Sultan II. Abdülhamid Döneminde Nusayrîleri Sünnileştirme Çabaları (original) (raw)

Abdülhami̇d Dönemi̇nde Sansürlenen Pi̇yesler

2018

Tiyatrolarin halki en cok etkileyen ve halka en cabuk ulasan bir ozelliginin oldugu bilinmektedir. Basbakanlik Osmanli Arsivlerinden elde edilen evraklar neticesinde II. Abdulhamid donemi sansurunde muzir (zararli) olarak degerlendirilen eserlerin basinda piyeslerin geldigi gorulmektedir. Buna neden olan bircok sebep vardir. Bunlardan biri, bu donemde bircok kisinin tiyatroyu kullanarak, siyasi fikirlerini edebiyat uzerinden herkese aktarmaya calismis olmasidir. Sansur memurlari tarafindan diger nesir turleri gibi tiyatrolar da dikkatlice incelenmis ve muzir gorulenlerin ne tab’ina (basimina) ne nesrine ne de icrasina izin verilmistir. Piyeslerden ve tiyatrolardan hangilerinin sahnelenmesine ve basimina nicin izin verilmedigi sorusu arsiv belgeleri dogrultusunda cevaplanmaya calisilmistir. Bu calisma [1] , II. Abdulhamid donemindeki edebi hayata ve basin hayatina isik tutmak amacli hazirlanmistir. Calisma Basbakanlik Osmanli Arsivinden alinan orneklerle desteklenmektedir. Calismanin...

Nusayrî Aleviler

Türk Kültürü Hacı Bektaşi Veli Araştırma …, 2005

Ali'ye aşk ile, akl ile yârem Nusayri'yem ki bir kula uyarem Nusayri'yem, Nusayri'yem, Nusayri Ne ölmüşem, ne hod sağım, ne sayri.2 Aleviliğin bir kolu olan Nusayrilik, 11. İmam Hasan Askeri'nin öğrencisi ve yakın dostu Ebu Şuayb Muhammed bin Nusayr el-Basri en-Nümeyri (öl. H. 270, M. 883) tarafından IX yy. da kurulan; Abu Abdullah al-Huseyin ibn Hamdan al Hasibi (öl. Halep 957/58)3 tarafından geliştirilen, İslâmiyet'in bâtıni yorumuna, tasavvufa, tenasüh (ruh göçü; métempshychose), Hulûl (Réincarnation) nazariyesine, Ehl-i Beyt sevgi ve saygısına dayanan bir inanç sistemidir. Etimolojik (köken) olarak Nusayri sözcüğü, Nusayriliğin kurucusu İbn Nusayr'den gelmektedir. Bazı batılı bilim adamları, bu sözcüğün Hristiyanlıkla eş anlamda kullanılan Nasrani (nazaréen, Hz. İsa'nın doğduğu kent Nazareth) veya Suriye ve çevresinde yaşayan Nazereni adlı bir topluluktan geldiğini ileri sürmektedirler. Kimi gezginler ise, Nusayrilerin sığındığı Kuzey Suriye'de bir dağ kütlesinin adı olan Ansariye (Cebel) ismini bu anlamda kullanmışlardır.4 İslâm tasavvufu ve özellikle Hallacı Mansur'la ilgili geniş çaplı araştırmaları olan Fransız şarkiyatçı Louis Massignon'a göre, Nusayri tabirinin idari, içtimai (sosyal) ve dinî olmak üzere üç anlamı vardır: İdari bakımdan bu tabir, Suriye'deki Ansariler dağına (eski Cabal Lukkam) delâlet eder; Âsi nehrinin garbında (batısında) eski Lazikiya livâsı (sancağı, vilayeti) olup, cenup (güney) kısmında büyütülmüş ve 1920'den başlayarak burada bir Alevi devleti kurulmuştu. 1933 sonunda nüfusu 334.173 olup, bunun 213.066'sını Nusayriler teşkil ederdi. Şahyun'un şimâlinde (kuzeyinde) ve Banyias'ta yaşayan Sünnilerin sayısı 61.817; Kadmus ve Masyaf'ta bulunan İsmaililer 5.669; al-Hişn ve Tartus'un şimalinde oturan ve çoğu Ortodoks olan Hristiyanlar 53.604 kurulmuş idi; memleketin idari taksimatı iki sancak ve sekiz kazadan ibâret idi: Lazikiya Şahyun (Haffa), Cabala, Tartus, Markab (Baniyas), İmraniya (Tell Kallah), Şafita al-Hişn (Maşyaf); mütehammil ve çalışkan köylü halkı tütün, ekmek ve ipek böceği yetiştirmekle meşguldür (M. Hartmann, ZDPV, 1891, XIV, 151-255).

