İSTEM.6.2005_HULEFÂ-İ RÂŞİDÎN DÖNEMİ’NDE HALİFELERİN HALKLA İLİŞKİLERİ - The Caliphs’ Relations with Public at the Time of al-Khulafa al-Rashidun - Dr. Ahmet GÜZEL - (S.245-264) (original) (raw)
Related papers
The period of the Rightly Guided Caliphate begins with the period immediately following the death of the Prophet and covers the reigns of those caliphs – namely, Abu Bakr, Umar, Uthman and Ali- who truly followed in the Prophet’s footsteps. In this article we attempted to find out the degree of relationship by consanguinity between these caliphs, supposing that such research would uncover the reasons and their importance which may lie behind their seizing of power.All being belong to the Quraish tribe, the first four caliph’s family lineage goes back to the same ancestor, namely Ka’b b. Luey. These people had naturally established new relationships between themselves and their children.We, in this article, defend the idea that their relationship had played no role in their succession to the throne. Being a relative of the Prophet was considered as important. However, such relationship can not only be understood in terms of genealogy, but it is a relationship that has wider meaning.
Arap dili tarihinde dilin derlenmesi, tarihinin seyrini ve geleceğini belirlediği için en önemli bir faaliyet kabul edilir. Dünyadaki herhangi bir dil gibi, Arap dilinin de geçirmiş olduğu lugavî gelişim ile tabiî değişimin bütün etkilerine rağmen, "Arapça sözlüklerin tamamını inceleyen birisi, dille ilgili malzemeleri, Arap yarımdasında seyahat eden çok az sayıdaki ilk dilcilerin Araplardan şifahî aldıklarını, sonra bu toplama faaliyetinin bir süre sonra sekteye uğradığını ve ardından da sonraki dilcilerin bütün gayretlerini, toplanan bu malzemenin farklı şekillerde tanzîm ve tertîbine yoğunlaştırdıklarını" 1 görecektir. Aynı şekilde, toplanan bu malzeme üzerine tesis edilen Arapça nahiv kurallarının, özünde elle tutulur esaslı bir değişiklik yapılmadan, az sayıdaki ilk nesil dil âlimlerinin şekillendirdiği biçimde kaldığını fark edecektir. Bu durumu, "Sonraki nesillerin (ilgili kuralları) farklı açılardan epeyce genişletmelerine, şekil ve kalıplarını geliştirmelerine rağmen, iskeletinde ve ana kurallarında herhangi bir değişikliğe ihtiyaç duymadıklarını, Arapça'nın kurallarını kapsamlı bir şekilde ihtivâ eden ilk eser olan Sibeveyhî (ö. 180/796)'nin eseri" 2 doğrulamaktadır.
Yüksek Lisans Tezi , 2010
Kureyşilik tartışmaları ilk olarak Hz. Ebûbekir’in halife seçiminde yapılmıştır. Hz. Ebûbekir Sakîfe toplantısında halifenin Kureyş kabilesinden seçilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Hilafetin Osmanlılara geçişiyle tekrar gündeme gelen Kureyşilik tartışmaları özellikle Osmanlının son dönemlerinde siyasi sebeplerden dolayı iyice alevlenmiştir. Osmanlı halifesinin Hindistan’da Müslümanların lideri rolünü üstlenmesini istemeyen İngilizler, bu bölgede halifenin Kureyş’ten olması gerektiği propagandası yaptılar. Aynı propagandayı Araplara karşı da yapan İngilizler, onların Osmanlıdan ayrılmalarını amaçladılar. Meselenin hukuki boyutunu ise Hz. Peygamber’in Kureyş lehine olan ifadeleri şekillendirmektedir. Bir kısım ulema bu konudaki hadislere dayanarak halifenin Kureyşten olması gerektiğini söylerken bir kısım ulema da bu hadisleri çeşitli tevillere tabi tutarak bu şarta karşı çıkmıştır. Mevlevî Hafız Abdülcemîl Efendi de Kureyşilik şartına yazdığı risalesinde karşı çıkmış, bu şekilde İngilizlerin propagandalarına karşı bölge Müslümanlarını bilgilendirmiştir. First discussions about that caliph must be one of Quraysh tribe, was took place in the caliphate election of Hz. Ebûbekir. Hz. Ebûbekir stated that the caliphate must be elected from the Quraysh tribe in the Sakîfe meeting. Debate of Qurayshi which came into the agenda again with the transition of Caliphate to the Otomans, was thoroughly overwhelmed especially at the end of the Ottoman period because of the political reasons. Britishs who did not want to the Otoman caliphate to get the leadership role of the Muslims in India, did propaganda about the caliphate must be descending from Quraysh tribe, in this region. Britishs also did the same propaganda against Arabs, intended to leave Muslim of this region from the Ottomans. Expressions of Prophet for Quraysh shape the legal issues of the matter. Some scholars say that caliphate sould be Quraysh based on hadith about this subject and same of this oppose Qurayshi condition by various gloss of hadith. Abdul Jamil opposed condition of Qurayshi in his treatise thereby he informed Muslims against British propaganda.
