VÂHİDÎ'NİN KISSA-İ SEYYİD CÜNEYD VE REŞÎDE-İ ARAB VE SERGÜZEŞT- İ ÎŞÂN TERCÜMESİ ÜZERİNE (original) (raw)

DEĞERLER EĞİTİMİ YÖNÜNDEN KLÂSİK HİKÂYELERİMİZİN ÖNEMİ: KISSA-İ SEYYİD CÜNEYD VE REŞÎDE-İ ARAB ÖRNEĞİ

Eğitimde, bireye toplumsal değerleri kazandırmak ve bu değerleri sonraki nesillere ulaştırmak adına uygulanan birden çok yöntemden bahsetmek mümkündür. Değerler eğitiminde edebî eserlerden faydalanma yöntemi de bunlardan biridir. Klâsik eserlerimiz arasında değerler eğitimini doğrudan ilgilendiren pendnameler veya nasihat içeren eserlerin yanı sıra farklı konularda kaleme alınan mesneviler, manzumeler ve mensur olarak yazılan hikâyeler de mevcuttur. Bu eserlerin büyük bir kısmının, değerler eğitimi bağlamındaki ideal insan tipinin gelişiminde ortak bir paydada birleştiği görülür. Bu eserler arasında yer alan hikâyelerden biri de Kıssa-i Seyyid Cüneyd ve Reşîde-i Arab'dır. XVI. yüzyılda Farsçadan Türkçeye tercüme edilen hikâye, Seyyid Cüneyd ile Reşîde-i Arab'ın arasındaki aşkı, onların başından geçen olayları ve onları bulmaya çalışan şahısların macerasını içermektedir. Toplumsal değerlerin ve ahlakî düşüncelerin de yer aldığı bu hikâyede, İslâmiyet'i yayma, Hz. Muhammed'in dinî öğretilerini benimsetme ve Hz. Ali, Hz. Hamza gibi dinî şahsiyetlerin yaşam tarzlarını anlatma adına pek çok şeye temas edildiği görülür. Hikâyede nasihat, hikmet, cömertlik, vefa, tevazu, muhabbet, dostluk, sadakat, yardımlaşma, aile birliği, dinî değerler, merhamet, onurlu olma, kanaat, sabır, saygı gibi pek çok toplumsal değer de yer alır.

ŞEMSEDDİN SİVÂSÎ'NİN KASİDE-İ BÜRDE TERCÜMESİ

Kendisinden ihsan beklenen veya otoritesinden korkulan bir hükümdarın övgüsünün ele alındığı Cahiliye dönemi şiiri kaside, methiye, hiciv, iftihar ve tasvir olmak üzere dört temel konuyu işlemiş İslâm'ın inanç ve ahlâk prensipleri ile çelişen temalar zamanla yerini Kuran'dan mülhem İslâmî değerlere bırakmıştır.

SA'DÎ-İ ŞÎRÂZÎ'NİN GÜLİSTÂN İSİMLİ ESERİ'NİN TÜRKÇE TERCÜMELERİ

ÖZET Sa'dî-i Şîrâzî, İran Edebiyatı'nın en tanınmış ve önemli simalarından olup, haklı olarak dünya edebiyatında bir mevki kazanmıştır. Gülistân Sa'dî'nin en çok şöhret kazanmış olan ve ahlâkî hikâyelerden meydana gelen bir eseridir. Bu eser, yazılışından beri islâm âleminde münevver kitlelerin büyük bir çoğunluğu, bilhassa sünnî müslümanlar tarafından zevkle ve takdirle okunmuştur. XX. yüzyılın başlarına kadar muhtelif islâm ülkelerinin medreselerinde Fars dili ve edebiyatı öğrenimi için bir ders kitabı olarak da kullanılmış ve bu arada bir çok dile tercüme edilmiştir. Yüzyıllar boyunca taklit edilemeyen güzel bir üslûpla yazılan bu eserde bulunan hikâyeler arasına serpiştirilen şiir parçaları, gerek şiir sanatı gerekse dil ve kullanılan kelimeler ile mazmunlar bakımından kendine has bir özellik taşır. Eserde bulunan bir çok nâdir kelime, tabir ve mazmunlar ile zarif ve ince nükteler İranlı olmayanlar için olduğu kadar, bizzat İranlılar için de anlaşılması güç bir mahiyet arzeder. Bu güçlük tabi-atiyle İranlı olmayanlar için daha çoktur. Bundan dolayı eskiden beri Gü-listâna dair diğer dillerde olduğu gibi bir çok Türkçe tercüme ve şerhler yazılmıştır. Bu çalışmada önce Gülistân, daha sonra Türkçe tercümeleri; Türkçe, Arapça ve Farsça şerhleri; Farsça nazireleri ve Gülistân için yazılan Türkçe sözlükler hakkında bilgi verilmiştir.