İhtida/Tashih-i İtikad ve Takiye Tartışmaları Altında Osmanlı'nın Son Döneminde Nusayrîler / Nusayris in the Last Period of the Ottoman Empire under the Discussion of Conversion/Correction of Belief and Dissimulation

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2019

Özet XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı hâkimiyetine giren ve devamlı olarak isyanlarla gündeme gelen Nusayrîlerin yaşamı, bütün Osmanlı halkı gibi XIX. yüzyılda değişmeye başlamıştır. Bu süreçte öncelikle yaşadıkları Cebel-i Nusayriye bölgesinin sosyo-ekonomik zorlukları nedeniyle kuzeye doğru göç eden Nusayrîlerin bir kısmı, Antakya ve Çukurova bölgelerine yerleşerek kendilerine yeni bir yaşam kurmuşlardır. Tanzimat ile birlikte her alanda başlayan değişim sürecinde Nusayrîler, yaşadıkları bölgelerde toplumun bir parçası olmak ve sosyo-ekonomik fırsatlardan herkes gibi faydalanabilmek adına önemli bir mücadele yürütmüşlerdir. Bu uğurda, yüzyılın ikinci yarısından itibaren, katı bir şekilde bağlı bulundukları inançlarından vazgeçerek devletin resmî İslam anlayışını temsil eden Ehl-i Sünnet itikadını dahi benimsediklerini ifade etmişlerdir. Öyle ki yüzyılın sonlarına doğru yüz binden fazla Nusayrînin Sünnî olduğu belgelere yansımıştır. Bu çalışma, camilerde diğer Müslümanlarla ile birlikte ibadet etmek isteyen, devletten okul ve cami yapılmasını talep eden ve Sünnî olduklarını ifade eden Nusayrîlerin bu davranışına karşı, Sünnî ahalinin verdiği tepki ve devletin konuya yaklaşımı üzerine odaklanmıştır. Arşiv vesikaları başta olmak üzere, yerli ve yabancı kaynaklardan elde edilen veriler ışığında, Nusayrîlerin Sünnîliği benimseme iddiası ve takiye tartışmaları ele alınmıştır. Abstract The life of Nusayris, came under the domination of the Ottoman Empire in the earlier of the 16th century and were remembered with continuous rebellions, began to change in 19th century like other people of the Ottoman Empire. In this period, they migrated from Cebel-i Nusayriye to the North because of socio-economic difficulties. Some of them settled down Antioch and Çukurova. As a result of Tanzimat Era, Nusayris campaign to benefit social and economic opportunities and to be part of the society where they lived. Therefore, they said accepted Ehl-i Sünnet which was an official faith of the state while they abandoned their fundamental beliefs in the second half of the century. As understood from the archive documents, more than one hundred thousand Nusayris converted to Sunni Islam. This paper focuses on reactions of Sunni people and approach of the state towards Nusayris who demanded schools and mosques from the state by defining themselves as Sunni. In the light of archive documents and information which were gathered from native and foreign sources, their conversion and dissimulation debates are discussed

Sahîh-i Buhârî Neşirleri: Sehârenpûrî Neşri ile II. Abdülhamid Neşrinin Karşılaştırılması

2013

Sahih-i Buhâri, Islâm tarihi boyunca en fazla kabul ve ilgiye mazhar olan temel hadis kaynaklarindan biridir. Buhâri’nin Sahih’i uzerine yuzlerce calisma yapilmis olup bunlarin bir kismi eserin sonraki nesillere intikalini saglayan nushalariyla ilgilidir. VII./XIII. asirda Sagâni ve Yunini tarafindan gerceklestirilen edisyon calismalariyla Sahih-i Buhâri’nin en sahih versiyonlarinin gunumuze kadar ulasmasi temin edilmistir. XIX. asra gelindiginde Hindistanli hadis alimi Ahmed Ali Sehârenpuri tarafindan basta Sagâni edisyonu olmak uzere muhtelif Buhâri nushalari dikkate alinarak ilk tam metin Sahih-i Buhâri nesri 1851-1853 yillari arasinda Delhi’de gerceklestirilmistir. El yazisi ile ve Sehârenpuri’nin hasiye ve notlariyla birlikte buyuk boy iki cilt halinde yapilan bu baski sonraki donemde Hind Alkitasi’ndaki medreselerin degismez metinlerinden olmustur. 1893-1895 yillari arasinda Sultan II. Abdulhamid’in Ezher ulemasina yaptirdigi nesir ise, Sahih-i Buhâri’nin en makbul ve ilmi edi...

