGISI

Nietzsche, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın etkilendiği filozofların başında gelir. Nietzsche'nin özellikle ahlak algısıyla bağlantılı birçok görüşe ve kavrama Gürpınar'ın romanlarında rastlamak mümkündür. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın Romanlarında Nietzsche'nin Ahlak Algısı isimli bu çalışmada, yazarın, Ben Deli miyim? (1925), Kokotlar Mektebi (1929) ve Dünyanın Mihveri Kadın mı, Para mı? (1949) isimli romanları Nietzsche'nin ahlak anlayışının temellerini oluşturan sürü ahlakı, güç istenci ve özgür insan kavramları etrafında incelenmiştir. İnceleme yapılırken romanlarda filozofun adının hangi bağlamda geçtiği, onun eserlerinden yapılan doğrudan alıntılar ve sözü edilen kavramların kahramanların eylem ve düşüncelerine nasıl yansıdığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Bunlara ek olarak Gürpınar'ın düzyazılarında yer alan Nietzsche konusundaki görüşlerine de yer verilmiştir.

XIX. YÜZYIL BAŞLARINDA GEBZE (GEKBÜZE)’DE AİLENİN NİCEL VE NİTEL ÖZELLİKLERİ (TEREKE KAYITLARINA GÖRE)

A nne, baba ve çocuklar ile tarafların kan akrabalarından oluşan ekonomik ve sosyal bir birlik olarak tarif edebileceğimiz aile, 1 toplumun temelini oluşturan önemli bir müesse-sedir. Bu yönü ile evrensel bir özellik taşıyan aile, Osmanlı'da eski Türk anlayışı ve İslamiyet'in kabulüyle beraber oluşan hukuk nizamına göre teşekkül etmiştir. 2 Bilhassa İslam Dini, aile kurmayı teşvik etmesi, aile hukuku bağlamında kadına ve kız çocuklarına sağladığı teminat ile aileyi Osmanlı'da toplumsal hayatın temeline oturtmuştur. 3 Osmanlı ailesi ile ilgili olarak hem genel, hem de yerel alanda çok sayıda çalışma yapılmış olmakla birlikte bu çalışmalar umumiyetle evlenme, nikah, boşanma, aile ve aileyi oluşturan fertlerin statüsü gibi konular üzerinde yoğunlaşmış olup, ailenin demografik yapısı yeterince ele alınma-mıştır. 4 Yapılan çalışmalarda çoğunlukla Şer'iyye Sicilleri olarak bilinen kaynaklar kullanılmıştır. Bunlar, hem ailenin teşekkülü ve hukuki vaziyeti ve hem de demografik yapısı hususunda son derece önemli ve orijinal bilgiler ihtiva etmektedir. İlkinde mezkur sicillerdeki nikah, boşanma, nafaka ve vesayet hüccetleri vb. belgeler öncelikle kaynak olarak kullanılmakta iken, ikincisin-de tereke defterleri, nam-ı diğer muhallefât defterleri ön plana çıkmaktadır. Bazen müstakil defterler olarak bazen de Şer'iyye Sicilleri içerisinde dağınık bir şekilde yer alan tereke kayıtları, vefat eden şahısların isimleri, sosyal statüleri, hayatta iken sahip oldukları her türlü eşya ile men-kul ve gayrimenkulleri, alacakları, borçları, hayvanları, ambarda veya tarlada bulunan hububatın vs. nicelik, nitelik ve fiyatları hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Ayrıca tereke sahiplerinin ailevi durumları, evli olanların eş ve çocuk sayıları, hatta anne, baba, kardeş, hizmetçi gibi diğer aile bireylerinin isim ve evsafı hakkında bilgi edinmek mümkün olabilmektedir. Bu çalışmada da, 19. yüzyılın başlarında Üsküdar'a bağlı bir kaza olan Gebze (Gekbüze)'nin 5 mahalle ve köylerinde ikamet eden müslim ve gayrimüslim ailelerin nicel ve nitel yapısı hak-kında bazı tespit ve değerlendirmeler yapılmıştır. Bu tespit ve değerlendirmelere geçmeden önce incelememize kaynaklık teşkil eden terekelerin genel dağılımlarına bakmak faydalı ola-caktır.

