MARC CHAGALL’IN “BEN VE KÖY” ADLI ESERİNİN AKADEMİK ELEŞTİRİ YÖNTEMİYLE İNCELENMESİ (original) (raw)

Marc Chagall’in “Ben ve Köy” Adlı Eserinin Akademik Eleştiri Yöntemiyle İncelenmesi

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 2014

Bu araştırmada, öncelikle akademik eleştiri yöntemi hakkında bilgi verilmiş daha sonra akademik eleştiri örneği olarak Marc Chagall'ın "Ben ve Köy" adlı eseri incelenmiştir. İnceleme, "Ön İkonografik Betimleme (Doğal Anlam)", "İkonografik Çözümleme (Anlaşmalı Anlam)" ve "İkonolojik Yorum (Asıl Anlam-İçerik)" aşamaları takip edilerek gerçekleştirilmiştir. Marc Chagall'ın bütün eserlerinde olduğu gibi "Ben ve Köy" adlı çalışması da anılarının ve hayata bakış açısının bir yansımasıdır. Eserde, yer alan figürler, formlar, geometrik düzenlemeler ve renk kullanımı sembolik anlamlar içermektedir. Resmin yüzeyinde açık seçik duran objeler, aralarındaki geometrik boşluklar ve bunların çağrıştırdığı olaylar iki boyutlu resim yüzeyinde biçimsel ve içerik açısından farklı bir derinlik oluşturmaktadır. Hasidik bir Rus Yahudi'si olan sanatçı, dini ve siyasi açıdan ılımlı bir tavır içindedir ancak geçmişine her zaman bağlı kalmış ve bunu resim yüzeyinde semboller aracığıyla yansıtmıştır. "Ben ve Köy" adlı çalışması da bunun bir örneğidir. Eserde sanatçının kültürel geçmişi, insan ve doğa sevgisi ve gelecekten beklentileri naif bir dille anlatılmıştır.

VAROLUŞ FELSEFESİ VE ÖLÜM TEMASININ İLK YAZILI DESTAN GILGAMIŞ VE ALBERT CAMUS’UN CALİGULA ADLI ESERİNDE KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELEMESİ - BERAT ŞAHİN BEYOĞLU

İstanbul Medeniyet Üniversitesi, 2024

İnsanlık tarihinin ilk yazılı mitinde ve yazıya geçmeden önce de aynı mitin yüzyıllar boyunca anlatıla geldiği göz önünde bulundurulursa, ilk ve en büyük derdimizin ölüm olduğu apaçık bir şekilde ortadadır. Ölümdür bizi var eden. Gılgamış’ı da, Caligula’yı da biçimlendiren ve onları ölümsüz kılan. Bizlerin, ölümsüzlüğü ve imkansızlığı arama sürecimizin sonunda her zaman başarısız olduğumuz gerçekliği, bu başarısızlığın birçok imkansızlığı başarmamızı sağladığını ortaya çıkarmıştır. Gılgamış ölümsüzlüğü arama sürecinde ölümsüzlüğe kavuşamamıştır. Caligula Ay’ı ele geçirip ölümsüz olamamıştır. Fakat bu makale açıkça ortaya çıkarmıştır ki; Gılgamış da Caligula da şu kelimeler yazılırken halen yaşıyordur.

NECİP FAZIL’IN ŞİİRLERİNDE “BEN VE ÖTEKİ- YALNIZLIK” TRAJEDİSİ

İnsan, kendi varoluş sebebini arayan ve bunu kavramaya çalışan en soylu varlıktır. Kendini gerçekleştirmek için yaşam ve dünyanın işleyişine kafa yoran insan, böylece kendi ideler dünyasını kurar. Bu süreç insan için birçok çıkmaz ve çatışmayı da doğurur. Çünkü yaşam/dünya ve insan, durmaksızın değişir. Edebî eserler de, bu değişim ve çıkmazların ele alındığı estetik bir alandır. Şiir, masal, destan, öykü ve roman gibi edebî türler, insanın dünya üzerindeki trajik yolculuğunun metne yansımasıdır. İnsan, bu yolculukta kendisinin ve dünyanın farkına varır.

