ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ ULUS İNŞA SÜRECİNDE IRK VE IRKÇILIK (1923-1938 (original) (raw)
Related papers
CUMHURİYET DÖNEMİ EDEBİYAT TARİHLERİNDE ULUS İNŞASI ARACI OLARAK İDEOLOJİK ÜSLÛP (1923-1938)
TYB AKADEMİ, 2014
ÖZET Edebiyat tarihçiliği, bir yandan edebiyat biliminin öte yandan tarih biliminin arasında, daha ziyade tarih yazımı yaklaşımı ile çalışan bir alt disiplindir. Bu makalede Fuat Köprülü ile başlayan modern edebiyat tarihçiliğinin üsluba yansıyan, hatta üslubu belirleyen bir faktör olarak ideolojiyle ilişkisi ele alınacaktır. Aynı zamanda uluslaşma ve ulusdevlet inşası sürecinde edebiyat tarihi yazımının rolü de söz konusu üslup özellikleriyle ilgisi üzerinde durulmuştur. Konu edindiğimiz dönemde yazılmış olan on beş edebiyat tarihi gerek dönemin koşulları ve gerekse yazarlarının niyetleri bakımından ilgi çekici örnekler oluşturmaktadır. ABSTRACT Historiography of literature, between on the one hand literal science on the other hand history is a subdiscipline works by historiographical approach more. In this paper, relationship betweenmodern historiography of literature started from Fuat Koprulu and ideology that reflects to style, even determines the style is going to be handled. At the same time, it's put emphasis on that; revelance, between role of historiography of literature and stylistic aspects said in the process ofnation building and nation statebuilding. Fifteen literature history books which are written in the period we work on, composes interesting samples in terms of the period's conditions and intentions of authors.
İSTANBUL’DA ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ İLKOKUL BİNALARI (1923-1945)
The Republic of Turkey, which was established after the National Struggle, made breakthroughs to bring innovations in every field. The main innovations that are tried to be implemented are; made in areas such as economy, social life, law and education. Steps were taken to ensure unity in the field of education, the Ministry of Education was viii
CUMHURİYET DÖNEMİNDE ELEŞKİRT İLÇESİNİN İDARİ YAPISI VE NÜFUSU (1923-1970
ÖZ Doğu Anadolu Bölgesi'nin alan bakımından büyük şehirlerinden birisi olan Ağrı'nın ilçelerinden Eleşkirt, hem nüfus hem idarî açıdan önemli bir durum arz etmektedir. Tarih boyunca birçok kültüre ev sahipliği yapmış olan Eleşkirt, nüfus artış hızı bağlamında Türkiye'de önde gelen ilçelerden birisidir. Cumhuriyet döneminde nüfus artış miktarı yüksek olan ilçenin idarî yapısında birtakım değişiklikler yapılmıştır. Bu makalede Osmanlı döneminden başlamak üzere 1970 yılına kadar Eleşkirt'in idari yapısındaki ve nüfusundaki değişimler kapsamlı bir biçimde ele alınmıştır. Bilhassa idarî alandaki düzenlemelere bağlı olarak Eleşkirt'in nahiye ve köylerinin statülerinde birtakım değişikliklerin ve yeniliklerin olduğu görülmektedir. Bu durum, doğal olarak nüfus artış hızını da etkilemiştir. Makalenin diğer konusu olan nüfus alanındaki gelişmeler de ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu eser başta arşiv kayıtları, Resmî Gazete ve TÜİK verileri olmak üzere; araştırma ve inceleme eserlerinden yararlanarak oluşturulmuştur.
CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRKİYE'DE LİMAN VE İSKELE POLİTİKALARI (1923-1960)
Öz Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren 1960 yılına kadar Türkiye'de liman ve iskele politikaları ile bu politikaların ekonomiye olan yansımaları çalışmanın konusunu teşkil etmektedir. Konu, Cumhuriyetin ilk döneminde liman ve iskele politikaları (1923-1950); Demokrat Parti (DP) döneminde liman ve iskele politikaları (1950-1960) ile sınırlandırılarak iki dönem halinde ele alınmıştır. Türkiye'de liman ve iskele politikaları ile bu politikaların ekonomiye olan katkıları sayısal veriler ışığında değerlendirilmiştir. Çalışmanın kaynak materyalini, Cumhuriyet arşivi belgeleri, resmi yayınlardan; zabıt ceridesi, kanunlar ve tutanak dergileri, resmi gazete, istatistik yıllıkları ve ayın tarihinin yanı sıra dönemin süreli yayınları arasında bulunan ekonomi dergilerinin makaleleri oluşturmaktadır. Konu incelenirken, deniz ticaretinin geliştirilmesinde liman ve iskelelerin yaptığı katkılar göz önüne getirilerek gerekli değerlendirilmelerde bulunulmuştur. Çalışmada elde edilen sonuç şudur: Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yabancılar tarafından yürütülen liman hizmetleri 1925 yılında Türk sermayesi ile kurulan şirketlere devredilmiştir. 1939 yılında liman hizmetlerini devletin üstlenmesiyle Devlet Limanları İşletme Umum Müdürlüğü teşkil edilmiş, bu kurum 1944 yılında Devlet Denizyolları ve Limanları İşletme Umum Müdürlüğüne dönüştürülmüştür. Ayrıca çıkarılan kanunlarla liman ve iskeleler konusunda yasal boşluklar giderilmiştir. DP döneminde ise liman ve iskelelerin iç ve dış finans kaynakları artırılıp yeniden inşa, ıslah ve genişletilme çalışmalarına girilmesi ve limanların donanımlı hale getirilmesiyle yükleme-boşaltma kapasiteleri artırılmıştır. Bu suretle Türkiye'nin dış ülkelerle yapılan deniz ticaret hacmi genişletilerek millî ekonomiye önemli katkılar sağlanmıştır.
1938 SONRASINDA TUNCELİ MİLLETVEKİLLERİNİN İSKANLA İLGİLİ ÇALIŞMALARI
II. Uluslararası Tunceli Dersim Sempozyumu Tunceli 20-22 Eylül 2013, 2014
Tunceli (Dersim) Osmanlı Devleti döneminden itibaren iskâna çok önem verilen bir bölgedir. Çemişgezek Sancağı oluşturulduktan sonra bu sancağa başka bölgelerden sünni Türkmenler getirilerek bu bölge Harput ve havalisinin Dersim aşiretlerine karşı savunulması amacıyla bir tampon bölge haline getirilmiştir. 1937 ve 38 Dersim harekâtlarından sonra Dersim; yasak, boşaltılmış ve serbest olmak üzere 3 bölgeye ayrılmıştır. Yasak ve boşaltılmış bölge halkları iskâna tabi tutulmuştur. Bu insanların bir kısmı Elazığ ve Erzincan gibi yakın illere göç ettirilirken, büyük bir kısmı ise iskân kanunlarıyla belirlenmiş olan çeşitli batı illerine göç ettirilmiştir. Dersim’de yaşanan felaketlerin ardından yapılan iskân faaliyetleri insanların çok büyük acılar yaşamalarına sebep olmuştur. Daha sonraki dönemlerde yasakların kalkmasıyla Tunceli’ye geri dönenler ise çok büyük bir yoksullukla karşı karşıya kalmıştır.
ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİNDE KÜRTAJ YASAĞI İLE İLİŞKİLİ SUÇLAR VE BASINDAKİ YANSIMALARI (1929-1943)
BELGİ DERGİSİ, 2024
Osmanlı Devleti’nin nüfusu artırmaya yönelik politikaları Erken Cumhuriyet döneminde de devam etmiştir. Bu politikalar, doğal olarak insanların bedensel varlıklarının yanında üreme sağlıklarının da kontrol edilmesi anlamına gelmekteydi. Böylece kürtaj yasağı, devletin kadının doğurganlığını kontrol etmesinin önemli bir aracı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kürtaj, 1926 tarihinde kabul edilen 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda “hayat ve vücut bütünlüğü hakkı” gerekçe gösterilerek bir suç olarak kabul edildi ve “Kasten Çocuk Düşürmek ve Düşürtmek” başlığı altında incelenerek 468, 469, 470, 471, 472, 473, 474, 475 ve 476 numaralı maddelerinde bununla ilgili cezai düzenlemeler getirildi. 1927 yılında gerçekleştirilen nüfus sayımının, nüfus artışının istenen oranda gerçekleşmediğini göstermesiyle kürtaj ile ilgili çeşitli düzenlemelere gidildi. Önce 1930 tarihli 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 152 numaralı maddesi çocuk düşürmeyi sağlayan ilaçların satışı yasaklandı. Daha sonra bu konu 1936 tarihinde kabul edilen 3038 sayılı “Türk Ceza Kanunu’nun Bazı Maddelerini Değiştiren Kanun” ile “Eşhasa Karşı Cürümler” başlığı altında “Irkın Tümlüğü ve Sağlığı Aleyhine Suçlar” içerisinde tanımlanarak 468, 469, 470, 471, 472 numaralı maddelerle yeni düzenlemeler getirildi. Bu yasalarla kürtaj yasağı ile ilişkili çeşitli suçlar tanımlamıştır. Kürtajın yasadışı olmasıyla beraber evlilik dışı ilişki, tecavüz veya yoksulluk nedeniyle bebeğin bakımını sağlayamama kaygısıyla ilişkili istenmeyen gebelik yaşayan kadınlar devletin denetiminin dışında, sağlıksız ve güvensiz bir şekilde çocuk düşürmeye devam etmişlerdir. Güvensiz kürtaj yaptıran kadınlar üreme sağlığının bozulmasıyla karşılaşmışlar ya da çocuk düşürmek için kullandıkları ilaçlar nedeniyle yaşamlarını yitirmişlerdir. Bu tür olaylarla ilgili haberler dönemin gazetelerinde yer almıştır. Yenidoğan cinayeti ya da çocuk terki suçlarının da kürtaj yasağı ile ilişkisi sorgulanmış ve yine basında yer alan ilgili haberler takip edilmiştir. Bu makale, belirtilen çerçevede kürtaj yasağı ile ilişkili suçları basındaki yansımaları ile örneklemeyi amaçlamaktadır.
ATATÜRK DÖNEMİ IĞDIR’DA NÜFUS SAYIMLARI (1923-1938)
Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele'nin ardından ülkenin demografik yapısında önemli değişimler oldu. Hem yapılan savaşlar hem de savaş sonrası yapılan mübadele anlaşmaları ülke nüfusunu nitelik ve nicelik olarak değişime uğrattı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından 1923-1938 yılları arasında ülke nüfusunun mevcut durumunun tespiti için ilk nüfus sayımı 1927'de yapılırken, ikinci nüfus sayımı ise 1935'yapıldı. Iğdır 1927 Nüfus sayımında Bayazıt Vilayeti'ne bağlı iken 1935'te ise Kars Vilayetine bağlıydı. Yapılan nüfus sayımlarında oldukça ayrıntılı bilgiler yer aldı. Bu bilgiler ışığında Iğdır nüfusu, medeni hali, yaşı, mesleği, dini, ana dili ve engelli olup olmama durumuna ilişkin pek çok başlık altında ele alındı.
2015
During the 19th century, thoughts and actions about race incresead in the West. These ideas over time including political and economic objectives by taking an ideological state turned into a racist and discriminatory practices. West was the flurry of using science to justify their imperialist aims. For this purpose, world were graded according to scientific anthropological research under various race categories by the nations of the Western. Acccording to this classifications, Turks had been included in this to the yellow race category. Early Republican managers whom dreaming of create a civilized society and take place between civil societies, found this situation unacceptable and launched a series of anthropological studies against to West with defensive hastily. The aim was to prove that the Turks are civil and Caucasians as much as the Europeans. The data obtained, romantic influences and the rhetoric that will strengthen national consciousness and national ties were reshaped Tu...
