OSMANLI TOPLUMUNDA BİR PSİKOLOJİK ŞİDDET VE MAHREMİYETE SALDIRI ARACI OLARAK KÜFÜR (original) (raw)

OSMANLI MATBUATINDA MİLLİYETÇİLİK ve PSİKOLOJİ

ÜÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 2016

Multidisipliner ve interdisipliner bir yaklaşımın gözetilmeye çalışıldığı bu makalede, Osmanlı Devleti'nin "dağılma dönemi" olarak anılan son yıllarında doğan üç alanın gelişimleri ve birbirleriyle kesişme noktaları üzerinde durulacaktır. Sözü edilen bu üç alan matbuat, milliyetçilik (Türkçülük) ve psikolojidir. Bilimsel bir disiplin olarak psikolojinin ilk Türkçü dergilerde yer alışı, çalışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. 1860'lar ve 1870'lerde başlayan süreç, 1908 Jön Türk Devrimi'yle yeni bir aşamaya ulaştığından, II. Meşrutiyet'in ilk yılları (1908-1912 ağırlık verilen tarihsel kesit olacaktır.

OSMANLI TOPLUMUNDA KAPİTALİST-GİRİŞİMCİ SINIFIN VE İNSAN TİPİNİN OLUŞUMUNU ENGELLEYEN FAKTÖRLER

Özet : Bu çalışmanın temel amacı, Osmanlı-Türk insanının neden Avrupa'dakine benzer girişimci, ferdiyetçi ve kapitalist insanın özelliklerine sahip olamadığını tartışmayı amaçlamaktadır. Böylesi bir insan tipinin ortaya çıkamamasında Osmanlı-Türk insanının zihniyet yapısı, Osmanlı İmparatorluğu'nun toplumsal, ekonomik, kültürel, dini ve devlet yapısının önemli rolleri vardır. Çalışmada bu faktörlere yer verilmiş ve konu bu faktörlerin ışığında incelenmektedir.

OSMANLI MODERNLEŞMESİNDE TOPLUMSAL DİNAMİKLERİN ANALİZİNDE SENED-İ İTTIFAK ÖRNEĞİ

Osmanlı'dan Cumhuriyete Modernleşme: İktisadi, Siyasi, Sosyal ve Kültürel Temalar Editör: Abidin Çevik, 2022

Osmanlı Devleti’nin belirgin özellikleri ve devlet ile halk arsındaki iletişim bağlamında “özgürlükler” kavramı makalenin ana konusudur. Osmanlı modernleşmesi ya da demokratik kurumların devletin yapısında yer alması 17. yy. dan itibaren tartışma konusu olması çağdaşı olan diğer devletlerde görülen akımlar ile karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. Süreç analizinde ihtiyaç duyulan veri olarak bir “elit” kesimin ortaya çıkması önemsenmektedir. Ayanların Osmanlı siyasetine dahil olma süreci toplumsal çatışmada devlet ile birey arasında pozisyon almaktadır. Devletin iç çatışmasında yerini alan yeni aktörler yerelde çıkarları bulunan ve bu nedenle padişahın yetkilerini kendine bir tehdit olarak gören bir sınıf olarak değerlendirilmektedir. Vergilendirme sisteminde yaşanan değişim, Ayanlar ve ortaya çıkan yeni elit kesimler için gücü elde etme konusunda oldukça önemlidir. Yerelde artan güçlerine rağmen, II. Mahmut ile ayanlar arasında akdedilen sözleşme oldukça zayıf önermeler ve talepler içeren bir örnektir bu nedenle batılı anlamda bir sözleşmenin varlığında söz etmek oldukça zordur.

