OSMAN KEMÂLÎ EFENDİ'NİN " İSTEMEM " REDİFLİ GAZELİNİ ŞERH DENEMESİ (original) (raw)
Related papers
OSMANLI DÜŞÜNCESİNDE İRADE HÜRRİYETİ VE MÜSTAKİMZÂDE SÜLEYMAN EFENDİ'NİN İRADE-İ CÜZ'İYYE RİSALESİ
The relationship, between Allah and human, that formed by Ottoman mind and the characteristics of this relationship generally is defined in risala's about irada (will), qada and qadar (decree and destiny). Mustakimzade Sadeddin Süleyman Efendi's risala about irada-i juz'iyya has been written by an Ottoman scholar of many parts. We will publish a transcript of this study that contains precious contributions to understand Ottoman belief understanding. Through this transcript it can be said that the aim of Mustakimzade when writing this study and his expectations from this, are important for understanding the position of Ottoman irada understanding. Despite differences between kalam and tasawwuf, the effort of Mustakimzade in order to draw a mystical framework for this subject is an significant attempt. It will be emphasized the current understanding and future imagination of an interdisciplinary effort in this article. Key Words: Müstakimzade, qada and qadar, irade-i cüz'iyye, al-Maturidiyyah, fatalism, sufizm. ÖZET Osmanlı zihin dünyasının insan-Allah arasında kurduğu ilişki ve bu ilişkinin
"MEDENİLEŞTİRME" ARACI OLARAK OSMANLI'NIN İSKÂN POLİTİKASI: CAF AŞİRETİ ÖRNEĞİ
Şarkiyat, 2020
İskân politikası, 19. yüzyıl Osmanlı modernleşme paradigmasının önemi araçlarından biriydi. Bu bağlamda devlet otoritesini medeniyetle özdeşleştiren Osmanlı merkeziyetçi devlet aklının hedefinden “vahşilik”, “barbarlık” ve “otorite tanımazlık”la eşdeğer gördüğü göçebe Müslüman kitleler vardı. Dolayısıyla Osmanlı’nın göçebe gruplara yönelik iskân politikası bir açıdan devlet otoritesinin tesisiyken diğer yönüyle bir medenileştirme hamlesi olarak nitelendirildi. Bu çerçevede Osmanlı-İran sınır bölgesinde yaşan büyük göçebe nüfusa sahip olan Caf aşireti, bu politikanın muhataplarından biriydi. Ancak devletin iskân politikasını sonuçlandıracak alt yapı eksikliği, Caf aşiret beylerinin nüfuzlarını korumak adına iskana dair baltalayıcı tutumları ve yerleşik yaşamın göçebeler nazarındaki negatif imajı gibi durumlar, süreci daha girift hale getiriyordu. Bu makalede, Caf aşireti özelinde, Osmanlı Devleti’nin İran sınırında medenileştirme ile özdeşleştirilen iskân politikasında inşa ettiği söylem, uygulamalar ve çelişkilerin yanı sıra aşiretin bu politikaya verdiği karşılığın nedenleri ve ortaya çıkardığı sonuçlar analiz edilmeye çalışılacaktır. Bu bağlamda makalede araştırma eserlerinin yanı sıra Osmanlı arşiv kataloğundan birçok yazışma, mektup ve raporlardan istifade edilmektedir.
OSMANLI DÖNEMİNDE OKUNAN KİTAPLARDAN HASAN NÜZHET EFENDİ'NİN LETÂ'İF-İ ESNÂF'I
Öz: Letaifnameler, Osmanlı dönemi mizah geleneği için çok önemli bir konuma ve işleve sahiptir. Özellikle bu tarz eserlerin XIX. yüzyılda matbaa hurufatı (tipografya) ve taş baskı (litografya) yöntemleriyle basılmaya başlanması, türün geniş bir monografik kabiliyete sahip olmasını sağlamıştır. Ayrıca bu eserler her ne kadar doğası gereği 'yazılı kültür ortamı'na dâhil edilse de esasında 'sözelleştirme'ye bağlı olarak 'sözlü kültür ortamı'na dönük dinamik bir yapının niteliklerini taşımaktadır. Yani bu tarz eserler, bireysel okumanın aktif rol oynadığı durumlarda bile türlü özellikleriyle muhatabını kendi 'bağlamı'ndan tamamen koparamamıştır. Zira bu durum, öncesinde tarihî ve kolektif derinliğe sahip köklü bir 'sözlü kültür ortamı'nın varlığından dolayı bir çeşit zorunluluğa dönüşmüştür. XIX. yüzyıl divan şairi Hasan Nüzhet Efendi'nin kaleme aldığı " Letâ'if-i Esnâf " adlı eser, Osmanlı döneminde okunan latife kitaplarından