Sultan Nûreddîn Zengî’nin Yaşamında Sûfîlerin Yeri ve Onun Dönemindeki Tasavvufî Faaliyetler

Hitit İlahiyat Dergisi

Sünnî kimliğiyle bilinen Zengîler devletine en parlak dönemini yaşatan hiç kuşkusuz Nûreddîn Zengî (ö.569/1174.)'dir. Babasının ölümünden sonra devletin başına geçen Nûreddîn Zengî, o dönemde mezhep ve siyasi mücadelelerle sarsılan İslâm dünyasını Haçlı saldırılarına karşı koruyarak Müslümanların lideri olmuştur. Nûreddîn Zengî, başarılı bir devlet adamı olduğu gibi, aynı zamanda bir teşkilat adamı olarak hâkim olduğu yerlere medreseler, ribâtlar, hânkâhlar, camiler, imâretler, kervansaraylar ve hastaneler yaptırmıştır. Toplumu Sünnî kimlik etrafında buluşturup güçlendirmiş, toplumla devlet arasında sağlam bir bağ inşâ etmiş ve Kudüs’ün fethini sağlayan ortamı hazırlamıştır. Büyük bir mücahit ve üstün niteliklere sahip bir devlet adamı olan Nûreddîn Zengî, aynı zamanda samimi dindarlığı, tevazu ve adaleti ile herkesin takdirini kazanmıştır.Ülkesini sûfîlerin merkezi haline getiren Nûreddîn Zengî’in adı tasavvuf ehli ile anılmıştır. O, sûfîlerin şeyhlerine meclisinde yer vermiş, ...

Sultan II. Abdülhamı̇d Devrı̇nde Hakkârı̇ Sancağında Beledı̇yecı̇lı̇k Faalı̇yetlerı̇//Munıcıpalıty Attempts In Hakkarı In Abdulhamıd II Era

Cumhuriyet Devrinin Bir Serhat Vilayeti Hakkari Uluslararası Sempozyumu-Bildiriler, 2020