"MEDENİLEŞTİRME" ARACI OLARAK OSMANLI'NIN İSKÂN POLİTİKASI: CAF AŞİRETİ ÖRNEĞİ

Şarkiyat, 2020

İskân politikası, 19. yüzyıl Osmanlı modernleşme paradigmasının önemi araçlarından biriydi. Bu bağlamda devlet otoritesini medeniyetle özdeşleştiren Osmanlı merkeziyetçi devlet aklının hedefinden “vahşilik”, “barbarlık” ve “otorite tanımazlık”la eşdeğer gördüğü göçebe Müslüman kitleler vardı. Dolayısıyla Osmanlı’nın göçebe gruplara yönelik iskân politikası bir açıdan devlet otoritesinin tesisiyken diğer yönüyle bir medenileştirme hamlesi olarak nitelendirildi. Bu çerçevede Osmanlı-İran sınır bölgesinde yaşan büyük göçebe nüfusa sahip olan Caf aşireti, bu politikanın muhataplarından biriydi. Ancak devletin iskân politikasını sonuçlandıracak alt yapı eksikliği, Caf aşiret beylerinin nüfuzlarını korumak adına iskana dair baltalayıcı tutumları ve yerleşik yaşamın göçebeler nazarındaki negatif imajı gibi durumlar, süreci daha girift hale getiriyordu. Bu makalede, Caf aşireti özelinde, Osmanlı Devleti’nin İran sınırında medenileştirme ile özdeşleştirilen iskân politikasında inşa ettiği söylem, uygulamalar ve çelişkilerin yanı sıra aşiretin bu politikaya verdiği karşılığın nedenleri ve ortaya çıkardığı sonuçlar analiz edilmeye çalışılacaktır. Bu bağlamda makalede araştırma eserlerinin yanı sıra Osmanlı arşiv kataloğundan birçok yazışma, mektup ve raporlardan istifade edilmektedir.

OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA SİYASAL DÜŞÜNCENİN TEMEL UNSURLARI

Journal of Turkish Studies, 2015

Tarih boyunca tüm devletler, kendi tarihsel gerçeklerine uygun olarak belirli siyasal kurum ve mekanizmalar oluşturmuşlardır. Bu anlamda, hiçbir devletin yönetim modeli bir diğerine tam olarak benzemez. Diğer taraftan, belirli bir devletin tarih sahnesinde kalıcı olabilmesi, sahip olduğu kurumsallaşma kapasitesi ile yakından ilişkilidir. Yaklaşık 600 yüzyıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun, varlığının ve gücünün uzun dönemler sürmesinde kurumsallaşmış bir yapıya sahip olmasının önemli bir etkisi vardır. Osmanlı’da yönetim anlayışı, temelde İslam dininin inanç esasları üzerine oturur. Bunun yanında, İslamiyet öncesi Türk toplumlarının yönetim anlayışları da Osmanlı’yı önemli ölçüde etkilemiştir. Türk devlet anlayışında siyasal iktidarın sahibi ve kullanıcısı kağanın hükmetme yetkisini doğrudan Tanrı’dan aldığı kabul edilir. Bunun yanında Türk devlet geleneğinde hükümdar geçmişten gelen kurallar anlamında “töre” ile sınırlıdır. İslam dininin kapsamlı bir devlet teorisine sahip olup olmaması ise oldukça tartışmalıdır. Kur’an’da devlet yönetimine ilişkin yalnızca genel esaslar bulunduğu için bu konudaki genel yaklaşım din adamlarının ve felsefecilerin yaklaşımlarından çıkarsanmıştır. Osmanlı yönetim anlayışı, İslam’ın siyaset ve devlet yönetimine ilişkin genel yaklaşımı ile eski Türk devletlerinde hâkim olan yönetim ilkelerinin bileşkesi durumundadır. Bu bağlamda, Osmanlı’nın uzun yıllar boyunca kalıcı olabilmesini güçlü bir devlet yönetimi anlayışı oluşturmasına borçlu olduğu söylenebilir. Söz konusu yönetim anlayışında, İslam’ın kuralları kadar, eski Türk hukukundan kaynaklanan, padişahın yasal düzenleme yapabilme yetkisine sahip olmasının büyük etkisi vardır. Bu bağlamda, Osmanlı, kendisinden önceki tüm Müslüman Türk devletlerini aşan, özgün bir yönetim modeli oluşturmayı başarmıştır.

