DOĞU-İSLAM UYGARLIĞININ YÜKSELİŞİNİN NEDENLERİ (original) (raw)
634 yılından 750 yılına kadar Hindistan'dan Cebeli Tarık Boğazı'na kadar İslam Devrimi'nin bayrağı altında büyük bir imparatorluk kuran Araplar, batı ve doğuya yönelik fetih hareketine giriştiklerinde, sanıldığının aksine, uygarlık alanında bayağı ilerlemiş bulunuyorlardı. Arap Kavminin Birleşme Sancıları Arabistan'ın girişimci tüccarları, daha 6. yüzyıldan itibaren Güney Yemen'le Hindistan arasındaki deniz ticaretine hükmediyorlardı. Gene o dönemler, çok sayıda Arap kabilesi, Bizans hükümdarıyla işbirliği yapmakla kalmıyorlar bir de onun adına paralı askerlik yapıyorlardı. Hatta bunlardan bir kısmı bu süreçte Hıristiyanlaşmıştı da. Bu zeminde Yunan ve Roma kültürü de, Arap yarım adasına kadar sokulmuş bulunuyordu. Suriye, tamamen Bizans'ın etkisi altına girmiş ve kimi Arap aşiretlerinin ilişkisi memuriyet derecesindeydi. 1 İskender ise, daha önceki çağlarda Yakın Doğu'yu ve Mısır'ı topraklarına katmış ve oraları Hellen uygarlığının etki alanına dahil etmişti. Birinci yüzyıllardan itibaren de Mısır'ın Kopt şehirlerinin neredeyse yarısı Araplardan oluşuyordu. Ayrıca Araplar, hemen hemen 1. yüzyıldan itibaren Kuzey Arabistan'da, Suriye ve Irak'ta, yani Roma ve Sasani devletleri sınırlarında tarihte önemli roller de oynamış devletler de (Gassaniler, Hireliler, Kindeliler) kurmuşlardı. 2 Bu nedenle müslüman Araplar, üzerinde yaşadıkları toprakların geçmişte, hangi uygarlıkları barındırdıklarını da biliyor ve özellikle Mısır ve Asurlulardan, kültürel olarak da etkilenmişlerdi. Bundan dolayı çok sayıda kabilenin göçebe hayatına rağmen Araplar, şehir hayatının tadına varmışlar ve yerleşik düzenin ilk sancılarını çekiyorlardı. 3 Ardından 4. yüzyıldan itibaren Hint-Çin ticaret yolunun karadan ve denizden Sasanilerin denetimine girmesi, Arabistan'da büyük bir belirsizliği de neden oluyordu. Çünkü Araplar, ticaret yolunun değişmesiyle ekonomik bir çöküntüye sürükleniyorlardı. Böylelikle Batı da, bu gelişmeyle tam 1000 yıl boyunca siyasi ve ticari üstünlüğünü Doğu'ya kaptırmış oluyordu. Bu, dıştan kaynaklanan karışık sürece, bir de " Arap asaleti " olarak bilinen kavimlerarası kavga, yağma ve soygunculuğun yoğunlaşması da eklenmişti. Kervan ganimetlerinin paylaşılması yüzünden çıkan kavgalar, birbirine kurulan pusular, birbirlerinin kaçırılan sürü ve kadınları ve ilelebet süren kan davaları, Arapları, ortak bir dayanışma ruhundan alıkoymuştu. Ne varki, ticaret yolunun değişmesinden kaynaklanan ekonomik çöküntüye bir de Arap topraklarına yapılan Habeş ve Pers saldırıları eklenince, Arap bilincinin değişmesi ve toplumsal dayanışma farz olmuştu. 4 Bu dönemde Mekke, neredeyse bir kaç bin yıldır, siyasi ve dini merkezi yapısıyla, ticarette oynadığı rolüyle ve sık sık kurulan panayırlarıyla, Hicaz bölgesinin başını çekiyordu. Bu nedenle de içten içe kaynıyor ve bu haliyle, patlamaya hazır bir yanardağını andırıyordu. Bu sırada Mekke aristokrasisi de boş durmuyor, ele geçirdiği bir kaç bin yıllık dini ve ticari imtiyazlarını korumak için halk üzerindeki baskı ve sömürüsünü de artırıyordu. Tüm bu şartlar, bölgede toplumsal bir değişimi, tarihsel bir sıçramayı, hem olanaklı hem de zorunlu hale getirmişti. Aslında Mekke, Kabe'nin 2000 yıllık kuruluşundan bu yana bölgenin dini merkeziydi. Fakat Muhammed'in peygamberliği döneminden kısa bir süre öncesine kadar yoğun bir siyasi karmaşanın arenası olmuş ve bu nedenle de bölge halkı çok sayıda peygamber adayının