MSGSU Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı 14: Sanat ve Felsefe (original) (raw)
Related papers
Sanat Yapıtının Fenomenolojisi, MSGSÜ-SBE 14/2016
20. yüzyılda felsefi tartışmaların merkezinde bulunan, estetik deneyim ve imaj sorusu estetiğin ve fenomenolojinin yollarının kesişmesini sağlar. Husserl tarafından kuruluşundan itibaren tezahür sorusuyla ilgilenen fenomenoloji, doğal olarak duyusal deneyimin birliği meselesiyle yüz yüze gelir. Duyusal dünyanın tezahürü ve sanat yapıtının tekil mevcudiyeti arasındaki ikilik tezahürün özü ve dolayısıyla birliği problemini ortaya çıkarır. Duyusal deneyim ve estetik deneyim arasındaki ilişki başta Husserl olmak üzere Heidegger ve Merleau-Ponty tarafından fenomenolojinin özel bir problemi olarak tayin edilir. Özellikle Heidegger ve Merleau-Ponty, her biri kendi tarzında, Husserl ile eleştirel bir diyaloğa girerek fenomenolojinin estetik kazanımlarını görmemize olanak sağlar. Eldeki yazıda sanat, estetik ve fenomenoloji arasındaki etkileşimden doğan yeni bir paradigmayı ya da özel şemayı, tarihi ve eleştirel bir bakış açısından aydınlatmaya çalışacağım.
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Sayı: 14
1999
Les effets de l'une et l'autre method~ sur la personne et sur sa traduction litteraire, le personnage, sont dissolvants. L'analyse sociologique fait evanouir toute originalite de l'individu et le reduit pour ainsi dire a un point de rencontre de forces exterieures a lui. Quant a la psychanalyse, devant ses divisions en inconscient, subconscient, moi et sur-moi, on se demande ap.quel de ces niveaux elle situe la personnalite. Celle-ci existe-telle meme 1 encore, ou n' est-elle qu'un jeu de masques interchangeables? Avec optimisme, Denis de Rougemont declare dans son dernier livre, "comme toi-meme " 20 , que la science moderne, lain de disjoindre le moi, I' elalogue en ecartant tout ce qui appartient au collectif et au biologique "et nous le montre d'autant plus distinct, dans sa fonction centrale, totalisante, dans son pouvoir d'integration de l'etre". N'est-ce pas seulement une echappatoire par laquelle, le moi ayant ete chasse de toütes ses positions traditionnelles, on le situe dans un empyree ou il echappe certes a toute atteinte, mais aussi a toute observation? C'est aller a contre-courant de toute la science psychologique et de toute I' evolution litteraire. Le Personnage et l'illogisme de la vie Les romanciers actuels, dans la peinture qu'ils font de leurs personnages, semblent avoir unanimement adapte la distinctaion existentialiste entre l'essence et l'existence, et s'ils ne nient pas la premiere, ils renoncent en tout cas a la saisir et a la peindre, pour ne se soucier que du flux de l'existence. . La devise qui conviendrait au roman d'aujourd'hui est celle MONTAIGNE: "Je ne peins pas l'aire mais le passage". L'intrigue en a disparu, au sens du moins d'un plan prealable conçu par le romancier, et auquel il contraindrait ses personnages a se conformer. L'action se deroule d'une maniere en apparence capricieuse, pour respecter l'illogisme de la vie. Nous assistons a la decouverte, par le personnage, soit des evenements dans lesquels il se trouve engage, soit de ses sentiments. Tel romancier a quequefois le souci d' organiser son intrigue de façon plus savante, mais il procede alors a un dedoublement de celle~ci. C' est le procede auquel se complait Michel-BUTOR. Employe discretement dans la Modification 21 , il est applique systema-tiquement dans l'Emploi du temps 22 et dans Degres 23 • Deux temps se superposent alors: celui dans lequel se sont deroules les faits que le roman se propose de raconter, celui ou un personnage, substitut du romancier ou acteur lui-meme, se livre a une enquete pour reconstituer le 20 Rougemont, Denis de; Comme toi-meme, essais sur !es mythes de l'amour,
Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi olarak 2004 yılında başlattığımız Kırkambar Sohbet programı kapsamında birçok akademisyeni, sanatçıyı, yazarı, irfan ve gönül insanını misafir etme, çalışmalarını dinleme, bilgi, birikim ve tecrübelerinden istifade etme imkânını elde ettik. Bu minvalde, günümüz sanatını anlama yolunda sanat-felsefe ilişkisinin önemini vurgulamak üzere düzenlediğimiz toplantıları geçtiğimiz sene de sürdürdük ve felsefe alanında çalışan, sanatla ilgili iki akademisyen ile felsefede sanatın izlerini sürmeye devam ettik. Emine Canlı ile gerçekleşen programımızda “Cassirer’in Sembolik Formlar Felsefesinin Kantçı Temelleri ve Panofskyci Sanat Tarihi Uygulamaları” üzerine konuştuk. Canlı, Cassirer’in Sembolik Formlar Felsefesi’nin Kantçı temellerini anlatmasının ardından Sembolik Formlar Felsefesi’nin Panofsky’nin perspektif algısını sorgulamasındaki etkisindjwen söz etti. Canlı, Ernst Cassirer’in, Sembolik Formlar Felsefesi ile amacının Kant’ın eleştirel felsefesini bir kültür felsefesi olabilecek şekilde genişletmek olduğunu söylediğinden bahsederek Cassirer’e göre Kant’ın eleştirel felsefesinin Newton’un doğa felsefesini eleştirmekle sınırlı kaldığını ifade etti. Bununla birlikte, artık yapılması gereken bu eleştirel felsefenin öngördüğü tüm sentez etkinliklerini ve bu etkinliklerin gerektirdiği nesnelleştirme edimlerini ortaya koymak olmalıdır. Bu amaçla hareket eden Cassirer, insan zihninin sentetik edimleri olan mitoloji, dil, din, sanat ve bilimin kendisine özgü nesnel bir forma sahip olduğunu göstermeye çalışır. Cassirer’in mensup olduğu Marburg Okulu’na yakınlığı ile bilinen Erwin Panofsky sanat tarihi ve özellikle “perspektif” ile ilgili görüşlerini temellendirirken Kant ve Cassirer’in çizgisini takip eder. Panofsky’e göre sanat tarihinin önemli bir kavramı olan ve nesnellik-kesinlik iddiası ile ön plana çıkan perspektif, bir keşif değildir; dönemden döneme gelişen ve değişen mekân anlayışları nedeniyle esasında her dönemde mevcuttur. Fakat kendisini farklı biçimlerde gösterir. Panofsky’ye göre birbirlerine indirgenemeyecek olması nedeniyle her dönemin perspektif anlayışı kendi bağlamında ele alınmalıdır. Bu da ancak perspektifin de Cassirer’in kavramsallaştırdığı “sembolik form”lardan biri olduğu görüşünün dikkate alınması ile mümkündür. Selami Varlık ile ise “Gadamer’de Sanat ve Festival: Aynının Farklı Tekrarı” üzerinde konuştuk. Varlık, Gadamer’in Hakikat ve Yöntem kitabında, estetik tecrübeyi tarif etmek için “festival” kavramına başvurduğunu ifade ederek bu estetik tecrübenin aynılığın farklı tekrarları üzerinden sanatta ve festivalde nasıl gerçekleştiğini anlattı. Buna göre düzenli olarak tekrarlanmak festivalin – veya bayramın – yapısında bulunur. Her yıl kutlanan festival, hem aynı festivaldir hem sürekli farklıdır. Tıpkı bir piyesin her temsilinin hem aynı metine sahip olup hem de farklı mizansenlere yol açması gibi festival de her seferinde farklı bir şekilde yaşanılır. Dolayısıyla, Gadamer’in gelenek anlayışına benzer biçimde festival de sanat eseri de sürekli yenilenerek kendini korur. Festivalin tekrarı insanı da dönüştürür. Zira farklılaşan festival insanın tarihselliğinin izini taşısa da, aynının tekrarı insanda değişimlere yol açar. Aynılık ile farklılık arasındaki diyalektik çift boyutludur; hem festivalde hem insanda gerçekleşir. Dolayısıyla, hermenötik açıdan bakacak olursak insan sürekli, kontrol edemediği bir sanat eserinin veya bir geleneğin karşısında bulunur. Ve bu insan için doğru bir anlama, onu değiştiren, yenilenmesini sağlayan bir tecrübedir. Sanatın canlılığı ve manası da buradan gelir.
Felsefe ve Sanat / Philosophy and Art
Bu kitabın yayın hakları Sentez Yayıncılık'a aittir. Yayınevinin yazılı izni olmaksızın, kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya edilemez, çoğaltılamaz, yayınlanamaz.
İstanbul’da Felsefe ve Sanat Etkinlikleri
İstanbul’un, endüstri ve finans merkezi olması, yayıncılık, sanat ve kültürün de merkezi haline gelmesi, yazarlar, sanatçılar, felsefecilerin İstanbul’a taşınmasına neden oldu. Bu durumun, Anadolu’da kültür sanat açısından dengesizliğe sebebiyet verdiğini düşünüyorum. Son yıllarda, Diyarbakır, kültür ve sanat açısından ivme kazanan kentlerden biri. Antalya’da da, Devlet, Senfoni, Opera ve Bale, Tiyatro gibi Devlet kurumlarının etkinliklerini düzenli olarak sürdürürken, özellikle Plastik Sanatlar ve Edebiyat açısından bireysel ve kurumsal çabalar olmasına karşın yeterli olduğunu söylemek zor.
