Spinoza Felsefesi Perspektifinden Sanat Alanına Bakış (original) (raw)

Spinoza’nın Teolojik-Politik İncelemesi’nde Tanah Eleştirisi

Öz: Kutsal kitap eleştirisi, Orta Çağ'dan itibaren sistematik bir şekilde Yahudi ve Hristiyan bilginler arasında yaygınlaşmış bir disiplindir. Spinoza, Tractatus Theologico-Politicus adlı eseriyle bu alana çok önemli bir katkı sunmuştur. Spinoza, bu eserinde Yahudi kutsal metinlerine olan hâkimiyetiyle metin içi çelişkileri ve redaktörlerin sonradan metne yaptığı müdahaleleri ikna edici delillerle ortaya koymaktadır. Spinoza, özellikle yazıcıların metnin anlaşılabilir olması için sonradan yaptıkları müdahaleleri birçok örnek üzerinden açıklamaktadır. O, analizlerinin sonucu olarak Tevrat'ın Ezra tarafından derlendiği ve son şeklinin verildiği kanaatine ulaşmaktadır.

Sanatın Mekanı ve Mekanın Sanatı

İdil Dil ve Sanat Dergisi, 2017

ÖZ Sanat ve mekan, yaratıcı ifade biçiminin iki farklı alanda ortaya çıkmış halidir. İkisi de birer iletişim biçimidir ve ikisi de içinde hem tasarım, hem de sanat barındırmaktadır. Tasarım sürecinde sanat algısı ve sanat sürecinde tasarım algısı birbirinden ayrı ve bağımsız olarak düşünülememektedir. Tasarımdan ayrı üretilen bir sanatın eksik kalması gibi, sanat ile beslenmeyen bir tasarım estetikten uzak kalmaktadır. Çağdaş sanatta, sanatçının eseri artık kendi sınırlarının dışına çıkarak bulunduğu mekanı kullanarak bütünleşmektedir. Bu çalışmada amaç, çağdaş sanatlarda sürekli bahsi geçen mekan konusuna, sanatın objesi olarak ve sanatı içinde barındıran ve sergileyen bir sanat olarak bakmayı hedeflemektir. Sanat ve tasarım alanlarındaki bu etkileşim, mekan tasarımının kendisini oluşturmaktadır. Çalışma içerisinde yer alan iki bölüm bu konuları ayrı ayrı ele almaktadır. Sanatın mekanı bölümünde sanatın mekanı bir obje olarak kullandığı örneklere ve mekanın sanatı bölümünde ise sanatı içinde barındıran sanat galerileri örneklerine yer verilmesini kapsamaktadır. Sonuç olarak, sanat ve tasarımda disiplinler arası etkileşim ve mekan tasarımında çağdaş sanatın yansıması olduğu gözler önüne serilmektedir.

Sanat Fenomenolojisi Bağlamında Sınır Kavramı

2023

Sınıra ilişkin kavramların fenomenolojik açıdan incelendiği bu çalışmada, terminolojik bir hattı takip edebilmek adına Antik Yunan düşüncesindeki sınırkavrayışları başlangıç noktası olarak tercih edilmiş ve bu kavramların sunduğu imkânlar, çağdaş filozofların sanat ve sınır düşünceleri bağlamında ele alınmıştır. Tez boyunca kullanılan σύνορος [synoros] kavramı, ilişkisel bir ontolojik yaklaşım sergileyen düşünürlerde varolanlar arasındaki kesişim noktalarına; πέρας [peras], varolanın Varlığının görünür kılınması anlamında bir şeyin sahip olduğu kendine has limitlere; ὅρος [horos], kesişimsel olmayan mutlak sınırlara; ὅριον [horion] ise antropolojik sınırlarla inşa edilmiş alan kapatmalara işaret etmektedir. Kavramlar arasındaki ayrımlar, sınırın anlamının açıklık alanı olarak düşünülmesini sağlamıştır. Nitekim, Jacques Derrida’nın Aporias metninde geçen horotik alan kapatmaların (problematik kapatma, kavramsal sınırlama ve antropolojik sınır) beslendiği ontolojik ve diyalektik ikiciliklerin ilişkisel olmayan ontolojik bir yaklaşım sergiledikleri ve özgücülüğün aksine varolanlardaki imkânların sanat yoluyla açığa çıkarılabileceği öne sürülmüştür. Öte yandan, çağdaş filozofların sınır-düşüncelerinin sanat yapıtlarına etkisi tartışılırken sanat yapıtındaki sınır imgelerinin de çağdaş filozofların düşüncelerinde yarattığı etkiler ilişkisel bir perspektiften değerlendirmeye alınmıştır. Sınır kavramına ilişkin sanatın sunduğu açıklık alanından ve yeni düşünce imgelerinden ilhamla perasvari limitler ve synorotik karşılaşmalar paranthrōpos’un açılışıyla ilişkilendirilmiş ve karşıtlıkları bozarak kesişimsel bir ontoloji sunan bu kavrayışların sanat yapıtıyla görünüşe çıktığı iddia edilmiştir. Bu bağlamda, çağdaş filozoflarda karşımıza çıkan dinamik limit, limitrofi, sympoiesis ve dünyanın teni kavramsallaştırmalarının synorotik kesişimleri mümkün kıldığı öne sürülmüş ve horotik olmayan bu mefhumların sanat yapıtıyla ilişkisi tartışılmıştır. Resim sanatına ek olarak yazınsal uzam üzerinden de synorotik karşılaşmaların olanakları üzerinde durulmuş ve dilin insandan başka olanlarla birlikte-örüldüğü fikri, zoopoetika çerçevesinde ele alınmıştır. Sonuç olarak bu çalışmada vurgulanan ve en temelde üç farklı sınır-düşüncesini yansıtan kavramların hayvan ve bitki çalışmalarına ontolojik bir zemin sağlaması amaçlanmış ve yaşamı, peratik limitlerle ve bu limitleri dinamik kılan synorotik karşılaşmalarla örmenin insandan başka olanlarla şiddetsiz bir şekilde ilişkilenmeyi olanaklı kılabileceği ileri sürülmüştür.

