TÜRKMEN EFSANELERİNDE VATANA İHANET VE CEZASI (original) (raw)

TÜRK DESTAN ve EFSANELERİNDE BENGİSU (ÂB-I HAYÂT)

2020

Su, kâinatta yaratilan butun varliklarin ozudur. Vucudun dort ucu ya da ana rahmine dusen embriyo da âb-ma’dan meydana gelir. Yagmur (ebr-i nisân), âlemlere yagdiginda rahmet, sadefin agzina dustugunde inci, bir yilanda ise zehir olur. Dogdugumuzda ve oldugumuzde yine mutlak su vardir. Bu baglamda Anâsir-i erba'a’nin su ve topraktan olusmasi da dikkate degerdir. Balciktan yaratildigina inanan insanoglu, olumsuzlugu Bengisu ile elde edecegini dusunur. Icildiginde sonsuz hayat veren âb-i hayât, dunya edebiyatlarinda oldugu gibi Turk edebiyatinda da cok sik kullanilan bir remiz-motiftir. Eliade, insanoglunun balciktan yaratilmasinin ilk Sumerlerde goruldugunu vurgular ve Eski Misir, Yunanistan, diger ilkel uygarliklardan itibaren tespit edildigini anlatir. Calismada, Dokuman (Icerik) Analizi metodu kullanilarak Turk destan ve efsanelerindeki Bengisu’nun izi surulmustur; Menguluk suyunun tedavi edici ozelligi ve guzellik verdigi gorulmustur; mezkur motife formulistik sayilar, olagan...

YAŞAMIN KAZANIMI BAĞLAMINDA TÜRK EFSANELERİ: ÇALMA, ACIMA, GÖREVLENDİRME MOTİFİ

-, 2020

Özet İnsanın yaşamasını sağlayan en önemli öge gıdadır ve insanlık gıdaya ulaşmak, onu yenilebilir hale getirmek adına sürekli olarak çaba sarf etmiştir. Bu yüzden ateşin bulunuşu ve bu vesileyle gıdayı yenilebilir kılma insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Yaratılışı (kozmogoni) ve insanlığın ortaya çıkışını (antropogoni) konu edinen çoğu efsanede de gıdanın topluluklara nasıl ulaştığı anlatılır. Bu ulaşma durumu genellikle üç motif etrafında kümelenir. Çalma, acıma ve görevlendirme. Biz bu makalede Altay ve Göktürk efsanelerinden yola çıkarak Türk topluluklarının gıdayı ve dolayısıyla yaşamı elde edişinin efsanelerine hangi motif yoluyla ulaştığını tespit etmeye çalışacağız. Bunu yaparken onların yaşayış biçimlerinden, üretim yollarından ve ekonomik-coğrafi şartlarından yardım alacağız.

VATANA İHANET KAVRAMI VE SUÇU

Necmettin Erbakan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2021

Roma Hukukunda “Crimen Laesae Maiestatis” olarak adlandırılan vatana ihanet suçunun ilk defa Roma hukukunda pater familiasa karşı işlenen suçlar olarak ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Erken dönemde ismine parricidum denilen cinayet suçu sosyal istikrarı bozacak mahiyette görüldüğünden ihanet suçu olarak kabul edilirken artık devletin kurumsallaşmasıyla içine parricidum suçlarını da alan perduellio kavramı ihanet suçlarını tanımlamak için kullanılmıştır. Perduellio olarak kabul edilen tüm eylemlerin ortak özelliği ise bir tür özel kast olan faildeki “hostilis animus” veya “topluma zarar verme niyeti”nin varlığıdır. Perduellio dışında devlete karşı en ciddi suçlar crimen laesa maiestas olarak adlandırılmaktadır. Bu suçlar MÖ 103 civarında Lex Appuleia De Maiestate ile başlayan ve Digesta ile biten özel yasalarda düzenlenen suçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Roma hukukunun tesiriyle Orta Çağ Avrupası’nda kralın kutsal ve dokunulmaz şahsına karşı işlenen suçlar da vatana ihanet suçu olarak nitelendirilmiştir. XIX. yüzyılda ise bu suçlar siyasi suçlar başlığı altında incelenmiştir. Yürürlükteki hukukumuzda vatana ihanet adında bir suç yoksa da bu başlık altında tavsif edilebilecek çeşitli suçların TCK’da bulunduğunu, karşılaştırmalı hukuk ve hukuk tarihimize bakarak, söylemek yanlış olmayacaktır. Bu çalışmada öncelikle vatana ihanet suçunun çeşitli hukuk sistemlerindeki tarihi kökeni müteakiben mukayeseli hukukta vatana ihanet suçları son olarak da Türk hukuk doktrinde vatan ihanet suçu ele alınacak, sonuç kısmında ise Türk hukukunda hangi suçların vatana ihanet sayılabileceği sorusuna cevap bulunmaya çalışılacaktır.