OSMANLI MODERNLEŞMESİ'NDE TOPLUM KARŞISINDA ÖZNELEŞMEK; MEKTEB-İ TIBBİYE VE İÇTİMAİ TABİP GELENEĞİ

BELGİ, 2020

Doğrunun tek olduğu ve bilim sayesinde kolaylıkla elde edilebildiği bir anlam dünyası içinde Ba lılaşma, Osmanlı topraklarında yeni bir aydın kimliği yaratmakla kalmadı aynı zamanda bu kimliğe yaslandı. Söz konusu bu yeni zümre özellikle Mekteb-i Tıbbiye’de aldıkları eği minin sonucunda hayat adını verdikleri süreci kimyasal, ziksel, biyolojik değişmelere yani “maddi” etmenlere bağlamaktaydı. Pozi vist yaklaşım onlara doğrusal bir tarih anlayışı vermiş ve toplumun ziksel bir nesne gibi incelenebileceği sanısını yaratmış . Öte yandan pozi vizm, aydınların toplumu biçimlendirme çabasına meşruiyet de sağlamaktaydı. Bilimin adım adım ilerlediği bir dünyada toplumların da bilim takip etmeleriyle bizzat tarih doğrusal bir hale gelmekteydi. Bunun anlamı bugün ‘geri’ kalmış olan toplumların ancak ‘ileri’ gitmiş olanları taklit ederek, onların geç ği yoldan ilerlemenin mümkün olan tek gerçekçi yöntem olduğuydu. “Geri” kalmış toplumlar için modern bilimin gereğine uygun bir toplum ve yaşam biçimi modeli oluşturmak ve toplumu biran önce bu kalıp içinde şekillendirmek gereklilik halini almış . Bu doğrultuda ortaya çıkan toplumsal mühendislik faaliye öncelikle Mekteb-i Tıbbiye’de karşılık bulacak ve buradan ye şenler modernleşmenin taşıyıcısı haline gelecek . Bu çalışma Osmanlı aydınlarının “tarihsel kurtarıcılık” rolünü oynama iradesini kendi içinde nasıl, hangi koşullarda ve niçin hisse ğini, “toplumsal dönüştürücülük” rolünü yerine ge rirken hangi yöntemleri izlediklerini ve bütün bunların Mekteb-i Tıbbiye’deki müfredat ile olan ilişkisi üzerinden anlamayı amaçlamaktadır. Türkiye’de birçok sosyal meselenin tarihçilerin ve tarih çalışmalarının gündemine girmeden, romanların konusu olduğu gerçeğini de göz önüne alarak, zengin bir içreğe sahip edebi me nlerin ar k daha fazla başvurulan bir akademik alana dönüştüğü de unutulmamalıdır. Dolayısıyla Türk modernleşmesinin yara ğı aydın pini bütün boyutlarıyla anlamak edebi me nlere de başvurmayı zorunlu hale ge rmektedir. In a world where there is only one truth that is easy to reach via science, westernisa on didn’t only create a new intellectual iden ty, but also relied on it. Especially a er the educa on that theyreceived in the Imperial School of Medicine, this new intellectual coterie associated the process of “life,“ with chemical, physical, biological, in short, “material“ factors. This posi vist approach brought them a linear historical understanding and an illusion, which made them think that a society could be observed as a material object. On the other hand, posi vism legi mated the e orts of the intellectuals in molding the society. In a world where science makes progress day-by-day, history became more linear when socie es, too, started to follow the science. This meant that there was only one realis c way for socie es that “fell behind“ to improve themselves, which was imita ng socie es that are “ahead“ and taking the same steps they did. It became a necessity for them to create a society and a lifestyle, which are suitable to the requirements of modern science, and to mold the society in this pa ern. The social engineering ac ons emerged in this direc on would ini ally be realized by the people in the Imperial School of Medicine and the people who grew up there would spread modernisa on. This study aims to understand how, why and under which circumstances did the O oman intellectuals feel the need to play the role of a “historical saviour,“ which methods did they use while they carried out their mission as a “social transformer“ and how all these relate to the curriculum in the Imperial School of Medicine. Bearing in mind that in Turkey, many social ma ers were already a subject in literature before they became a topic in the agendas of historians and historical studies, it should not be forgo en that literary texts rich in content became a more frequently referred academic resource. Therefore, it is necessary to resort to literary texts to thoroughly understand the type of intellectuals shaped by the Turkish moderniza on.