Sanat felsefe için bir araştırma alanı mıdır? Yoksa sanat felsefeden bağımsız olarak mı düşünülmelidir

Modern kültürün sanat yapıtlarını ve sanatçıları kültür endüstrisinin birer parçası haline getirmesi sanatın bugün hâlâ sanat olup olmadığı sorusunu sormamıza neden olur. Günümüzde sanat ile gündelik yaşam arasındaki sınırların, çoğaltıla bilirlik, yineleme ve tüketim yüzünden giderek ortadan kalkması bizi sanat yapıtının ne olduğu ya da onun özü hakkında geçmişteki tartışmalara geri dönmeye sevk eder. Bu bağlamda, Hegel'in hipotezinde olduğu gibi sanatın görevini tamamlamış ve hakikatin kendini göstermesi olarak geçmişe ait olduğunu mu düşünmeliyiz? Gelgelelim sanat, tarihte hiç olmadığı kadar görünür, estetik hiç olmadığı kadar yaşamlarımızı ve şehirlerimizi sarıp sarmalamış durumda öyle ki sanat yapıtları hâlâ dünyaya başka türlü bakmamızı sağlar. Bu durumda ölen ve geçmişte kalan sanat değil, sanat ve felsefe arasında belli bir ilişki türüdür. Şu hâlde felsefenin sanatla kurduğu özel ilişkiyi nasıl yeniden düşünebiliriz?1