Tanzimat’ın ilanını müteakip gelişmelerle hukuki altyapısı sağ- lamlaştırılan 19. yüzyıl Osmanlı modernleşmesi, idari, siyasi, askeri, kültürel hususlar gibi birçok alanda yeniliğe vesile olmuştur. 19. yüz- yılın başlıca önemli gelişmelerinden biri de belediyecilik faaliyetleridir. Bu dönemin büyüyen kent olgusu çerçevesinde şekillenen belediyeciliğin ilk örneği 1854’te İstanbul’da hayata geçirilmiştir. Taşrada ise bu usul 1864 Vilayet Nizamnamesi ile gündeme gelmiştir. İdari yapılan- madaki dönüşümlerin etkisiyle 1867’de kapsamı genişletilen nizamname çerçevesinde belediyecilik mümkün mertebe bütün Osmanlı vilayetlerinde uygulanmaya çalışılmıştır. Temizlik, şehir planı, sağlık, imar ve bayındırlık gibi faaliyetlerle mükellef tutulan belediyelerin asıl yaygınlaşma dönemi ise II. Abdül- hamid devrine denk gelmektedir. Bu dönemde çıkarılan kanun ve ni- zamnameler ile belediyelerin görev alanları genişletilmiş ve idari birim niteliğindeki her kazaya bir belediye dairesi kurulması benimsenmiş- tir. Fakat dönemin mali ve askeri koşulları her yerde belediye dairelerinin kurulmasına müsaade etmemiştir. Sınır boylarından birini teşkil eden ve II. Abdülhamid devrinin ilk yıllarında vilayet ile sancak sta- tüsü arasında el değiştiren Hakkâri, 1889’da kesin bir şekilde sancak olarak Van vilayetine bağlanmıştır. İdari yapılanmadaki sürekli dönüşüm ve asayişsizliğin varlığı, buradaki kurumsallaşmayı doğrudan et- kilemiştir. Sözgelimi 19. yüzyılın son yıllarına gelindiğinde bile Hakkâri sancağının bazı kazalarında belediye dairesi mevcut değildi. Osmanlı arşiv vesikaları esaslı yürütülen bu çalışmada tespit edilen verilere göre ilgili dönemde Hakkâri sancağındaki belediyeler, görev tanımları itibariyle birçok hususla mükellef olsa da büyük çoğunlukla sağlık işleriyle anılmıştır. Bunun sebebi ise bu dönemde ihmal edilmesi mümkün olmayan salgın hastalıkların yaygın olmasıydı. Belediye tabipleri aracılığıyla halk sağlının korunmasına dair çalışmaların yü- rütüldüğü bu dönemde Hakkâri sancağındaki belediyelerin bütçeleri- nin düşük olması tabip ihtiyacının karşılanmasında zorluklara sebep olmuştur. Osmanlı arşiv vesikaları, dönemin salnameleri ve muhtelif kay- nakların kullanımı ile Hakkâri’deki belediyeciliğin niteliği ve beledi hizmetlerinin önündeki engeller ile belediyecilik tanımına giren işle- rin nasıl icra edildiği bu bildirinin konusunu teşkil etmektedir. Böy- lece Tanzimat yenilikleri çerçevesinde geliştirilip II. Abdülhamid dö- neminde yaygınlaştırılan ve modern kent olgusunun önemli bir par- çasını teşkil eden belediyeciliğin Hakkâri’ye yansıması izah edilmeye çalışılacaktır.//Ottoman modernization period with Tanzimat in 19th century was the transition process through which innovations occured in ad- ministrative, political, military and financial areas. The movements in the area of municipality was one of these innovations in that era. The first example of municipality appeared in “Şehremaneti” in İstanbul which was the capital city of Ottomans in 1854. The transition of the rest of the country to modern municipality was provided by 1864 Re- gulation which was called as “Vilayet Nizamnamesi”. In the following years, with the implementation of the new laws, government tried to establish municipalities in all of the regions. Municipalities were loaded with public works, cleaning and health care. The main institutionalization of Ottoman municipalities was after the period of Abdulhamid II. At that time, the duties and authori- ties of the municipalities were extended. Also the administrators ai- med to establish the municipalities in each “qazas”, however financial and military conditions through the 19th century could not provide that. Hakkâri was a border region and its administrative statutes chan- ged between “sanjak” and “vilayat” during Abdulhamid II era and fi- nally it was added into the “vilayat” of Van as a “sanjak” in 1889. The continous changes in administrative status and insecurity problems di- rectly affected Hakkâri’s institutionalisation. For instance, some qazas of Hakkâri did not have municipalities even in the last years of 19th century. Based on the archives of Ottoman period, this study shows that municipalities in Hakkâri were mostly popular with health-related du- ties. The result of that was the common epidemics in that era, which could not be underestimated. Doctors of the municipality struggled with the protection of health of the society. As the financial sources of Hakkâri municipalities were limited, there were difficulties in finding necessary doctors for that area. In this study, the documents from that era and the other sources will be used to show how municipality worked in Hakkâri and the problems they had in that era. As municipalities were an important part of modernization of the cities, the attempts for founding munici- palities in Abdulhamid II era will be shown through the example of Hakkâri.