TÜRK DÜNYASI EFSANELERİNDE HAYVANLARLA İLGİLİ MOTİFLER ÜZERİNE

Journal of International Social Research

Öz Efsane, toplumların sosyal ve kültürel zenginliğinin aynası olarak yüzyıllardır anlatılagelir. Anlatmaya dayalı türler arasında gerçeklik ve inanç olgularının ağırlıkta olduğu bir tür olan efsane, gerçek hayatla bütünleşik unsurları taşıması bakımından bilgilendirici yönü ağır basar. Türklerin adlarının yanında kurdun, atın ve kartalın da adının anılıyor olması bizi bunun kökenini araştırmaya itmiştir. Çalışmamız kapsamında yazılı tarihten önceki döneme de ışık tutan efsanelerdeki hayvan motiflerinin Türklerin sosyal ve kültürel hayatlarıyla kıyaslaması yapılacaktır. Türk boylarının efsaneleri arasından seçilen, hayvanları konu edinmiş efsaneler Motif Index of Folk Literature'un "B-Hayvanlar" kategorisine göre motif haritası çıkartılmış, analizi ve karşılaştırmaları yapılmıştır.

KUZEY GERMEN-İSKANDİNAV VE TÜRK EFSANELERİNDE AT MOTİFİ

Türkler erken tarih dönemlerinden beri atı "kardeşi" ve "arkadaşı" olarak görmüştür. Tüm Türk efsane ve destanlarında at kişiye dost ve kardeş mesabesindedir. Atlar Türk kültüründe deniz, su, göl, mağara, rüzgâr veya dağdan gelen, esrarengiz güçlerini sahipleriyle paylaşan ve kurt gibi en sevilen hayvandır. Tüm Türk efsane ve destanlarında kahramanların atlarından adlarıyla bahsedilir. Germen/İskandinav efsane ve destanlarında ise ölü ruhların özellikle beyaz ata duhul ettiği, bunlara ancak tanrıların, cinlerin ve şeytanlaşmış/cinlenmiş insanların (cadı, kâhin ve tekin olmayan kişiler vs.) veya metafizik yaratıkların bindiği bir hayvandır. Ancak Tanrılar ve yarı tanrı kahramanlarda at binek olduğunda normal görülür. Bunlar baştanrı Odin/Wodan'ın atı Sleipnir gibi uçar veya sekiz ayaklıdır. Atların Türk efsane ve destanlarındaki gibi Kuzey Germen ve İskandinav efsanelerinde insan kahramanlara dostluk özellikleri fazla yoktur, ancak tanrı ve yarı tanrıları yeraltı ve ruhlar âlemine götüren üstün ve esrarengiz hayvanlardır. Bu çalışmada kültürlerarasılık ve metinlerarasılık yöntemleri izlenerek iki kültürün efsanelerindeki at motifi karşılaştırılacaktır.

KÜLTÜREL BELLEĞİN TAZELENMESİ: TÜRK DÜNYASI EFSANELERİNDE TUFAN SİMGECİLİĞİ

2023

Kültür bir toplumun dünya görüşü, kendini ve çevresini algılayışı, anlayışı ve bu temel üzerinde oluşturulan inanmalar, düşünceler, hareketlerin birleşimidir. Kültür, toplumsal hayatın sürdürülebilirliğini ve kendi varlığının devamlılığını sağlamaktadır. Kültürel bellek, bir toplumun varlık sürecindeki deneyim ve birikimini içeren kolektif bir hafızadır. Bu bellek, toplumun tarihini, mitolojisini, efsanelerini, geleneklerini ve ritüellerini korur. Kültürel bellek, topluma geçmişini hatırlatarak, kültürel kimliğin devamını sağlar ve toplumun üyelerini birbirine bağlamaktadır. Simgeler, kültürel belleğin bir parçası olarak önemli bir role sahiptir. Simgeler, maddi veya manevi nesneler, semboller veya işaretler aracılığıyla anlam taşıyan unsurlardır. Özellikle dini simgeler, maddi dünyadan hareketle manevi gerçekliği temsil ederler. Simgeler hem bireysel hem de toplumsal yaşamda anlam ve işlev sahibidirler ve ait olduğu toplumun inanç sistemi ve dünya görüşüyle şekillenirler. Simgeler, insanları kutsal ve kozmik gerçekliğe yaklaştırabilen ve bu gerçekliği açıkça ifade edebilen unsurlardır. Su da birçok kültürde kutsal ve dinsel anlamlar taşımaktadır ve bu anlamların simgesi haline gelmiştir. Dünya kültürlerinin genelinde su simgesi, bir taraftan hayat veren, kutsala yaklaştıran bir nimet olarak görülürken, diğer taraftan yok edici bir güç olarak da algılanmaktadır. Türk inanç sisteminde su, kutsal ve tanrısal gücü temsil eden bir dinî simge olarak ele alınmalıdır. Su, hayatın kaynağı olmanın yanı sıra, varlığı sıfırlayarak saf ve kutsal hale getirme gücüne sahip bir unsurdur ve bir hiyerofani olarak tanrısal güçle doğrudan ilişkilidir ve simgelerin amacına bağlı olarak farklı anlamlar temsil eder. Aynı anda birden fazla anlamı simgelemesi, su simgeciliği adını verdiğimiz bir kavramı oluşturur. Tufan ise su simgeciliğinin bir parçası olan ve ölüm ve yeniden doğum kavramlarına işaret eden bir alt anlam ve simgedir. Tufan, sulardan ayrılarak yaratılan her varlığın zamanın ve hayatın düzenine tabi olduğunu, tarihsel süreçte bozulduğunu ve özünün boşaldığını, ancak suyla temas ederek kozmogonik yaratımın yeniden gerçekleşip varlığın yenilenebildiğini ifade etmektedir. Biz bu çalışmamızda, Türk inanç sistemindeki tufan olgusu, yok oluşun, arınmanın ve yeniden yaratmanın sembolü olarak, efsaneler aracılığıyla geçmişten günümüze aktarılışı ve günümüzde Türk dünyasının kolektif ve kültürel belleğindeki yerini ortaya koymayı amaçlıyoruz.