Sanat Piyasasına 'Aşağıdan' Bir Bakış ve Küratörlük Meselesi

Yeni E, 2019

Sanatçıdan beklentimizin, sanat piyasasına dahil olmadan özgür iradesiyle üretmesi olan çağımızda, sanatçının yalnızca sanat üreterek geçinme koşullarını oluşturabilmesine verilebilecek cevap tektir; 'Devletin sanatçıyı desteklemesi'. Halihazırda böyle bir durumdan bahsedemezsek, üretilen işlerin bağımsızlığından hiç söz edemeyiz. O halde, bugün sanat üretilmemektedir. Düz mantığın meyvelerinin iştahla yendiği coğrafyaların birinde, 'kurtla yiyip, çobanla ağlaşan' bir takım sanat severlerin çözümü de tektir; 'sanatçının emeğini sömürmek, sanatçıymış gibi yapanı piyasada yüceltmek' Bazı tekil örnekler bir yana geçim sıkıntısından başka sıkıntısı olmayan sanat üreticileri (özellikle emek vurgusu yapılmaktadır!) şartlarını zorlayarak ve bir biçimde bu ilişki ağında olabildiğince temiz kalabilmiş ve samimi piyasadarlarla ilişkilenmek gibi bir ara çözüme yönelirler. Oysa ki kötünün iyisi olarak tanımlanabilecek bu çember sanatçıyı 'olabildiğince' geçimini sağlamaya hapsedecek ve üretiminden ödün vermesine neden olacaktır. Son günlerde sosyal medyada hayli konuşulmaya başlayan bir sanat eleştirmeninin feryadı ise özellikle tartışılmalıdır. Meksika doğumlu Avelina Lesper, sanat tarihi eğitimi almış bir eleştirmen olarak bugün yapılan sanatın, piyasaya dahil olan 'büyük' sanatçıların hiçbirinin sanatçı olmadığını savlıyor 1 , hatta Lucien Freud'dan sonra sanatçı gelmediğini de ekliyor. Youtube'da yayınlanan röportajının başlığı 'Modern sanat bir kandırmacadan mı ibaret?' Üzerine konuştuğu, sanatsal olmadığını savladığı üretim ise çağdaş ve günümüz sanatı. Terminolojik olarak genel geçer izleyicinin çok da ayrımını hissedemeyeceği ancak modernist, çağdaş ve güncel sanat arasındaki süreç bu tespitleri yeniden değerlendirmek açısından önemli. Lesper'in üzerinde durduğu özellikle müzeler, müzayede evleri ve sanat fuarlarında oluşmuş kemik yapının piyasayı beslediği ve hiç bir denetim mekanizması olmadan fiyatların belirlendiği, yalnızca bir sertifika karşılığında doğadan iki dalı alarak yerleştirme vaadiyle binlerce dolara satıldığı vd… tespitleri oldukça doğru. Ancak günümüzde sanat yapılmıyor olduğu savını haksızlık olarak nitelemek gerek. Yaklaşık yirmibeş dakikalık bir konuşmaya sığdırdığı için özetleyerek feryat etmesi de anlaşılabilir. Haksızlık olan nokta yalnızca kendi işinde gücünde, olabildiğince kendi ifadesini oluşturmaya çalışan sanatçıya değil aynı zamanda üzerinde çok tartışılan ve ne menem birşey olduğu konusunda uzlaşılamayan küratöre de. TDK Sözlüğü'nün küratör açıklaması ilgi çekici; "Müze, kütüphane, sergi, hayvanat bahçesi vb.ni yöneten ve etkinliklerini düzenleyen yetkili kimse 2 ." Koleksiyon, kitap, sanatsal üretim ve hayvanlar alemi arasında bir fark olmadığını öngören sözlük, zihin açıcı bir biçimde yukarıda sayılan dört nesnenin(!) yöneticiliği ve etkinlik düzenleyicisi olarak nitelemekte. Bu nokta sanat piyasasının da yukarıda onunla birlikte sayılan kurumlarla birlikte fark gözetmeden yönetilmesi gerekliliği. Yönetim ve etkinlik düzenleme yanyana anıldığında şirket oluşumunu çağrıştırıyor. Demek oluyor ki resmi bakış, müzenin ve kütüphanenin işleyişinden hatta varlığından bi haber, aynı zamanda sanat nesnesiyle egzotik hayvanların sergilenmesinin eş tutulması da tesadüf olmasa gerek. Lesper, konuşmasının bir bölümünde güncel sanatı anlamayan izleyicinin haklı olduğunu çünkü zaten anlamsız bir üretimle karşılaştıklarını dile getiriyor. Buradan çıkan sonuç; 'sokaktaki insanın' sergideki herhangi bir işe bir egzotik hayvana bakarken duyduğu 'yabancı olanla ilgilenmek ve onunla tarif edemediği bir ilişki kurmak'la yetiniyor olduğu. Fakat mesele bu kadar basit olmasa gerek, sanat tarihi ya da güzel sanatlar eğitiminde öğretilenler belli sınıfların üretimleridir, folklorik üretimler pek konu edilmez. Dil kullanımına benzer bir durumdur;

Felsefe Ve Sanat Arasinda: Esteti̇k Düşünüm

2018

Sanat nedir?, diye baslayan bir sorunun sonucunda ortaya cikan alanin adi “estetik dusunum”dur. Bu dusunumun ortaya cikmasina neden olan sey, sanatin nesnesi olan ‘guzel’dir. Guzel, dogasi geregi sabit ve degismez bir bakis acisina izin veren bir ‘nesne’ degildir. Guzel, degismez kurallara ve yasalara sahip olmamakla kalmaz, hatta kural ve yasalara karsi bir direnc gosterir. Bu dirence tanik oldugumuz eylem ise, pratik bir alan olan estetik deneyimdir. 'Estetik deneyim' kavramini, tanimlamak ya da ifade etmek sadece zor degil, neredeyse imkânsizdir. Bu imkânsizliga ragmen, estetik deneyim kavrami, estetik alaninda cok fazla tartismanin ve anlasmazligin odagi olmustur: Bilgi veren ya da vermeyen, bilincsiz, aktif, pasif, katartik, temasa olarak ifade edilecek bir deneyim. Bu yuzden bu kavramin ifade ettigi sey, tam anlamiyla bir“belirsizlik” alanidir. Cunku ne tam anlamiyla felsefenin ve ne de tam anlamiyla sanatin soz sahibi oldugu bir yerdir. Daha ziyade, ozne- nesne ve tum...