Selahaddin Eyyûbî Zamanında Nusaybin Nisibis in the Era of Saladin Ayyubi

Mukaddime, 9/2, 2018

Öz: Nusaybin, Anadolu'nun kadim şehirlerinden birisidir. Şehir, Asurlulardan günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve çok sayıda olaya sahne olmuştur. Selahaddin Eyyûbî zamanında Nusaybin'den geçen ünlü gezgin İbn Cübeyr, şehir ve çevresi hakkında olumsuz bir tablo çizmiştir. Musul'dan Nusaybin'e ve oradan Düneysir'e kadar yol emniyetinin bulunmadığını, kervanların yanı sıra Nusaybin şehrinin sıklıkla haydutların saldırılarına maruz kaldığını kaydetmiştir. Makalede; Selahaddin Eyyûbî'nin, Zengî hanedanına karşı iktidar mücadelesi verdiği zamana denk gelen bu seyahat sırasında dile getirilen problemin sebepleri üzerine odaklanmıştır. Bu çerçevede şehrin o dönemdeki coğrafi ve idari yapısının yanı sıra bölgedeki siyasi hareketliliğin yansımaları da ele alınmıştır. Ayrıca etnik ve dinî hareketler ile kıtlık ve depremler gibi hem siyasî hem de ekonomik olarak toplumu huzursuz eden hadiseler ayrı başlıklar halinde işlenmiştir. Abstract:Nisibis is one of the ancient cities in Anatolia. The city has hosted many civilizations from the Assyrians Era to the nowadays, and has become the scene of numerous incidents. Ibn Cubayr, who passed through Nisibis in the time of Saladin Ayyubi, draw a negative picture about the city and its surroundings when it crossed to Nisibis. He noted that there was no road safety from Mosul to Nisibis and from there to Dunaisir also he added that besides the caravans, the city of Nisibis was frequently exposed to attacks by bandits. This article focuses on the causes of the problem raised during the journey, which corresponds to the time of Saladin's struggle for power against the Zangi dynasty. In this framework, the geographical and administrative structure of the city at that time, as well as the reflections of the political mobility in the region are discussed. In addition, both political and economic matters, * Doç.Dr., Şırnak Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, İslam Tarihi Anabilim Dalı, huseyingunes072@hotmail.com

Sultan II. Abdülhamid Döneminde Mâbeyn-i Hümâyûn

2016

Mâbeyn; "Mâ" ve "Beyn" kelimelerden oluşan Arapça bir terkip olup "iki şeyin arası" anlamına gelir. "Mâbeyn-i Hümâyûn", "Mâbeyn-i Hümâyûn-ı Cenâb-ı Mülûkâne" olarak da kullanılırdı. Bununla beraber, "Mâbeyn" denince, genel olarak bir yönetim yeri olarak Saray anlaşılırdı. 1 Kaynaklarda, Sarayların resmî bölümüne neden bu adın verildiğine dair net bir bilgiyi tespit edilememektedir. Bununla beraber, Osmanlı saraylarının Mâbeyn dairelerinin işleyişi ve kadrosu incelendiğinde bu tanımlamanın ipuçları belirmektedir. Bu bağlamda Mâbeyn-i Hümâyûn'un işleyişinde belirleyici rol ve etkileri olan mâbeynciler sarayla dış daireler arasındaki irtibatı sağlarlar; huzura kabule edilecek yerli ve yabancı devlet adamlarının sarayda karşılanması ve ağırlanması işleri ile ilgilenirdi. Sarayla dış dünya arasındaki bu köprü ve iletişim görevinin, kendilerine "mâbeynci" isminin verilmesinin nedeni olduğu değerlendirilmektedir. Buradan hareketle mâbeynci'nin görev yaptığı yer olarak Mâbeyn-i Hümâyûn ise "sarayla dış dünya arasında iletişimin sağlandığı, sarayın ve dolayısıyla devletin en üst düzeyde temsil edildiği bir merkez" olarak da değerlendirilebilir. Mâbeynci yerine "yakın" anlamına gelen "karîn", başmabeynci yerine de "serkurena" ifadesi kullanılırdı. Karîn kelimesinin çoğulu olan kurenâ ise "mâbeynciler" anlamında yerine geçerdi. 2 XIX. Yüzyıl öncesi Osmanlı sarayında bu vazifeyi "kapı ağası" ya da kapıcılar kethudası" görürdü. Padişaha bir meselenin doğrudan arz edilmesi, ya da huzuruna çıkılacak olanlara eşlik edilmesi, sarayın iç düzeni ile ilgili her konuyla ilgilenmek kapı ağasının vazifeleri arasındaydı. Kapı ağasının emri altında olmakla beraber hasodabaşı da doğrudan padişahın hizmetinde bulunan ve şahsi hizmetlerini yerine getiren sarayın en büyük memurlarındandı. Modernleşme sürecinden önce saraydaki bu iki vazife, yani kapı Ağalığı ve hasodabaşılık görevleri mâbeynciliğe dönüştürülmüştür 3 .