Notlar 28 - Sanat ve Felsefe İlişkisinde Güzelin Güncelliği
SANAT VE FELSEFE İLİŞKİSİNDE GÜZELİN GÜNCELLİĞİ Zeynep Gemuhluoğlu 3 Mart 2011 Hazırlayan Neslihan Demirci Redaksiyon Betül Özel Çiçek Bilim ve Sanat Vakfı Notlar 28 Sanat Araştırmaları Merkezi Notlar 8 Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi’nin 2004 yılından bu yana düzenlediği Kırkambar Sohbet programı kapsamında 2011 yılının Mart ayında Dr. Zeynep Gemuhluoğlu’dan “Sanat ve Felsefe İlişkisinde Güzel’in Güncelliği”ni dinledik. Konuğumuz, söyleşi boyunca kuramsal ayrıntılara girmeksizin ‘güzel’in her dönemde içinde kalınacak bir anlam dünyası değil, daima kendi ötesini görünür kılan bir bakış açısına dönüşmekte olduğunu ifade etti. Böylece birlikte Platon’dan günümüze kadar felsefe tarihinin köşe başlarında, bazen de ara sokaklarında felsefe-sanat ilişkisinin izini sürmeye çalıştık. “Eğer bir dramatik şair, ideal devleti ziyaret edecek olursa kendisine nazikçe sınıra kadar eşlik edilmesi gerektiğini” söyleyen ve aslında çoğu kez bu kadar da nazik olmayan Platon, “felsefe ve şiir arasındaki eski çekişme”den söz eder. Ona göre ‘güzel’, sanatın eline teslim edilemeyecek kadar önemli bir şeydir. Platon’un söz ettiği kadim çekişmeyi bilemesek de ondan sonra sanatın felsefe karşısında uzun bir zaman meşruiyet problemi yaşadığını görebiliriz: Sanat konusunda selefi kadar katı olmayan Aristo’nun yaklaşımı neydi? Aristo’dan sonra onun Organon’una dahil edilen Poetika, batı ve doğu orta çağlarında sanata bakışı nasıl değiştirdi? Sanatın ‘zanaat’ten ayrılıp ‘güzel sanatlar’ olarak ikame edildiği modern bilinçle desteklenen estetik yani ‘güzelin bilimi’, sanata felsefe nezdinde nasıl bir meşruiyet verdi? Kant’ın sanata bakışındaki önemli yenilik nedir? Hegel, “sanatın geçmişte kalması”ndan neyi kastediyordu? Nietzsche ve Heidegger felsefeyi sanata ne kadar yaklaştırdı? Gadamer’in “oyun, sembol ve festival olarak sanat”tan kastı neydi? Modernizmin çocuğu olan ‘insan’ın yanı sıra ‘sanat’ın da ölümünden söz edildiği günümüzde olup biten nedir? Aşağıda metnini sunduğumuz toplantımızda bu ve benzeri sorulara cevap aramaya giriş mesabesinde istifade edileceğini umuyoruz. Sanat Araştırmaları Merkezi
Ziryab, mûsikî sahasındaki engin bilgisi ve ud sazına yapmış olduğu ilavelerle, adını, İslâm-Doğu mûsikî tarihinde ön plana çıkarmıştır. Eğitimini Bağdat’ta alan ve müteakiben bu şehirden ayrılarak Endülüs Emevî devletinin himayesine giren Ziryab, Emevî hükümdarı II. Abdurrahman döneminde Kurtuba Sarayında seçkin bir mûsikîşinas olarak yer almıştır. Mûsikîden yemek kültürüne, astronomiden, tarih ve coğrafyaya kadar pek çok konuda birikim sahibidir Ziryab. Saray mûsikîşinası olması yanında, Abbâsîlerin şaşaalı yaşamını Kurtuba’ya taşıyarak Kurtuba’nın sosyal yaşamını da etkilemiş bunun yanında başka pek çok yeniliğe imza atmıştır. Bu çalışmada anılan hususlarla birlikte Ziryab’ın hayatı ve mûsikî yaşamı üzerinde durulmuştur. Ziryab, owing to his extensive knowledge in music and innovations, which were made by him in a structure of lute, perpetuated his name in the music history of the Muslim East. He got his education in Baghdad and after he left it, he went to Andalusia under the auspices of Umayyad, and during the reign of Abd al-Rahman II he became a famous musician . There he was a connoisseur in such different spheres as music, astronomy, history, geography and even cuisine. Transferring the splendid style of life of the Abbasids to Cordoba and making a lot of innovations, he influenced a social life there as well. This article, beside the mentioned points, is concerned with the life and the art of Ziryab.