TÜRKİYE’DE ULUS DEVLET İNŞA SÜRECİNDE (1923- 1950) KADIN ASKER VE ASKER ANNESİ TARTIŞMALARI
Belgi, 2022
WOMEN SOLDIER AND SOLDIER MOTHER DEBATES DURING THE NATION-STATE BUILDING PERIOD IN TURKEY (1923-1950) In regular armies in many countries of the world, compulsory military service is for the male population. The number of countries where military service is compulsory for women in the regular army is few. This study focuses on the debates on the compulsory military service of women, which came to the fore in the early Republican period but could not be put into practice. Discussions on the role of women in nation-building and women's military service deepened during World War I. These discussions are actually the place of women in the public sphere, the intertwining of some images of modern women from the West, and the question "How should a Turkish woman be?" is also part of the discussion. It is necessary to divide these discussions into two within the singleparty period. In the period between 1923 and 1935, when Turkish women were given the right to vote and be elected, it is seen that the discussion in question was carried out over the concept of equal citizenship, from the perspective of "women can do what men do". In this period, besides the issues such as the right to education, the right to vote and the right to be elected, the right to work under equal conditions, which cover the equality of women and men in the public sphere, the issue of compulsory military service is also discussed. After 1935, Turkish women were given the role of "good wife" and "good mother" in the new division of labor within the patriarchal structure. In this period, women have passed from the ideal of "women soldier" to "mother who raises soldiers" and "ideal wife" in the public sphere. As a result of the war threat posed by the Second World War, all citizens, including women, were called to the front for military service, if necessary, within the scope of the 1939 expedition law. In the education policies of the post-war period, the presence of military courses in secondary education and military training courses for university women draws attention. The process of transforming women-soldier rhetoric into soldier-mother in the historical process through the concept of “patriarchal bargaining” will be discussed using primary and secondary resources.
ERKEN CUMHURİYET DEVRİ RESMÎ İDEOLOJİSİNİ OSMANLI TARİHİ KONULUROMANDAN OKUMA DENEMESİ (1923 -1938)
Devletlerin önemli tarihî dönüm noktalarından birisi de siyasi iktidarın el değiştirmesidir. Değişimin taraflarının, benzer ideolojilere sahip olmaları hâlinde dahi bilhassa sosyo-kültürel alanda farklı politikalar uyguladıkları vakidir. Devletin, kendisini oluşturan hemen her dinamikle birlikte topyekûn değiştiği cumhuriyet inkılâbı söz konusu olduğunda, değişimin esaslı bir dönüşümü de beraberinde getirdiği görülmektedir. Temelinde Türk milliyetçiliğini barındıran Kemalizm, söz konusu dönüşümü planlayıp programlayan ideolojidir. Özünde yer alan milliyetçilik fikri doğrultusunda Kemalizm'in temel problematiğinin, millî kökeni başlatacağı tarihî süreci belirlemek olduğu söylenebilir. Erken dönem cumhuriyet devri tarih yazımı sorunu, Osmanlı'yı görmezden gelip Orta Asya Türk tarihine uzanarak çözmeye çalışır. Böylelikle Osmanlı tam manasıyla bir devr-i sabık hâlini alır. Bu yeni tarih görüşünün, konusunu tarihten alan roman türünü doğrudan etkilemesi kaçınılmazdır. 1923-1938 yılları arasında yayımlanan tarihî romanda Osmanlı, yeni tarih algısının gereği olarak büyük ölçüde olumsuz imajlarla yer alır. Resmî ideolojilerin kültürel alana etkisini örneklendiren bu durum, edebiyatın öncelediği dönem ve insan gerçeğini âdeta hiç mesabesine indirir. Dönem romanında Osmanlı, hiçbir hususi tarafı bulunmayan tarihî/fiktif roman kişilerinin, hemen aynı mekânlarda birbirleriyle aynı davranışları tekrarlayıp durdukları tarihî süreç resmindedir.