İçtimai Bir Müessese Olarak Sanatın İşleyişi / Sanat Sosyolojisi'nin Fikri Dairesi İçinden Bir Analiz

KTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2013

Tel: 0 (462) 377 2022 Dergimiz ASOS Index tarafından taranmaktadır. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi; yılda iki kez yayınlanan ulusal, hakemli ve bilimsel bir dergidir. Editör, dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Derginin her hakkı saklıdır. Bu derginin hiçbir bölümü yazılı ön izin olmaksızın hiçbir biçimde ve hiçbir yolla yeniden üretilemez ve dağıtılamaz. Dergide yayınlanan çalıĢmalardaki görüĢ ve düĢünceler yazarların kiĢisel görüĢleri olup, hiçbir Ģekilde Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün veya Karadeniz Teknik Üniversitesi'nin görüĢlerini yansıtmaz.

Yolun Sonu: Kant’ın Spinoza Metafiziğine Bakışına Dair Bir Tartışma

Kaygı, 2023

Bu çalışmada Kant ve Spinoza felsefeleri arasındaki ilişki ele alınmıştır. Belirli bir konsensusa göre Kant Spinoza felsefesi ile çok fazla ilgilenmemektedir. Ancak çalışma Kant'ın Spinoza'yı felsefe tarihinde özel bir yere konumlandırdığını savunacaktır. Kant'a göre akıl koşullu mevcudiyetin imkanını açıklarken belirli bir düşünsel silsileyi takip etmek zorundadır. Buna göre akıl önce koşulsuza ulaşmalı oradan da koşullu mevcudiyetin imkanını kurmalıdır. Ancak bu zorunluluk koşullu ve koşulsuz arasında belirli bir ilişkiyi varsaymaktadır. Makale, Kant açısından Spinoza'nın metafiziğinin felsefe tarihinde aklın geçmek zorunda olduğu bu uğrakları en tutarlı biçimde serimleyen felsefe olduğunu savunacaktır. Şüphesiz Kant için aşkınsal realizm aklın düştüğü bir illüzyondur. Ancak bu illüzyon olumsal değil zorunlu bir illüzyondur. Bir diğer değişle, aklı bu hataya sürükleyen şey bizzat aklın kendi yapısıdır. Bu nedenle bu hatadan kaçınmanın tek yolu aklın bilme iddialarına meşruiyetini sorgulayan aşkınsal idealizm felsefesidir. Ancak, yine de, eğer akıl koşulsuzu bir bilgi nesnesi olarak ele alacaksa sonuç Spinoza metafiziği olacaktır. Bir diğer deyişle, Kant açısından Spinoza felsefesi aşkınsal realizmin zorunlu sonucudur.

Sanatın Doğası ve Bir Varlık Sorunsalı Olarak Sanat (Felsefe Dünyası)

Her sanat yapıtı, varolan bir nesneye yönelerek içerik kazanır. Sanat ya da sanatsal etkinlik, her şeyden önce, özne ve nesne olmak gibi iki ayrı temel varlığı bir önkoşul olarak gerektirir. "Sanatsal yaratıyla olan ilişkimiz, yaratma düzeyinde de izleme düzeyinde de bir özne-nesne ilişkisidir." 1 Bir özne varlık olarak sanatçının nesneye (ya da nesnelere) estetik (sanatsal) duyarlılıkla yönelmesi ve yöneldiği bu nesnel varlığı ussal bir biçimde kavrayıp, kavramsallaştırması, bir sanatsal yaratımın gerçekleşmesini ve bir ürün olarak sanat yapıtının varlık kazanmasını olanaklı kılar. Özne, nesneyi sanatsal bir tavırla kavrarken, bu kavrayışın kendisini de sanat yapıtı olarak somutlaştmr. Böylece, temelde öznenin yöneliminden kaynaklanan, bu nedenle öznel olarak nitelendirilebilecek tüm sanatsal etkinlik, bir sanat yapıtında nesneleşmiş olur. Nesnelere yönelen öznel kavrayış, sonuçta, diğer öznelere de kendisini duyumsatan bir varlık ya da nesne olma özeliğini kazanır. Kısaca vurgulamak gerekirse, sanatsal etkinlik sürecinde, özne kendini nesnede (yapıtta) nesneleştirip, somut bir biçimde gerçekleştirir. Her ne kadar, gerçekleştirilmiş olan yapıt, somut bir yapıt olsa da o, tinsel bir içerik taşır. Böylesine bir yaratma etkinliği, özne-nesne etkileşiminin bir sonucudur.