VAROLUŞ FELSEFESİ VE ÖLÜM TEMASININ İLK YAZILI DESTAN GILGAMIŞ VE ALBERT CAMUS’UN CALİGULA ADLI ESERİNDE KARŞILAŞTIRMALI OLARAK İNCELEMESİ - BERAT BEYOĞLU

İstanbul Medeniyet Üniversitesi, 2024

İnsanlık tarihinin ilk yazılı mitinde ve yazıya geçmeden önce de aynı mitin yüzyıllar boyunca anlatıla geldiği göz önünde bulundurulursa, ilk ve en büyük derdimizin ölüm olduğu apaçık bir şekilde ortadadır. Ölümdür bizi var eden. Gılgamış’ı da, Caligula’yı da biçimlendiren ve onları ölümsüz kılan. Bizlerin, ölümsüzlüğü ve imkansızlığı arama sürecimizin sonunda her zaman başarısız olduğumuz gerçekliği, bu başarısızlığın birçok imkansızlığı başarmamızı sağladığını ortaya çıkarmıştır. Gılgamış ölümsüzlüğü arama sürecinde ölümsüzlüğe kavuşamamıştır. Caligula Ay’ı ele geçirip ölümsüz olamamıştır. Fakat bu makale açıkça ortaya çıkarmıştır ki; Gılgamış da Caligula da şu kelimeler yazılırken halen yaşıyordur.

SANAT EĞİTİMİ KAPSAMINDA “GÖRSEL ALGI” VE GESTALT

Yaşamımız boyunca, içinde bulunduğumuz çevre ile uyum içinde olmayı sağlayan duyumlara gereksinimiz vardır. Sanatsal ifade ve anlamayı gerçekleştirebilmek için de herkesin duyumsadıklarından farklı şeyler yapması gerekir. İçinde bulunulan ortamdan, cisimlerden, kişilerden, sembollerden gelen uyaranların görülerek tanınması ve hatırlanması görsel bilgi oluşturma sürecidir. Bu algı biçimi kişilere ve kişilerin deneyimlerine göre değişik-likler göstermektedir. Plastik sanatlar kapsamında görsel algılama becerisini sanat eğitimi süreciyle geliştirmek mümkündür. Tüm eğitim sürecinde müfredatın, pek çok parçaya ayrılmış farklı dersler ile “Görsel Algı”nın desteklendiği görülür. Motor becerileri ve belleğin, yani el-göz-beyin koordinasyonunun doğru şekilde güçlendirilmesi plastik sanatlar içinde önemli bir yere sahiptir. Cisimlerin biçimsel olarak anlamlandırılması için bu doğrul-tuda gelişmiş bir göze ihtiyaç duyulmaktadır. Bir nesneye belli bir süre bakıp daha sonra akılda kalanı çizmeye çalışmak bir görme biçimidir. Bu yöntem zamanla çevremize daha dikkatli bakmamızı sağlayıp alışkanlık haline getirmektedir. Görsel sanatlara karşı duyarlı olmak ender olarak doğuştan gelen yetilerle ilgilidir. Bu duyarlılığı, sadece bakmakla değil, görmenin öğrenilmesi ile geliştirmek mümkündür. Görme öğrenildiğinde sanatçıların es-tetik deneyiminin kaynağını oluşturan fikir ve görsel biçim birlikteliği daha iyi anlaşılır. Birey gözünü açtığı an-dan itibaren kendisini, mesaj bombardımanının içinde bulur. Çünkü görme olgusunun başlaması ile beyinde bu görüntülerin algılanması ve sinir hücrelerinin denetiminin sağlanıp, gereksiz görüntü ve bilgileri ayrıştırması söz konusu olur. İnsanın fizyolojik özelliği göz önüne alındığında, sanatın mağara duvarlarında ilk kez ortaya çıkma-sıyla “Görsel Algı” arasında bir bağlantı olduğundan söz edilebilir. Bu ilişki tarihsel süreç içerisinde pek çok sanatçı üzerinde farklı etkiler yaratmıştır. Bu etkilerin psikologlar tarafından incelenmesi sonucunda “Gestalt Psi-kolojisi”nin temelleri atılmıştır. “Gestalt Psikolojisi” alanında çalışan bilim insanları; “Bütünün, kendisini oluş-turan parçaların toplamından farklı ve büyük” olduğunu savunurlar. Burada anlatılmak istenen, algı mekanizmasının aslında bir örgütleme işi olduğudur. Gestalt ekolü, psikolojide tümdengelim yöntemini kullanarak algı ve bellek üzerine çalışmaları ile bilime katkıda bulunmuştur. Örgütlemenin sonucu olarak karşımıza; “Gestalt İlke-leri” çıkmaktadır. “Görsel Algı”nın yeri bu ilkeler sayesinde netleşir. Bu yöntemlerin, sanat eğitimini destekleyici özelliğini kullanarak; öğrencilerin algılarını geliştirmek mümkün olmuştur. Sanat eğitimi alan öğrencilerin görsel algılarını güçlendirecek çalışmalar yapmak, gördükleri nesneleri akılda uzun süre ve doğru olarak tutma-larını sağlamaktadır. Dokunsal algılarını bu yönde kullanmalarını sağlamanın, görsel belleklerini güçlendirdiği yapılan çalışmalarla saptanmıştır. Bellekten çizim yapma, gördüğü nesnenin formunu hatırlama, gösterilen fo-toğraf ile kendi deneyimleri arasında köprü kurarak yazın dilini zenginleştirme çalışmalarının güçlenmesi saye-sinde, yaratıcı bakışın da geliştiği gözlenmiştir. Yaratıcılığın güçlendiği alanlardan biri de “Görsel Algı”nın kişilere göre farklı yorumlanmasıyla oluşan “Yanılsama”dır. Yanılsama olgusunun “Görsel Algı” içindeki yeri yadsınamaz. Sanatçılara böylesi ilham veren bilim-sel nitelikli ilkeler sayesinde çağdaş sanat beslenmiş, bilim ve sanat arasındaki ilişki çok sıkı bir dostluğa dönüşmüştür. Sonuçta; plastik sanatların genel olarak “görme olgusu” ile temellendirildiği düşünüldüğünde “Görsel Algı”nın geliştirilmesinin ne kadar önemli olduğu bilinmektedir. Etkilenim ve iletişim sayesinde hem sanat öğrencisi ve sanatçı hem de sanat kendini yükseltmiş olur. Güncel Sanat içinde de “Görsel Algı”nın özelliklerinin görülüyor olması aslında önemli bir olgu üzerinde araştırma yapıldığını göstermektedir. Kendini devamlı tekrar etme riski içerisinde olan sanatta, “Görsel Algı”nın geliştirilmesi sayesinde hayal gücüne bir kapı açılır. Yaratıcılığın des-teklenmesinde önemli bir yere sahip olan algı farklılıklarının geliştirilmesi, öğrencilerle yapılan çeşitli egzersiz-lerle mümkün olmaktadır. Amaç, bu tür çalışmaları ve sonuçlarını alanın uzmanlarıyla paylaşmaktır.

