Leyl Suresi çerçevesinde İSLAMİ TOPLUMUN İNŞÂSI (original) (raw)

İSLAM ÜLKELERİNDE SİVİL TOPLUM ANLAYIŞI

Giriş Öncelikle özellikle belirtmek isterim ki bu çalışma her ne kadar amatör bir çalışmada olsa başarısından ötürü değil ama üzerine çok fazla çalışma olmadığından dolayı Türkiye'de bu alanda yapılan az sayıda çalışmadan biridir. Bu konudaki akademik literatür eksikliği bu çalışmaya kaynak sağlamada karşıma çıkan büyük bir sorun oldu. Belki birazda bunun yüzünden bu çalışmada bizim aslında köklü bir sivil toplum düşüncemizin olduğunu aslında bir takım dünya devletlerinden daha köklü STK'larımızın olduğunu bu yüzden de bu alanda bir diriliş sağlamamız gerektiğini vurgulama ihtiyacı duydum. Bir şekilde artık Müslüman ülkeler içersindeki ve tarihin bize yüklediği vizyonumuzdan dolayı insani yardımın ötesine geçmemiz gerektiğini vurguladım. Bu çalışmayı yürütürken ilk başta çalışmanın dayandırıldığı metin ve disiplinler belirtildi, sonrasında ise çalışmanın ayrıntılarına inildi. Bu konuyu incelerken ilk olarak teme kendime örnek aldığım Thianna Pafhenholz'un sivil toplumun 7 fonksiyonu olara nitelendirdiği şu temel kavramlara bir göz geçirelim

İSLAM TOPLUMUNDA AZINLIK OLMAK

Diyanet Dergisi, 2010

İslam'ın dünya görüşüne bakıldığında, onun ana kaynağı ve kutsal metni olan Kur'an'ın, dinsel ve dolayısıyla kültürel çoğulculuğun Yüce Yaratıcı'nın bizzat kendisinin muradı olduğunu açıkça vurguladığı görülür: "Sizden her biriniz için bir sistem ve bir hayat tarzı belirledik. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise hayırlı işlerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir." (Mâide, 48) ile "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi toplu halde mutlaka iman ederlerdi. Böyle iken, sen mi mümin olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?" (Yûnus, 99) ayetleri, aynı içerikteki birçok mesajın ana temasını yansıtmaktadır. Dinsel ve kültürel farklılıkların bir yaratılış gerçeği olduğu belirtilip ardından İslam'ın dışındaki diğer dinlere ve mensuplarına hayat hakkı tanınmaması, açık bir tutarsızlık olurdu. Bu sebepledir ki, gerek Kur'an gerek onu duyuran İslam peygamberi, din ve düşünce hürriyeti ile can ve mal güvenliğini teminat altına alacak hükümler getirmiştir. (Bakara, 26; Kehf, 29; Ğâşiye, 21-22) Daha açık bir dille söylersek, dinde zorlama olmayacağını ve herkesin özgür iradesiyle dinini seçebileceğini öngören İslam, seçilen dinin gereklerinin rahatça yerine getirilmesini de garanti altına alacak ilkeler ve hükümler koymuştur. İslam toplumunda yaşayan gayrimüslim azınlıkların can, mal, inanç ve değerlerinin Müslümanların sorumluluğunda/garantörlüğünde olduğunun ifadesi olan zimmet, söz konusu ilke ve hükümlerin hukuki ve siyasi çerçevesini deyimlemektedir. Müslümanların hâkim oldukları coğrafyalarda gayrimüslimlerin vatandaş sıfatıyla, üstelik geniş sayılabilecek bir hukuki özerklikten istifadeyle yaşamaları imkânını veren zimmet kavramını, Hz. Muhammed (s.a.s.) de gerek şahsi uygulamaları gerek verdiği birçok talimat ile somutlaştırmıştır. Hukuk tarihinin bilinen ilk yazılı anayasası olan Medine Sahifesi'ndeki, "Yahudilerden bize tabi olanlara, haksızlık yapılmaksızın ve aleyhlerindekilere de destek olmaksızın yardım edilecek ve iyi muamelede bulunulacaktır." ile "Avf Yahudileri müminlerle beraber bir ümmet oluştururlar. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri kendilerinedir. Bu hükme, haksızlık yapmadıkça ve suç işlemedikçe gerek mevlaları gerek bizzat kendileri dâhildirler. Haksızlık yapıp suç işleyen, ancak kendisine ve ailesine zarar verir." (Sahife'nin bütünü için bkz. Muhammed Hamîdullah, Mecmû'atü'l-Vesâikı's-Siyasiyye li'l-Ahdi'n-Nebevî ve'l-Hılâfeti'r-Râşide, Beyrut 1987, s. 59-62) gibi taahhütler bir yana, Hz. Muhammed (s.a.s.), kendi otoritesinin uzağında kalan yerlerdeki gayrimüslimlerin haklarını da koruyacak adımlar atmıştır. Mesela Güney Arabistan'daki Hımyer kralına gönderdiği bir mesajda, Yahudi ve Hristiyan olarak eski dinlerinde kalmak isteyenlere herhangi bir müdahalede bulunulmamasını şart koşmuş; Necran Hristiyanlarına verdiği emannamede, onların mallarına, canlarına, dinî hayat ve uygulamalarına, ailelerine ve mabetlerine bizzat kendisinin kefil olduğunu bildirmiştir. (Ebu Yusuf, Kitâbu'l-Harâc,

