Yakup ATEŞ Çok Partili Hayata Geçiş (1923-1938) makale.pdf (original) (raw)
Türkiye’nin yaklaşık son yüz elli yıllık tarihi, bir değişim ve yenileşmenin daha fazla hissedilir olduğu bir dönemi göstermiştir. Osmanlı padişahları Batı’nın hızla gelişmesine karşı öncelikli olarak askerî teşkilatın kuvvetlendirilmesi üzerinde durmuş, orduda ve devlet yönetiminde ilk reformları yapmışlardır. Bu reformlar, zamanla bütün topluma etkileyen zincirleme tepkilere yol açarak toplum hayatının her safhasında köklü değişiklikleri zorunlu kılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun orduda girişmiş olduğu az sayıdaki ilk reformlarda ifadesini bulan ıslahat fikri, cumhuriyet döneminde inkılâp veya devrim fikrine dönüşmüştü. İnkılâp, toplumun gelenekçi hayat tarzını, fikirlerini ve müesseselerini baştan sona değiştirmek amacı güden bir devlet teorisini ifade ediyordu. Toplumun hayatta kalabilmesi ve istiklaline sahip olabilmesi için böyle bir değişiklik kaçınılmaz bir zorunluluk halini almıştı. Siyasi değişim, ordu ve yönetim teşkilatında yapılmış olan reformların kökleştirilmesi ve genişletilmesi yolunda atılması gereken mantıklı bir adım olarak görülüyordu. Siyasi reformlar, padişahlar üzerinde aynı zamanda baskısını hissettiren iç ve dış dinamiklerin tesiriyle meydana gelmişti. İçeride yeni açılmış okullarda yetişmiş ve batılı fikirlerin tesirinde kalmış yeni bir aydınlar zümresi ortaya çıkmıştı. Dışarıda ise batılı devletler, siyasi ve ekonomik taahhütlerini yerine getirmeye muktedir nispeten güçlü bir Osmanlı devleti ile iş yapmayı tercih ediyorlardı. Böylece siyasi değişim alanı genişlemiş, bunun neticesinde padişah sahip bulunduğu mutlak iktidarı 1839 yılında Tanzimat ile birlikte bizatihi kendisi sınırlandırmış ve 1876 yılında meşruti idare sistemini kabul etmiştir. 1908’de parlamenter rejimle çok partili sisteme geçilmiş, nihayetinde 1923 yılında saltanatın da kaldırılmasıyla cumhuriyet kurulmuştur. Cumhuriyetin kurulmasından 1946 yılına dek temelde tek parti çevresinde olmak üzere çok partili hayata geçiş aşaması kuvvetlenerek devam etmiştir. Türkiye’nin değişimini tayin eden ve değişimde üstün rol oynayan iç dinamik, temelde muhafazakâr ve yenilikçi iki grup arasındaki mücadele olmuştur. Fransız devriminin bireyci ve laik fikirleri Türk aydınları arasında büyük rağbet görmüş, bu fikirler siyasi dalgalanmalara rağmen devrimci aydınların ulaşmak istedikleri ana amaç olmaya devam etmiştir. Böylece hızla yenileşmek zorunluluğunu hisseden Türkiye, ardı ardına bir sıra reform hareketine girişerek bir dönem tek parti rejimini uygulamış ama yine de bireyci parlamenter sistem fikrini böyle bir sistemin yürütülebilmesi için gerekli maddi ve kültürel temeller atılmasıyla bir ülkü olarak muhafaza etmiştir. Osmanlı son dönemindeki modernleşme hareketleri daha çok bir tecrübe olarak Cumhuriyet’e aktarılmıştır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden belki de en önemli alışkanlık hem Osmanlı’da hem Cumhuriyet’te değişmenin devlet eliyle ve kısa sürede gerçekleştirileceğine inanılmasıdır. İşte Cumhuriyet’in bu seçkinci-devletçi bürokrasi yaklaşımı, o dönemi kasıp kavuran Fransız İhtilalı’ndakinden farklı olarak Osmanlı devlet anlayışının devamı niteliğindeydi. O yıllar Türkiye’sinde, toplumların yaşadığı böylesi değişim ve dönüşüm evrelerinde dinamo rolü üstlenip, öncülük görevi yapan yerli kapitalist sınıfın veya diğer bir isimle ulusal burjuvazi de yoktu. Çünkü Osmanlı’da devlet, saray-bürokrasi egemenliğini sürdürmek için kendinden bağımsız bir şekilde gelişebilecek her türlü unsuru bertaraf etmişti. Bu araştırmada Türkiye’nin çok partili hayata geçişindeki temellerin atıldığı yüce önder Mustafa Kemal’in ve zamanının aydınlarının ülküsünün gerçekleştirildiği erken Cumhuriyet döneminin ilk on beş yılı kavramsal çerçeve içerisinde, çok partili siyasi hayata geçişin nedenleri ve demokratikleşme süreci tarihi perspektif içersinde irdelenerek ülkemizdeki siyasal dönüşümden bahsedilecektir.