ŞİNASİ, ZİYA PAŞA VE NAMIK KEMAL'DE KANUN VE KANUNUN DİLİ (original) (raw)
Related papers
Sunuş: KENT, PLANLAMA VE KAMU YARARI
Toplum ve Demokrasi, 2011
Kamusal politikalar ve hedeflerin belirlenmesinde sıklıkla kullanılması ve kentlerin imarında başvurulan en temel ilkelerinden birisi olması nedeniyle, Toplum ve Demokrasi dergisinin “Kent, Planlama ve Kamu Yararı” temalı sayısı kapsamında, kamu yararı kavramının kent planlama disiplini bağlamında farklı açılardan ele alınması ve tartışılması amaçlanmıştır.
Sanat taklitle başlar ve sanatçı taklitle başladığı sanat serüvenine, mevcut numunelerin daha üstününü ortaya koyma gayesiyle devam eder. Bu gaye edebî tür ve gelenekler üzerinde de etkili olmuştur. Bu manada klasik Türk şiirinin oldukça yerleşik geleneklerinden olan tanzir etme veya nazirecilik geleneği yalnızca edebî bir alışkanlık olması yönüyle değil; edebî bir ıstılah olan ibdâ yani sanatçıların yeni ve güzel bir eser vücuda getirme nedenlerini izah etme yönüyle de önemlidir. Usta şairleri izleyerek bu yolda onlar gibi şiirler yazma gayreti içerisinde olan genç şairler için bir mektep vazifesi gören nazirecilik; kimi zaman zemin şiiri geçmek arzusunda olan şairlerce edebî sahada bir meydan okumaya dönüşmüş, kimi zaman da bir dostluk nişanesi veya saygı ve beğeni ifadesi olarak nazire yazılmıştır. Bu çalışmada, zikredilen gayelerden sonuncusu doğrultusunda Tanzimat dönemi şairlerinden Namık Kemal ile Ziya Paşa’nın, XVIII. yüzyıl divan şairi Nedim’in “köşk kasidesi”ne nazire olarak yazmış oldukları sâkînâme ve bahâriyye türündeki şiirlere Tâhirü’l-Mevlevî’nin yapmış olduğu şerh, yeni yazıya çevrilerek araştırmacıların istifadesine sunulmuştur. Çeviri yazısı yapılan metin Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi Fethi Sezai Türkmen Koleksiyonu 91 numarada kayıtlı olup Tahirü’l-Mevlevî’nin kendi el yazısıyla ve rika hattıyla yazılmıştır. Örnek olmak üzere makalenin sonuna eski harfli metinden iki sayfa alınmıştır. Anahtar Sözcükler: Nedim, Köşk Kasidesi, Namık Kemal, Ziya Paşa, nazire, Tâhirü’l-Mevlevî (Olgun), şerh.