TOPLUM BAĞLAMINDA DİN-KÜLTÜR ETKİLEŞİMİ

ÖZET Bu çalışma, din ile kültürün toplumsal zeminde cereyan eden karşılıklı ilişkilerini konu edinmektedir. Çalışmanın amacı, toplumsal hayatta onsuz olunamayacak bir boyut olan kültür ile yine onsuz olunamayacak bir inanç ve hayat tarzı olan din arasındaki etkileşimi sosyolojik bakış açısıyla anlamak ve anlamlandırmaktır. Araştırmada, toplumsal düzlemde kültür-din etkileşimi olgusu, özsel-işlevsel yaklaşımla kültür ile din hakkındaki çalışmalardan yararlanılarak ele alınmaktadır. En karmaşık antropolojik, etnolojik, folklorik, sosyolojik vs. kavramlardan biri olan kültürün çok farklı tanımları yapılmış ve yapılmaktadır. Aslına bakılırsa, toplumda üretilen her türlü insanî ürün olarak kültür, toplumsal hayatın en önemli veçhelerinden biridir. Bir dizi toplumsal süreçlerin bileşkesi olan kültür, toplumsal hayatta karmaşık bir semboller ve kavramlar bütünü olarak anlaşılabilir. Kültürün sembolik yönü, toplumun onun anlamlar dünyası, inanç dünyası ve din ile etkileşiminde de kendini gösteren çok önemli bir yöndür. Sembolik boyut, kültürle dinin etkileşim zeminidir. Dini de sembol boyutunu görmeden anlamak mümkün değildir; zira dinî inanç, düşünce ve pratikler, toplumsal hayatta sembollerle ortak nokta haline gelir, kuşaktan kuşağa aktarılır, insanın iç dünyası ve hayatında, kolektif ruh, bilinç, bellek ve yaşamda derinleşir, kalıcı hale gelir. Toplumun kutsalla iletişim kurması, kutsala yönelmesi, kutsala yönelimini toplumsal zeminde ortaya koymasında yine dindeki sembolizm veya semboller sistemi zorunludur. Kültür-din etkileşiminden bahsedildiğine göre din ile kültür toplumsal hayatta iki ayrı varlığa sahip demektir. Bu çerçevede toplumda din kültürü, kültür de dini çeşitli biçimlerde ve farklı etkenlerle etki altına alır. Din-kültür ilişkileri, bazen ahenk ve uyum, bazen de şiddet, çatışma ve uyumsuzluk içinde gerçeklik bulur.