OSMANLI MEDENİYETİ’NİN HALEP’TEKİ MİMARİ ETKİSİ

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan Halep, Anadolu ile Mezopotamya ve Akdeniz ile İran arasındaki yolların kesişim noktasındadır. İpek Yolu’nun kavşağında olması, kentin sosyo-ekonomik yönden gelişmesini etkileyen en önemli etmen olmuştur. Halep, M.Ö. 64 yılına gelindiğinde Roma İmparatorluğu'nun Suriye eyaletinin sınırları içine alınmış ve Bizans dönemi boyunca iktisadi açıdan çok önemli bir yere sahip olmuştur. Halep’in İslam hakimiyetine girişi ise M.S. 637'de olmuştur. Daha sonra sırasıyla Emevi ve Abbasilerin egemenlik sahası içinde yer almıştır. Kent, 1086 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlanmıştır. Artuklular, Eyyubiler ve Moğol hakimiyetinin ardından 1516 yılında kent Osmanlı yönetimine girmiştir. Halep, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli kentleri arasında yer almıştır. Halep’in bugünkü şeklini almasında İslam medeniyetlerinin, özellikle de Eyyubi ve Memluk medeniyetlerinin büyük katkısı vardır. Kentin surların dışına doğru gelişmesi 13. yüzyılda başlamıştır. Ancak günümüze kadar ayakta kalan mimari dokunun büyük çoğunluğu Osmanlı dönemine (1516-1918) aittir. Kentin tarihi önemi, zenginliği, geçmişini ve mimari dokusunu muhafaza etmiş olması sebebiyle “Eski Halep Kenti” 1986 yılında UNESCO tarafından, Dünya Kültür Mimari Listesi’ne alınmıştır. ABSTRACT The Old City of Aleppo is the historic city centre of Aleppo. Many districts of the ancient city remained essentially unchanged since its construction during the 12th to the 16th century. Being subjected to constant invasions and political instability, the inhabitants of the city were forced to build cell-like quarters and districts that were socially and economically independent. Each district was characterized by the religious and ethnic characteristics of its inhabitants. In 636 AD, Aleppo was conquered by the Arab Muslim troops. About 80 years later, during the rule of the Umayyad Caliph Sulaiman. In 1516, Aleppo became part of the Ottoman Empire. It was soon made the capital of its own province and emerged as a nexus of trade between the Orient and Europe. Characterized with its large mansions, narrow alleys, covered souqsand ancient caravanserais, the Ancient City of Aleppo became a UNESCO World Heritage Site in 1986.

OSMANLI DÖNEMİNDE KÜÇÜKSU KASRI'NIN DİPLOMATİK KABUL VE KONAKLAMA AMAÇLI KULLANIMI

Milli Saraylar Sanat Tarih Mimarlık Dergisi, 2022

Özet 19. yüzyıl öncesinde yabancı devlet adamlarının Osmanlı Devleti'ne yönelik resmî ziyaretleri az sayıdadır. 19. yüzyıl ile Osmanlı Devleti'nin diplomatik ilişkileri ciddi bir ivme kazanmıştır. Son dönemin padişahları yıllardır süregelen bazı alışkanlıkları değiştirmiş ve Avrupalı devletlerle olan mesafeyi kaldırmaya dair adımlar atmışlardır. Sultan Abdülmecid ilk defa İstanbul' daki yabancı elçiliklerin ziyafet davetlerine olumlu cevap vermiş, Sultan Abdülaziz ise ilk defa Avrupa seyahatine çıkmıştır. Diplomatik ilişkiler sürecinde İstanbul'a gelen yabancı konuklara biniş kasrı hüviyetinde olan binaların ve yazlık sarayların tahsis edildiği gözlenmiştir. Aynı amaca hizmet etmek üzere Küçüksu Kasrı, Avrupa' dan Uzak Doğu'ya büyük bir coğrafyadan gelen diplomatik ziyaretçilere kapılarını açmıştır. Kasrın yeni inşa edilmiş modern bir bina olması ve İstanbul Boğazı üzerindeki konumundan dolayı yabancı elçiliklere yakınlığı, tercih edilmesindeki önemli unsurlardır. Bu çalışmada, Küçüksu Kasrı'nın biniş kasrı hüviyetini koruyarak diplomatik kabul ve konaklamalara ev sahipliği yapması, yabancılar tarafından tutulan hatırat türü eserler ve süreli yayınlar üzerinden izlenmiştir. Küçüksu Kasrı'nın kazandığı bu yeni fonksiyon, Osmanlı arşiv belgeleriyle de teyit edilmiştir.