biridir. Eser, esnaflara dair latifeleri dile getirmenin yanında sözel bazı nitelikleri de bünyesinde barındırmaktadır. Aynı zamanda dönemin dili, folkloru ve etnografyası açısından da önemli bilgileri ihtiva etmektedir. Abstract: Letaifname's have a very important position and function for humor tradition of Ottoman era. Especially, when these products were pressed by typography and lithography, these products had a very wide monographic capability. Although these products thought as a product of written culture, because of verbalizing (telling/reading the text with words), they have the characteristics of oral cultural context's dynamism. So, these products couldn't break off the readers/listeners own-context even individual reading had an active role. This state had an obligatory because of the presence of oral cultural context which has a historical and collective depth. Letaif-i Esnaf was a letaif (anecdote) book, which was written by Hasan Nüzhet Efendi (XIX.th century Divan poet), read at Ottoman era. This book contains some latife's (anecdotes) about artisans and also this book has some characteristics of orality. This book also gives some important information about the language, folklore, and ethnography of that era. Keywords: Humour at Ottoman era, reading humor texts of Ottoman, oral and written culture at Ottoman, Letaifname, Letaif-i Esnaf, Hasan Nüzhet Efendi "
OSMANLI DÖNEMİNDE BİR İMAM; BULGURLU MESCİD MAHALLESİ İMAMI HALİL EFENDİ
Osmanlı döneminde Müslüman topluma hizmet veren imamları hizmet alanları bakımından mahalle imamları, askerî ve saray imamları başlıkları altında ele almak mümkündür. Ayrıca birtakım konaklarda özel görevli imamların yanında, fevkalade elçilerin beraberlerinde, sefarethanelerde ve şehbenderliklerde görev yapan imamlar da bulunmaktadır. 1 Ancak çalışmamıza konu olan şahsın bir mahalle imamı olması sebebiyle burada mahalle imamları hakkında bazı bilgilere yer vermek istiyoruz.
OSMANLI EDEBİYATINDA BİR EDEBÎ ELEŞTİRİ METNİ: ŞERH-İ CEDÎD Ü MUHTASAR-I MÜFÎD
ULUSLARARASI TOPLUM VE KÜLTÜR ARAŞTIRMALARI SEMPOZYUMU (3-5 EKİM 2019), 2019
Edebiyatımızda Gülistan’ın tamamını veya sadece dibacesini konu alan birçok tercüme ve şerh yazılmıştır. Gülistan’ın dibacesine yapılan şerhlerin birincisi Lâmi’î Çelebi’ye, sonuncusu ise Safvet’e aittir. Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd adını taşıyan bu eser, 1200/1786’da yazılmaya başlanıp bir yılda tamamlanmıştır. Eserin giriş kısmında, Gülistan’ı şerh eden şârihlerden bahsedildikten sonra bunlar arasında en başarılısının Sûdî-i Bosnevî olduğu; ancak onun da iştikak yani kelime türetimi konusunda hatalar yaptığı belirtilmiştir. Safvet, eserini hazırlama sürecini detaylı bir şekilde açıklamıştır. Buna göre Safvet, Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd'i hocası Necib’in, Sûdî-i Bosnevî’nin şerhi üzerinde yaptığı düzeltmeler kaybolmasın diye kaleme almıştır; ancak bunu yaparken kendisi de epeyce ekleme ve düzeltmeler yapmıştır. Yani bu eser aslında Sûdî-i Bosnevî’nin Gülistan şerhinin dibace kısmına, Necib ve Safvet tarafından yapılan ekleme ve düzeltmeleri içeren bir eleştiridir. Safvet, bunları belirttikten sonra çalışmasını yeni bir eser olarak addedip ona Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ismini vermiştir. Bilindiği üzere eski metinlere yönelik eleştiriler sayfa kenarlarına kaydedilen ve der-kenar tabir edilen notlar şeklinde dile getirilmektedir. Bildirimize konu olan Şerh-i Cedîd ü Muhtasar-ı Müfîd ise farklı olarak, bir metne yönelik eleştirileri içeren müstakil eser olması bakımından özgün bir mahiyet sergilemektedir. Bildiride Safvet’in, Sûdî’nin eseri üzerinde ne gibi tasarruflarda bulunduğu örnekleriyle irdelenecektir.
OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E AYASOFYA-İ KEBÎR CÂMİİ’NDE OKUNAN MEVLİDLERİN SEMBOLİK DEĞERİ
Aysafya-i Kebir Cami-i Şerifi Sempozyumu Kitabı, 2021
Sözlükte doğum, doğum yeri, doğum zamanı gibi anlamlara gelen mevlid, zamanla Hz. Peygamber’in doğumunu, hayatını, mucizelerini vb. anlatan edebî bir tür hâline dönüşmüş bir kavramdır. Henüz Hz. Peygamber zamanında kendisine övgü dolu şiirler yazma geleneği başlamış, bu gelenek önce Araplar daha sonra da Türkler arasında inkişâf etmiş ve gelişmiştir. Bilindiği gibi Türk kültüründe en meşhur mevlid, on beşinci asırda Süleyman Çelebi (ö. 825/1422) tarafından kaleme alınan Vesîletü’n-necât’tır. Süleyman Çelebi’den sonra da bu türde eserler yazılmaya devam etmiştir. Türk kültüründe mevlid aynı zamanda bir ritüel ya da merasim kabilinden bir manzaraya dönüşmüştür. Nitekim halk, yöneticiler ya da ileri gelenler, geleneksel olarak düğün, cenaze, bebek doğumu, vefat yıldönümü gibi vesilelerle böylesi günlerde Peygamberimiz’i anmak ve onun rûhâniyetinden nasiplenmek adına teberrüken mevlid okutur ve birbirlerine ikramda bulunurlardı. Osmanlı Dönemi’nde mevlidler, mevlidhânlar tarafından selâtîn câmi tabir edilen önemli merkez câmilerde çeşitli sebeplerle okunmuş ve kaynaklarda, kültür tarihinde anlatılagelen anekdotlara dönüşmüştür. O dönemde mevlidin yapılış keyfiyeti yanında, nerede yapıldığı da önemlidir. Zira bu durum, kendi içinde bazı anlamlar taşımaktadır. İşte söz konusu mevlitlere mekân olmuş câmilerden biri de Büyük Ayasofya Câmii’dir. Bilhassa Hz. Muhammed’in doğum günü olan Mevlid Kandili’nde okutulan mevlidlere ev sahipliği yapmış olan Ayasofya’da, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ise İslâm’ın bekāsına ve bu toprakların ilelebet Müslüman kalacağına işaret etmek maksadıyla mevlidler okunmuş, on binlerce kişi bu sâikle orada toplanmıştır. Örneğin İzmir’in işgali sırasında Sultan Vahdettin’in Ayasofya’da okuttuğu mevlid ve o gecenin mânevî atmosferi, yerli ve yabancı kaynaklarda muazzam bir şekilde anlatılmıştır. Benzer şekilde Ayasofya’da okutulan mevlidlerle ilgili birçok anlatı ve ambiyans, bunları idrak etmiş kişilerce kaydedilmiştir. Mezkûr anlatılar ise tarihsel bir hikâye olmaktan çok, Ayasofya Câmii’nin Türk ve Osmanlı kültüründeki anlamını yansıtmakta ve o rûhu bugün de diri tutmaktadır. Bu tebliğin konusu, bir gelenek olarak Ayasofya Câmii’nde okutulan mevlidlerden bazı örneklerle, Türk-İslâm kültürü açısından fethin sembolü, büyük önemi ve remzi hâiz bu mekânın, bugüne de yansıyan tarihsel konumunu analiz etmek ve değerlendirmektir.
OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA KÖLE EMEĞİNİN İSTİHDAMI VE MÜKÂTEBE YÖNTEMİ
2005
Osmanlı ekonomisi tarihine göz atıldığında gerçekleştirilen uygulamalar arasında, ekonominin özgünlüğü bağlamında, bir devamlılığın varlığına inanmak için yeterli kanıt bulunabilir. Ancak, farklılaşan iktisadî ve malî uygulamalar için de bu böyledir. Her iki duruma ilişkin örnekler de rahatlıkla bir arada barınabilmektedir. Sonuç olarak hepsi aynı amacı desteklemekte ve Osmanlı iktisadî hayatının devam etmesini sağlamaktadırlar. Dolayısıyla, Osmanlı iktisadî tarihinde devamlılığın takibi nasıl açıklayıcı olabiliyor ve Osmanlı ekonomisinin anlaşılmasına katkıda bulunuyorsa, farklılaşan uygulamaların takibi de aynı ölçüde yararlı olabilir. Devamlılık ve/veya farklılıkların, ortaya çıktıkları tarihi süreç boyunca bir arada ele alınması daha geniş bir perspektif sağlayabilir. En azından, devamlılık ve iktisadî tercihler, ortak bir hafıza; farklılıklar ise ekonomik yapının problem çözme potansiyeli hakkında ipuçları kazandırabilir. Bu çalışma böyle bir çabayı denemek ve test edilmesini sağlamak amacıyla kaleme alınmış ve Osmanlı ekonomisinde köle emeğinin istihdamının; birbirini destekler nitelikte veya birlikte değerlendirilmeye uygun olduğu düşünülen üç farklı örnek ile ele alınması amaçlanmıştır. Birlikte değerlendirilmeye imkân sağlayan özelliklerinden birinin mükatebe denilen hukuki ve/veya iktisadi uygulama olduğu kabul edilmiştir. Bir diğerinin ise, toplu veya yaygın olarak Osmanlı ekonomisinde köle emeğinin istihdamına dair bilinen nadir örnekler olmalarıdır. Daha yaygın olan köle kullanımı, ev içi kölelik diyebileceğimiz bir türdür. Her üç örnek birlikte değerlendirilerek, Osmanlı ekonomisinde, üretim sürecine toplu olarak dahil olan köle emeğine dair bir yaklaşım üretilmeye çalışılmıştır. Sonuçlar kimi zaman spekülatif bulunabilir. Ancak Osmanlı kölelik tarihi üzerine pek çok çalışma olmadığı düşünülürse, bu durum göz ardı edilebilir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı ekonomisi, kölelik, köle emeği, istihdam, mükatebe, dönemlendirme.