KAVÂİD-İ FIKHİYYE BAĞLAMINDA SUYÛTİ’NİN EL-EŞBÂH VE’N-NEZÂİR İSİMLİ ESER

Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi, 2022

Fıkıh ilminin olgunlaşmasıyla birlikte fıkhî miras, farklı bakış açılarıyla incelenmeye başlamıştır. Buna bağlı olarak da kavâid, fürûk, eşbâh ve'n-nezâir, tahrîcü'l-fürû 'ale'l-usûl, nevâzil, vâkıat gibi konuları ele alış tarzı, amaç ve işlevleri hem muhtevâ yönünden hem de teknik açıdan birbirinden farklı yazım türleri ortaya çıkmış ve zamanla kavâid düşüncesini ele alan zengin bir literatür meydana gelmiştir. Ortaya çıkan bu alt edebî türler, fıkıh ilminin dinamik yapısına işaret etmekle beraber, hükümlere ulaşmada büyük bir kolaylık sağlayarak fıkıh ilminin ilkesel yönünü göstermesi açısından büyük bir önemi haiz olduğu söylenebilir. Fer'î meseleler arasındaki benzerlik ve farklılıkları konu edinen eşbâh ve'n-nezâir ilmi de bu yazım türlerinden biridir. Fıkıh ilmi açısından Şâfiî fakihlerin öncülüğünde ortaya çıktığı bilinen "el-Eşbâh ve'n-Nezâir" isimli çalışmalar, kavâid düşüncesine yeni bir boyut kazandırarak fıkıh ilminin gelişimine katkı sunmuştur. Kavâid düşüncesine kazandırılan bu boyutun sınırlarını göstermesi açısından Celâleddin es-Suyuti'nin (v. 849-911/1445-1505) kaleme aldığı el-Eşbâh ve'n-nezâir isimli eserinin incelenmesi, son derece önemlidir. Bu çalışmada fıkıh ilmi açısından el-Eşbâh ve'n-nezâir geleneği hakkında özet bilgilere yer verilip Suyuti'nin eseri teknik ve muhteva açısından incelenecektir. Ardından Suyuti'nin eserinin kavâid düşüncesinde edindiği konum hakkında değerlendirmelerde bulunulacaktır.

MUHAMMED HAYÂT ES-SİNDÎ’NİN (ö. 1163/1750) FETHU’L-VEDÛD ‘ALÂ VAHDETİ’L-VÜCÛD İSİMLİ VAHDET-İ VÜCÛD REDDİYESİNİN TAHKİKİ VE ELEŞTİRİSİ

A CRİTİCAL EDİTİON AND CRİTİQUE OF MUḤAMMAD ḤAYĀT AL-SİNDĪ'S (D. 1163/1750) REFUTATİON OF WAḤDAH AL-WUJŪD İN HİS WORK ENTİTLED FATḤ ALWADŪD `ALĀ WAḤDAH AL-WUJŪD, 2018

Abstract Ibn ‛Arabī's (d. 638/1240) interpretation of tawḥīd (oneness of God) in the form of waḥdah alwujūd (oneness of being) has hitherto been a topic on which the most works have been authored in favor or against it, that is to say, a topic most written on in its refutation and defense. It is possible to explain the criticisms of those who do not accept waḥdah al-wujūdcentered Sufism, which had established Ibn ‛Arabī as its pioneer, as criticisms of waḥdah alwujūd rooted in critiques that are mostly from those who reject Sufistic interpretations of the religion and accept Sufism prior to Ibn ‛Arabī. Muḥammad Ḥayāt al-Sindī was a Sufi belonging to the Naqshbandi tariqah who had followed Ibn Taymiyyah (d. 728/1328) and, like him, accepted to a large extent pre-Ibn ‛Arabī Sufism and negated Ibn ‛Arabī and his followers. At the same time, Ḥayāt al-Sindī was one of the most influential teachers of Muḥammad b. ‛Abd al-Wahhāb (d. 1206/1792) who was foremost to principally reject Sufistic interpretations of the religion. This paper will present a critical edition of Ḥayāt al-Sindī's narrations and refutations of Ibn ‛Arabī, Konevī (d. 673/1274), Tilimsānī (d. 690/1291), and Ibn Fāriḍ (d. 632/1235) which was compiled under Fatḥ al-Wadūd `alā Waḥdah al-Wujūd, and in addition it will comparatively analyze it with another one of his Sufi works, Sharḥ al-Hikam al-‛Atāiyyah and al-I‛ānah al-Samadiyyah fī al-Ṭarīqah al-Naqshbandiyyah, and discuss the consistency of the refutation. The intended objective in translating and presenting a critical edition of Ḥayāt al-Sindī's criticism of waḥdah al-wujūd in Fatḥ al-Wadūd and partially comparing it with Sindī's other Sufi work, and attempting to present Ḥayāt al-Sindī. Keywords: Muḥammad Ḥayāt al-Sindī, Tasawwuf, Waḥdah al-Wujūd, Refutation, Critique of Refutation