HIYANET-İ VATANİYE KANUNU'NUN MÜZAKERELERİ VE KABULÜ

Özet Türkiye Büyük Millet Meclisi, başlatılan haksız işgaller ve bu işgaller karşısında, Mustafa Kemal Paşa'nın ön ayak olduğu direnmenin ve meşrulaşma çabalarının bir neticesi olarak ortaya çık-mıştır. TBMM Hükümeti, olağanüstü şartlar altında ve bu şartların gerektirdiği istikamette ka-rarlar almak zorunluluğunu hissederek 29 Nisan 1920'de 2 nolu kararla Hıyanet-i Vataniye Ka-nunu'nu kabul etmiştir. Millî Mücadele döneminin en çetin günlerinde bu kanunun TBMM tarafından çıkarılıp yürürlüğe konması, vatanın ve milletin kurtuluşu açısından bir dönüm nok-tası olmuştur. Kanunun kabulü ile TBMM'nin meşruluğu perçinlenip bir kez daha tescil edilmiş, kanun doğrultusunda ve içerisinde milletin yüksek çıkarları aleyhine yapılan haksız eylemlerin bertaraf edilme yolu tutulmuştur. Abstract The Turkish Grand National Assembly (TGNA) came forward as a result of the resistance and legitimization efforts led by Mustafa Kemal Pasha against the unfairly launched invasions. Feeling obliged to make decisions under exceptional circumstances and in the direction required by these circumstances, TGNA Government accepted the Law of Treason (Hıyanet-i Vataniye Kanunu) with the resolution no.2 on 29 April 1920. The enforcement of this law by TGNA in the most inconvenient days of the national struggle was a milestone in the salvation process of our homeland and nation. After this law was accepted, legitimateness of TGNA was consolidated and registered once again, and unfair actions to the detriment of national interests were started to be obviated inside and in the direction of the law.

(33/7)TÜRKÇE KELİMELERİN EFSANE DÜNYASINDA ANLAMLANDIRILMASI VE ÇÖZÜMLENMESİ-Sinan GÖNEN

2015

Efsanelerin halk anlatmaları arasında ayrı bir yeri vardır. Daha çok dinleyeni inandırma gayesi üzerine kurulu, anonim, kısa ve nesir şeklindeki bu anlatılar, dinleyeni anlatının büyülü ortamına çekmekte; âdeta anlatıda verilmek istenen ana fikri dinleyiciye kısa ve özlü bir biçimde vermeyi hedeflemektedir. Efsaneler içerisinde kelimelerin anlamlandırılması üzerine oluşanların varlığı dikkat çekicidir. Örneğin, "mola" kelimesinden "Muğla" kelimesine ulaşıldığını, efsane bizlere ispat etmeye çalışır. Yine, kelime birliklerinden efsanelere ulaşıldığı da görülecektir. Örneğin, Konya kelimesini açıklamaya çalışırken kelimeyi "kon-" ve "ya" olmak üzere fiil ve bağlaca ayırır, sonra hikâyenin sonunda bu kelimeleri birleştirerek karşımıza Konya kelimesini çıkarır. Elbette bunlar anlatı dünyasında bir hikâyeye dayanacaktır. Yani efsanelerden sonra kelimelere ulaşıldığı gibi, önceden dilde var olan bir kelimenin üzerine de olay örgüsü kuran, kurgusal bir anlatı oluşturulmuştur. Bu makalede kelime ve anlatı ilişkisi üzerinde ayrıntılı olarak durulacak ve çözümlemelere ulaşılmaya çalışılacaktır.