İBNÜ'L-MUKAFFA VE İSLAMİ İLİMLERİN OLUŞUMUNDAKİ ROLÜ

Hicri ikinci yüzyılın başında (yaklaşık 102/724) yılında dünyaya gelmiş olan Ebu Muhammed Abdullah İbnü‟l-Mukaffa ed-Dadeveyh İran asıllı mütercim, edebiyatçı ve kâtip biri olarak tanınmaktadır. Bedevi kabilelerden fasih Arapça öğrenmiş olan İbnü‟l-Mukaffa, döneminin Arap, Fars, Hint, Yunan kültürleri hakkında derin malumat sahibidir. İbnü‟l-Mukaffa başta Basra olmak üzere çeşitli merkezlerde kâtiplik yapmış 142/759 tarihinde öldürülmesine yakın yıllarda Müslüman olmuştur. İbnü‟l-Mukaffa Emevilerden Abbasilere geçiş döneminde yazdığı telif ve tercüme eserlerinde Arap, Fars, Yunan ve Hint kültürlerini bir araya getirmiş, döneminin siyasi ve kültürel kazanımlarını Abbasilerin hizmetine sunmuştur. Kelile ve Dimne, Siyeru’l-müluk, Kitabu’l-âyin gibi İslam edebiyatını etkileyen çevirilerinin yanı sıra el-Edebü’l-kebir, el-Edebü’s-sağir, Risaletü’s-sahabe gibi telif eserleri bulunmaktadır. İbnü-l-Mukaffa‟ın eserleri, İslami ilimlerin oluşum aşamasında yazılmış olmasından dolayı, ilgili dönemi aydınlatmak açısından büyük önem taşımaktadır. Özellikle Risaletü’s-sahabe, dönemin ilim anlayışı, problemleri ve çözüm arayışları konularında önemli ipuçları vermektedir.

İSLAM HUKUKUNDA GELİRİN TOPLUMA YAYILMASI İÇİN GETİRİLEN DÜZENLEMELER

Özet Ekonomik problemlerin temeline inildiğinde adil gelir dağılımının olmaması ve fakirlik problemi ile karşılaşılır. Her ekonomik sistem gelir dağılımının tüm tolumun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde nasıl düzenleneceği ile ilgilenir. Böylece oluşabilecek problemlerin önlenmesi ve toplumsal kalkınma amaçlanır. İslam, hayatın her yönüne hitap eden bir dindir. İslam hukuku içerisinde farklı iktisadi düzenlemeler de bulunmaktadır. Burada temel amaç, servetin belirli ellerde toparlanmaması, bir güç haline gelmemesi ve gelirin tüm topluma yayılmasıdır. Bunlar arasında ibadet kapsamında zekât, kefaret ve nafaka gibi zorunlu, sadaka gibi teşvik edilen düzenlemeler; muamelat kapsamında ticari işlemler ile lüks ve israfın önlenmesi gibi ahlaki çözümler bulunmaktadır. Özellikle devlet kontrolü ve Beytülmal (Hazine) aracılığıyla toplanan servet, ihtiyaç sahiplerine dağıtılır. Birer kurum olarak nitelenebilecek bu işlemler sonrasında maddi birikimler yine belirli kişilerin elinde toparlanırsa, miras ve vasiyet düzenlemeleriyle kesin olarak dağılım gerçekleştirilmiş olur. Bu hukuki düzenlemelerle adil bir gelir dağılımı ve fakirlik probleminin çözümü hedeflemiştir. Böylece toplumsal sınıflar arasında oluşabilecek gelir düzensizliği ve sonucunda ortaya çıkabilecek huzursuzluklar önlenmeye çalışılır. Abstract Economic problems derive from lack of a fair distribution of income and poverty. Every economic system attends to how distribution of income to be made in order to meet the needs of the entire society. Such distribution of income would prevent any possible problem from occurring and pave the way for the social development. Islam, a religion addressing to every aspect of life has in its law system various economic arrangements. The main purpose in all economic arrangements in Islamic Law is to distribute income within the entire society by preventing the wealth from accumulating in the hands of certain people and thus giving to them a power against the other groups or individuals. Some of these arrangements are obligatory, such as zakat (giving alms), kaffara (paying expiation), nafaqa (spending for all household expenses), and some are encouraged such as sadaqa (donation). There are also precautionary measures against luxurious or lavish spending in commercial transactions. In particular, the wealth amassed by the supervision of the state or Bait al-mal (treasury) is distributed to the people in need. In case wealth accumulates at the disposal of certain people after these processes, each of which may be regarded as institution are completed, distribution is decisively realized through the regulations of inheritance (mirath) and will (wasiyya). By means of these legal regulations, a fair distribution of income is achieved and poverty is substantially eliminated. Thus income inequality among social classes and its possible result, unrest in the society is precluded.