Tarih Anlayislari Bakimindan Hegel Nietzsche Foucault

Özet Tarihe ilerleyen bir süreç olarak bakan ve bütüncü bir tarih anlayışına sahip olan G.W.F. Hegel, bu anlayışı bakımından kendisinden sonra gelen pekçok filozofu etkilemiştir. Bunlardan en çok bilinen ikisi F. Nietzsche ve M. Foucault'dur. Bu iki düşünür Hegel'in tarih anlayışına hem tarihin ilerleyen bir süreç olarak ele alınması bakımından karşı çıkmışlar hem de onu bütüncü bir tarih anlayışı olması bakımından reddetmişlerdir. Bunun yerine " ayrım " a vurgu yapan, " tek " lerin gözden yitmemesine olanak sağlayan, tarihi ilerleyen bir süreç olarak görmeyen ve ona anlam yüklemeyen " soykütüksel bir araştırma " yı önermişlerdir. Bu araştırma sayesinde tarih, şimdiyi geçmişe tutsak etmeyecek ve geçmiş ancak şimdiye ve geleceğe hizmet ettiği sürece ve ölçüde ele alınabilecektir. Abstract With his conception of history as a progressive process and his holistic view of history, G. W. F. Hegel influenced many philosophers. Among these, F. Nietzsche and M. Foucault are well-known. These two thinkers rejected Hegel's holistic and progressive cenception of history. Instead, they offered a genealogical inquiry, which does not attribute any meaning to history as a progressive process but stresses difference and particularity. Thus, history does not enslave the present to the past but the past is to be treated in so far as it serves to the present and the future.

SPINOZA VE HEGEL'DE BİLİNÇ (MonoKL Hegel Özel Sayısı, Yıl 2, Sayı 4-5, sf. 271-277)

Bu yazıda, öncelikle G. Deleuze'ün Spinoza yorumundan hareketle, Spinoza'da bilinçten ne anlaşıldığını ele alacağım; daha sonra Hegel'in Spinoza'ya yönelik eleştirilerini göz önünde tutarak, bu iki filozofun bilince ilişkin yaklaşımları bakımından bir sonuca varacağım. Deleuze'ün felsefe tarihinin, Bergson, Nietzsche gibi önde gelen kimi filozoflarına yönelik yorumlarına sıkı bir Hegel karşıtlığı sirayet etmiştir. Deleuze "tarihin rasyonalist geleneğine karşı gelen yazarlarını severek", "Hegelcilikten ve diyalektikten nefret" eder. 1 Bu nefret duygusu Deleuze'ün bütün felsefi çabası göz önünde tutulursa bir duygu olmanın ötesinde bir anlam taşır. Hegel ve Hegelcilik karşıtlığı onda, bilinçsiz olanın gücünü ortaya koymanın ve "spekülatif olumsuzlama, karşıtlık ve çelişki" düşüncesinin karşısına fark, olumlama (affirmation) ve sevinci 2 çıkarmanın bir aracıdır. 3 Deleuze'ün Spinoza yorumunu da, tıpkı Bergson ve Nietzsche'ye ilişkin yorumlarında olduğu gibi, onun Hegel karşıtlığı temelinde değerlendirmek gerekir. Bu yorumda, fark, olumlama ve sevinç, Spinoza'nın bedene yaptığı vurgunun Deleuze tarafından öne çıkarılmasıyla ve beden karşısında bilincin güçsüzlüğünün (ya da bilinçsiz olanın gücünün) dillendirilmesiyle anlam kazanır. 4 Deleuze, öncelikle, Spinoza'nın değer verilen bir filozof olmasının yanında, aşağılanıp nefret edilen bir filozof olmasına dikkat çekmektedir. 5 O Spinoza'dan nefret