İBNÜ'L-ARABÎ'NİN NİYAZÎ-İ MISRÎ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: RİSÂLE-İ VAHDET-İ VÜCÛD ÖRNEĞİ

Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi, 2018

İslam tarihinin teşekkül sürecinden günümüze değin dinî, iktisadî ve ilmî muvacehelerle öne çıkmış şehirler vardır. Şehirleşmeler Hicaz coğrafyasında Medine ile başlamış, Müslümanların Akdeniz havzasına inmesiyle birlikte Irak’ta Bağdat, Şam, Basra; Mısır’da Kahire, Fustat; Endülüs’te Zehra, İşbiliye, Tuleytula (Toledo) ve Anadolu’da Konya, Kayseri ve İstanbul gibi şehirlerle İslam düşüncesi Ortaçağ dünyasına yayılmıştır. Nitekim Malatya da bu zengin atmosfere katkı sağlayan şehirlerden biridir. İbnü’l-Arabi, Sadreddin Konevî, Niyazî-i Mısrî gibi birçok mutasavvıfa ev sahipliği yapmıştır. Şüphesiz oluşan bu tasavvufî hava gerek şehre gerekse şehrin sakinlerine sirayet etmiştir. Tebliğimizde aynı zamanı paylaşmasalar da aynı şehri ve metafiziksel zemini paylaşan İbnü’l-Arabî’nin Niyazî-i Mısrî üzerindeki etkisi üzerinde duracağız. Muhyiddin İbnü’l-Arabî (638/1240) Endülüs’te doğmuş, doğduğu yerde durmayıp birçok beldeye seyahatte bulunmuştur. İsmi gibi gittiği yerleri diriltmiştir. Bu coğrafyalar arasında Malatya sayılı bir yer tutmaktadır. Malatya’nın irfanî geleneğinin müessisi denilse yeridir. İbnü’l-Arabî etkisi asırlar boyu devam etmiş, birçok kişinin düşünce dünyasına nüfuz etmiştir. Bunlardan biri de Malatya’da doğup Diyarbakır, Mardin, Mısır, Bursa, İstanbul ve birçok Arap ve Rum diyarını gezip nihayet bugün sınırları Yunanistan’da olan Limni’de sürgündeyken 1105/1694 yılında vefat eden Niyazî-i Mısrî’dir. Her iki mutasavvıfın da birer ilim ve irfan ummânı olmaları hasebiyle bu etkiyi Niyazî-i Mısrî’nin Risâle-i Vahdet-i Vücûd adlı eseri ile sınırlandıracağız. Eser ismiyle müsemma olup vahdet-i vücuda dair bilgileri ihtiva etmektedir. Niyazî-i Mısrî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirmiş olduğu vahdet-i vücûd nazariyesi üzerinde durmuş birçok ayeti ve hadisi bu düşünce ile tefsir edip açıklamıştır. Bunun yanında başta kendi şiirleri olmak üzere Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesîmî, Mevlânâ Hüdavendigâr gibi mutasavvıf şarihlerin Farsça ve Türkçe şiirleriyle sözü geçen ayet ve hadislere yapmış olduğu tefsirlerin etkisini pekiştirmiştir. Özellikle İbnü’l-Arabî’nin sıfat nazariyesini ele alan yazar özelde insanı genelde bütün âlemleri bu sıfatların tecellileri olarak işlemiştir.

