ALEVİ YURDU ANADOLU.pdf (original) (raw)
Related papers
Bu raporun içeriğinin telif hakları ORSAM'a ait olup, 5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında, hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayımlanamaz. Bu raporda yer alan değerlendirmeler yazarına aittir; ORSAM'ın kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır.
Dünyadaki en zor mesleklerden biri. Karanlık, yalnızlık, zamansız ve mekansız bir meslek. Ve bu insanların birbirleriyle dayanışarak oluşturdukları bir kültür. Anadolu madenci kültürü.
10. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, 2012
Yaylacılık faaliyetlerinin Türk tarihinde ve yerleşme kültüründe özel bir yeri vardır. Bu faaliyeti özel kılan durum ise; Türklerin tarih boyunca kırsal yaşam birlikleri içerisinde yayla yerleşmelerine hep yer vermiş bir millet olmalarıdır. Türklerle yaylalar arasındaki bu birliktelik bir taraftan tarihi yaşam biçimi ve ekonomik nedenlerden, diğer taraftan ise coğrafi çevre şartlarından kaynaklanmıştır. Gerçekten de hem Asya hem de Anadolu'nun değişik yörelerindeki yüksek dağlık alanlar, yaylacılığı Türkler için bir tercihten öte, bir zorunluluk haline getirmiştir. Söz konusu bu beraberlik, bütün alışkanlıklarından, üretim biçimlerine kadar pek çok maddi kültür öğesine yansımış ve böylece Türklere özgü bir yayla kültürü ortaya çıkmıştır. Öyle ki yayla yaşamı, sadece ekonomik amaçlı bir faaliyet değil, aynı zamanda da Türk insanı için vazgeçilmez bir gelenek, bir tutku ve kendine özgü bir töre ve alışkanlıktır. Bu şekliyle Anadolu insanını yüzyıllardan beri sürdürdüğü bu faaliyetten ayrı düşünmek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle yaylacılık, Türk insanının bir gereksinimi, bir özlemidir.
Ana tanrıça ve Kybele sözcüklerini duyduğumuzda aklımıza ilk olarak Anadolu gelmektedir. Anadolu, kadının ve anaerkil aile toplumunun kaynağıdır. Dünya üzerinde kadının üstünlüğünü ve önceliğini vurgulayan ilk Ana tanrıça kavramı Anadolu'da gelişmiştir. Dünya ölçeğinde ataerkilliğin yaşandığı çağlarda kadının pek etkisi görülmez Anadolu dışında. Anadolu tarihinde; Toprak ile özdeşleştirip Toprak-ana denilen bereketi, bolluğu ve doğurganlığı simgeleyen ilk Ana Tanrıçalar; Kybele, Artemis ve Meryem Ana gibi dinsel kişiliği olanlar; Amazonlar gibi savaşçılar, Artemizya, Aspasya, Zeo, Hürrem Sultan gibi politikaya bulaşanlar, Sappho, Mihri Hatun, Halide Edip gibi sanatçılar, Nene Hatun gibi kahramanlar bulunmaktadır1. Neden Ana Tanrıça yüceltilmiş hep, bir baba tanrıdan tüm yaratılanların babası olarak düşünülemez miydi? Bu sorunun karşılığını ilkel insanın gözlem gücünde ve bu gözlemin sonucunu da olağan üstü bir yorumla değerlendirerek bu kavramı bulmasında aramak gerek. İlk çağlarda çevresinde gördüğü her şeyi değerlendirme aşamasındaydı insan. Topraksa durmaksızın bir hareketlilik içerisinde sürekli bir şeyler getiriyordu dünyaya. Ağacı, otu, sebzesi, meyvesiyle insan ve hayvan yaşamının soyunu sürdürmesi için gerekli ne varsa onu bağrında yetiştiriyordu. Tüm bitkileri de o doğuruyordu. O da bir anaydı öyleyse. Toprak ana. On binlerce yıl süregelen mağara yaşamında Toprak Ananın bağrında barınmış ve onun güvencesini hissetmişti kendisini ilk insan ve bir beden tasarlamıştı onun için. Yer Toprak Ananın bedenidir, etidir. Yer toprağın ta kendisidir. Bu yüzden Türkçemizde yer, yeryüzü, toprak hep aynı anlamı taşımaktadır. Yerin bağrından çıkan taşlar kemikleri, bitkiler sağları, ırmak ve dereceler damarları, çocuğunu güvenle dünyaya getirip büyüttüğü mağaralar ve kovuklar rahmidir Toprak Ananın ilk insan için2. Kutsal kitaplarda hep topraktan yaratıldığı belirtilmiştir insanoğlunun. Eski çağların Anadolu'sunda kadının doğurganlık gücünü toprağın verim gücüyle özdeşleştirerek, onu bütün varlıkların yaratıcı gücü olarak görmüş, yani insanın topraktan yaratıldığı yargısını günümüzden on bin yıl önce katılmış Anadolu insan. Bu inanç doğrultusunda, doğal olarak toplum anaerkil bir yapıda oluşmuştur ilk çağlarda. Bir yandan yaşamın ölümle sona erdiğini, bir yandan da doğumla sürekli yenilendiğini gözlemliyordu. Dünya'ya çocuğu getiren dişi yaratık, yani kadındı. Doğumda erkeğin işlevi yeterince anlaşılamamış olmalı ki, insanı dünyaya getirebilecek yetenekteki kadının tanrı olabileceği inancı yerleşmişti. Bu yüzdendir ki; Kybele, motiflerinde kalın kalçalı, iri göğüslü şekilde tasvir edilmiştir. Karnının altında da üçgen biçiminde belirtilmesi onun kadınlığının ve doğurganlığının simgesi olarak kabul edilmektir
2022
Dışişleri Bakanlığı Türk Diplomatik Arşiv Belgelerinde Hatay Sorunu: Türk-Fransız Diplomatik Mücadelesi (1936-1938)