Türk edebiyatı tarihinin erken dönemlerinden itibaren yazılmaya başlanan manzum sözlükler, her yüzyılda verilen örnekleri ile bir gelenek haline dönüşmüştür. Bir dile ait bilinmeyen veya izaha muhtaç kelimelerin öğretilmesi amacıyla hazırlanan bu sözlükler çoğunlukla iki dilli olarak yazılmış, devre ve döneme göre üç dilli sözlükler biçiminde de hazırlanmıştır. Farklı dönemlerde yazılan bu sözlüklerden bazıları diğer örneklerinin önüne geçmiştir. Bu durumun oluşmasında ilgili eserin içeriği, işlevi ve hitap ettiği çevrenin önemi önde gelen etkenler arasındadır. Manzum sözlükler içinde Türkçe-Farsça örneklerden olan Muğlalı Şâhidî Dede’nin Tuhfe-i Şâhidî adlı eseri ile Sünbül-zâde Vehbî’nin Tuhfe-i Vehbî adlı eseri tercih edilen manzum sözlükler arasındadır. Vehbî’nin Türkçe-Farsça sözlüğü yanında Nuhbe adını verdiği Türkçe-Arapça manzum bir sözlüğü de bulunmaktadır. Bu eseri de Tuhfe’si kadar beğenilmiş ve okutulmuş bir sözlüktür. Nuhbe’nin Elbistanlı Ahmed Hayâtî tarafından başlanıp oğlu Şeref Halîl tarafından tamamlanan şerhi de bulunmaktadır. Hayâtî-zâde Şeref Halîl, Rûhu’l-Edeb adını verdiği eserinin girişinde Vehbî’nin Nuhbe’sinde özellikle Arapça darb-ı mesel, deyimleri açıkladığı kısımları kapsayan yeni bir sözlük hazırlama arzusunda olduğundan bahseder. Vehbî’nin bütün olarak ele aldığı kısımları fasıllara ayıran, kıtalar ve bu kıtaları devam ettiren mesnevilerle ilgili bahsi genişleten Şeref Halîl’in bu eseri ile Nuhbe arasında benzerlikler olduğu görülmektedir. Bu çalışmada Vehbî’nin Nuhbe’si ile bu eserin şerhini de tamamlayan Hayâtî-zâde Şeref Halîl’in Rûhu’l-Edeb adını verdiği eserinin bir mukayesesi yapılacaktır. İki eser arasındaki ortaklık/ayrılıkların tespiti, manzum sözlük yazma geleneğinin anlaşılması ve eserler arası ilişkilerin ortaya konulması bakımından önem arz etmektedir.
Hulefâ-yı Râşidîn devri, modern araştırıcıların gündemine daha çok hilâfete odaklanan tartışmalar, ilk fetih hareketleri ve müslümanların iç mücadeleleri gibi siyasî tarih meseleleriyle gelmekte iken, son zamanlarda söz konusu dönemin sosyo-ekonomik ve kültürel tarihine dair çalışmaların hız kazanması oldukça ehemmiyetlidir. Bu makale, öncelikle Hulefâ-yı Râşidîn devrinde Arap yarımadasının dışına taşan İslâm fetihlerinin hızlı ve etkin bir şekilde başarılı olması ile yeni yurtlar (Dûrû’l-Hicre: Kufe, Basra, Fustat vb.) edinen Müslümanların bu bölgelerde giriştikleri bayındırlık faaliyetlerini derli toplu bir şekilde sunmayı amaçlamaktadır. Bu çalışma aynı zamanda, Hz. Peygamber devrinden hemen sonra, İlk Dört Halife döneminde yeni ortaya çıkan durum ve şartlara göre bayındırlık hizmetlerinin gelişimini ve çeşitliliğini ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Considering the works of contemporary researchers on the era of the Rashidun Caliphs stick to the debates mostly dealing with political issues such as early conquests and the struggle within the Islamic society, it is significantly important that the number of recent studies dealing with socio-economic and cultural aspects of the era has increased. This study initially aims to present public works conducted in new settlements (i.e. Dur al-Hijra: Kufa Basra, Fustat etc.) conquered by Muslims during the Rashidun Caliphs in which the early Islamic conquests were efficiently successful. This study also intends to show the development and variety of public works depending on new circumstances had come up right after the era of the Prophet Muhammad.