SEYYİD SÜLEYMAN AŞKÎ'NİN KERBELÂ HADİSESİNE DAİR RİSALESİ: HÜLÂSA-İ VÂVEYLÂ SEYYİDÜ'Ş-ŞÜHEDÂ

İslam tarihinin en üzücü hadiselerinden biri olan Kerbelâ olayı, 10 Muharrem 61/ 10 Ekim 680 tarihinde Hz. Hüseyin ve beraberinde bulunan yetmişten fazla kişinin şehadetiyle neticelenmiştir. Siyasî, dinî ve sosyal tesirlerinin yanı sıra sanat mefhumu etrafında asırlarca işlenen bu olay, kültürel ve edebî akisleri ile belki de en çok edebiyat sahasında şekillenmiştir. Edebî eserlerde tema ve konu unsurlarının ortak zemininde "Maktel", "Maktel-i Hüseyinler" ile müstakil olarak ele alınan bu hadise, daha ziyade mersiyeler etrafında yoğunlaşmıştır. Bu minvalde divanlar içerisinde yer alan Kerbelâ mersiyeleri dışında mecmualar, birden fazla şaire ait manzumeleri bir araya getiren antoloji tipi çalışmalar ve bu hadise üzerine münferit olarak yazılmış risaleler yazınsal faaliyetler içerisinde ön plana çıkmıştır. Manzum, mensur ya da manzum-mensur bir arada tertip edilen risalelerden biri de Seyyid Süleyman Aşkî el-Hüseynî el-Alevî tarafından kaleme alınmıştır. Manzum olarak telif edilen Hülâsa-i Vâveylâ Seyyidü'ş-Şühedâ adlı risalede, Ehl-i beyt'e duyulan sevginin bir nişanesi olarak söylenen mersiyeler, ayrıca Kerbelâ hadisesini anlatan bölümler yer almıştır. Seyyid Süleyman Aşkî el-Hüseynî el-Alevî tarafından kaleme alınan risalenin tanıtıldığı bu makalede ilk olarak Türk edebiyatında Hz. Hüseyin'in şehadetinin edebî anlamda yansımaları ifade edilmiş, akabinde Hülâsa-i Vâveylâ Seyyidü'ş-Şühedâ adlı risale üzerinde durulmuştur. Eser biçim ve muhteva yönünden değerlendirilmiş, akabinde transkripsiyonlu metni verilmiştir.

VELÎ-İ ÂMİDÎ’NİN ARUZ RİSALESİ VE PENBE-ZÂDE-İ ERZEN-İ RÛMÎ’NİN RİSÂLE Fİ’L-ARÛZ’U İLE KARŞILAŞTIRILMASI

Çukurova Üniversitesi Türkoloji Araştırmaları Dergisi, 2024

Türk edebiyatında aruz vezni üzerine pek çok eser kaleme alınmakla birlikte, bunlarda Farsça ve Arapça kaynaklar takip edilmiştir. Türkçe aruz risalelerinde teorik yenilikler getirilmeyip daha çok mevcut bilginin aktarılması ve aruzun pratik bir şekilde öğretilmesi gözetilmiştir. Türk edebiyatında aruz veznini öğretmenin bir başka yolu ise manzum sözlükler yazmak olmuştur. Genellikle Farsça-Türkçe, Arapça-Türkçe iki dilli veya Arapça-Farsça-Türkçe üç dilli sözlük olarak telif edilen bu eserlerde, her bölümün başında yahut sonunda, o bölümün yazıldığı aruz vezni ile ilgili takti beyitleri yer almıştır. Manzum sözlük yazımını bir gelenek hâline getiren Şâhidî, Tuhfe-i Şâhidî adlı eserini bir dibace ve yirmi yedi bölüm olarak tertip etmiş ve bin dört yüz Farsça kelimenin Türkçe karşılığını vermiştir. Şahidî, eserin yirmi sekiz bölümünün her birini farklı bir aruz vezni ile nazmetmiştir. Üzerine pek çok şerh yazıldığı gibi, bu eserde kullanılan aruz vezinlerini açıklamak için de risaleler kaleme alınmıştır. Çalışmamızda, Mevlevi olduğunu tahmin ettiğimiz Velî-i Âmidî adlı bir müellifin Tuhfe-i Şâhidî’de kullanılan vezinleri izah etmek amacıyla h. 1166 / m. 1752-3’te yazdığı aruz risalesi incelenmiştir. Bu kapsamda eserin nüsha tavsifi yapılıp yazarı, adı, yazılış tarihi, yazılış sebebi ve içeriği hakkında tespitler aktarılmış ve eserde kullanılan aruz terimleri, eserin muhtevasına bağlı kalınarak açıklanmıştır. Ayrıca risale, Penbe-zâde-i Erzen-i Rûmî’nin Tuhfe-i Şâhidî’deki aruz vezinlerini açıklamak amacıyla yazdığı Risâle fi’l-Arûz’u ile karşılaştırılmış, iki eser arasındaki benzer ve farklı yönler ortaya konulmuştur. Çalışmanın son bölümünde ise eserin çeviri yazılı metni aktarılmıştır.