HAYRİYE YILMAZ, KÜRŞAT EFE - BEHÇET NECATGİL'İN 'KAN' ŞİİRİNDE KAVRAM ALANLARI VE SÖZCÜK AĞLARI
Özet nsan zihninde varlıklar birbirinden bağımsız değildir ve zihnimizin bir yansıması olan söz varlığımızda da dil göstergeleri birbirinden bağımsız bulunamamaktadırlar. Dil göstergeleri arasındaki bu ilişki, söz varlığının geneli için kavram alanlarını, bir metnin bağlamında kazandığı yeni anlamları için ise sözcük ağlarını oluşturmaktadır. Tümüyle bir dilin söz varlığının kavram alanını çıkarmak, o dilin kavramlaştırma gücünü ve nesneleri kavramlaştırma yöntemine yansıttığı bakış açısını bize gösterirken bir eserin barındırdığı kavram alanlarını çıkarmak o eserin konusunu anlamamızı sağlar. Eserdeki sözcük ağları ise eserde verilmek istenen duygu, işlenen konular ve tema hakkında bize çıkarımlar yapma imkânı sunmaktadır. Eş zamanlı bir yöntem izlediğimiz bu çalışmada, Behçet Necatigil'in Mayıs 1955 tarihli 'Kan' şiirinde yer alan kavram alanları ile sözcük ağları tespit edilecektir. Şiir konusunu ele alış biçimi ve temasını işleyiş yönüyle zengin kavram alanlarından ve sözcük ağlarından oluşmaktadır. Şiirde varlığı tespit edilen başlıca konular kan kavramı üzerinden kalıtım ve kalıtımın bir alt konusu olan taşıyıcılıktır. Şiirin teması ise insanoğlunun yaradılışının bir genel görünümü, panoramasıdır. Çalışmada kavram alanları ile sözcük ağlarının şiirdeki konu ve temanın şekillenmesinde ne şekilde rol oynadığı da tespit edilmeye çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Şiir, Behçet Necatigil, kavram alanı, sözcük ağı, anlam bilimi, kavram. CONCEPTUAL FIELDS AND LEXICAL NETWORKS IN BEHÇET NECATGL'S 'KAN' POETRY Abstract In the human mind, beings are not independent from each other, and in our vocabulary, which is a reflection of our mind, language indicators cannot be independent from each other. This relationship between language indicators is conceptual field for the whole vocabulary and lexical networks for the new meanings gained in the context of a text. Removing the conceptual field of the vocabulary of a language, the conceptualizing of the language and the conceptualization of the objects in the conceptualization process, the conceptual fields that contain a work, let us understand the topic. Lexical networks in the text gives us the opportunity to make inferences about the emotions, topics and themes that are intended to be given in the text. In this study, which is followed by synchronic method, it will be tried to determine the conceptual fields and lexical networks of Behçet Necatigil's 'Kan' poem dated May 1955. Poetry is rich in
SİNEMA VE YÜCE: SEMİH KAPLANOĞLU SİNEMASI ÖRNEĞİ
Yöktez, 2022
Sinemada aşkın ve soyut imajların birbirine geçtiği süreçleri gözlemlemek ve üzerine bir tartışma yapmak bu çalışmanın esas meselesidir. Sinemada, gerçek-üstücülüğün ve yücelik vasfına ait imgelerin birbiriyle ilişkisi Semih Kaplanoğlu sinemasına odaklanılarak ortaya konmuştur. Sinemada aşkınlığa ulaşmak için yücenin kullanımına iyi bir örnek olduğu düşünülen Yusuf üçlemesi olarak bilinen; Yumurta (2007), Süt (2008), Bal (2010) ile Buğday (2017) filmleri üzerinden tartışma yürütülmüştür. Araştırmanın ilk boyutu, kendisiyle soyut alanlar arasına kalın bir çizgi çeken modern insanın, tarif edilemeze (ineffable) ilişkin algısından doğan yüceye odaklanarak, bunu aşkınlıktan ayırmaktır. Bu açıdan ilk olarak yüce (sublime) kavramının kendisi müstakil bir kavram olarak ele alınmıştır. Yüce duygusu bir karşılaşmadır, insanın tarifsiz imajlarla ilk karşılaşmada verdiği zihinsel bir tepkimenin adıdır. Yüce duygusu anıların yetersiz çağrışımlarından doğar ve bir takım tam tanımlanamamış türde olaylar, durum ya da imgelerle açığa çıkar. İmmanuel Kant ve Edmund Burke’un büyük oranda kavramsallaştırdığı bu kavramın genel çerçevesi