AYTÜL AKAL’IN ESERLERİNDE AİLE İÇİ ÇATIŞMA ÜZERİNE BİR İNCELEME

AYTÜL AKAL'IN ESERLERİNDE AİLE İÇİ ÇATIŞMA ÜZERİNE BİR İNCELEME Özet Canlılar yaşamlarını sürdürürken engellerle karşılaşır ve bu engelleri aşarken de çatışmalar yaşar. Birey bazen kendisi bazen de ailesi, irtibat halinde olduğu kişiler, toplumlar ve kurumlarla çatışmalara düşer. Bu çatışmaların önemli bir kısmı, toplumun temel taşlarını oluşturan ailelerde yaşanır. Bireyi ve toplumu çeşitli yönden etkileyen aile içi çatışmalar, sosyal bilimlerin ilgi alanı olduğu gibi her yönüyle insanı konu edinen edebiyatın, özellikle de çocuk edebiyatının ana konularından birini oluşturur. Çocuğu merkeze alan bu edebiyat, çocuğa görelik ilkesiyle hazırlanan eserler aracılığıyla bireyi hayatın gerçekleriyle tanıştırır. Çok sayıda eserle karşılaşan okuyucu, zaman zaman niteliksiz kitaplarla da tanışabilir. Bu da bize çocuk kitaplarındaki niteliği, çocuğa görelik ve çocuk duyarlılığını özümseyen ve bunu eserlerine yediren çocuk edebiyatı yazarlarını hatırlatır. Aytül Akal, çocuğun dünyasını ve edebiyatın niteliklerini özümseyen bir yazar olarak bilinir. O, çocukların kuşaklar arası, aile içi ve günlük yaşamda karşılaştığı çatışmaları mizahî bir üslupla anlatan yazarlardan biridir. Ergenlerin günlük hayatta yaşadığı çatışmaları konu alan bu çalışmada Akal'ın Kızım Ben Çocukken ve Oğlum Ben Çocukken adlı kitaplarında aile içinde gerçekleşen kişinin kendisiyle ve başka bir kişiyle yaşadığı çatışmalar söz konusu edilmektedir.