oturtularak, dünden bugüne sanat ve felsefe yoluyla değişen, gelişen potansiyeli ortaya konmuştur. Ardından yücenin sinemadaki temsillerine, aşkınla (transcendent) ilintisine ve bu temsillerin dünya sinemasındaki dünden bugüne karşılıklarına değinilmiştir. Özelde İslam sanatında aşkınlık ve yücenin kullanımına da odaklanılmış, bunun bir auteur yönetmen olarak kabul edilen Semih Kaplanoğlu sinemasındaki yansımaları ortaya konmuştur. Son olarak, aşkın olan imgenin yüce aracılığıyla nasıl bir niteliğe kavuştuğu, insanın bilinemez (uncertain) olanla ilk karşılaşmasında nasıl bir duyguyla karşılaştığı, görünmez olan imgelerin nasıl görünür kılındığı meselesi üzerinde durularak, insanın mutlak ötekisi ve gerçek-üstüyle ilişkisi bakımından yönetmenin Yusuf üçlemesi filmleri ve Buğday filmi kritik edilmiştir. Yusuf üçlemesinde yüceyi, tekinsizlik, belirsizlik ve sıkıntı duygularına eşlik eden bir atmosfer takip ederken, Buğday filminde ise kullanılan teknoloji bakımından oldukça gelişmiş ileri dünya tasviri yapmak suretiyle, ihtişamlı nesneler üzerinden yüce bir etki oluşturulmaktadır. Yusuf Üçlemesinde psikolojik daralmaların, ruhsal bölünmelerin, içsel hezeyanların yüceyi tetikleyici unsurlar olarak kullanıldığı görülebilmektedir. Buğday filminde ise, aşkın olanı duyumsatmak için çok da alışık olmadık bir şekilde teknolojik yüceye başvurulmuştur. Bir nevi yüce karşısında duyulan korku, tekinsizlik, tedirginlik ve huşu duygusunun açığa çıkardığı duygu ile seyirci tarifsizin sınırlarında dolaştırılmıştır. Bu filmlerdeki karakterlerin ve seyircilerin olası yüce karşılaşmaları analiz edilerek, yönetmenin kurduğu sinema dilinin buna katkısı ortaya konmuştur.
ÖZET Bu makale, temel anlamda eleştiri kavramını ve Türk Edebiyatı’ na ait iki önemli tartışmayı ele almaktadır. Bu tartışmaların edebiyatımız açısından önemi ise modern anlamda nitelikli eleştirinin gelişmesi için sağladığı katkıdır. Bir tarafta edebiyatın köklü geçmişiyle hareket edilmesinin önemini savunanlar; diğer tarafta ise modern bir edebiyatın oluşması gerektiğini savunanlar ile her iki tarafa ait taraftarlar arasında fikir çarpışması yaşanmaktaydı. Bu fikir çarpışmalarından doğan eleştirel ortamın, edebiyatımıza getirileri olduğu gibi götürüleri de olmuştur. Edebi anlayışta tekdüze düşünmeyi yıkarak çeşitliliği sağlamak, yeni edebiyat topluluklarının oluşmasını sağlamak, eleştiri türünü geliştirmek gibi olumlu getirileri olurken; ikili ruh anlayışının hakimiyetinde olan dönem aydınlarının ve halkın, tamamen kutuplaşması veya zihin karmaşasına uğraması gibi etkilerle olumsuz getirileri olmuştur. Anahtar Kelimeler: Fikir çarpışması, tartışma, eleştiri, çeşitlilik, kutuplaşma, karmaşa. ABSTRACT This article deals with the concept of criticism and two important discussions of Turkish literature. The importance of these discussions in terms of our literature is the contribution it provides to the development of the quality criticism in the modern sense. On the one hand, there was a clash of ideas between those who advocated the importance of acting in the deep-rooted past of literature; on the other hand, those who argued that modern literature should be created; and the fans of both sides. The critical atmosphere arising from the conflicts of ideas has brought to our literature as well as its advantages. In literary understanding, there are positive consequences, such as the destruction of monotonous thinking, the creation of new literary communities, and the development of the type of criticism.; the period under the domination of the spirit of the two intellectuals and the people, completely polarization or confusion of the mind has had negative consequences. Keywords: Conflicts of ideas, discussions, criticism, the destruction of monotonous thinking, polarization, confusion.