HOBBES, LOCKE VE ROUSSEAU'DA " DOĞA DURUMU " DÜŞÜNCESİ (original) (raw)

HOBBES'TA DOĞA DURUMU ÇÖZÜMLEMESİNİN ELEŞTİRİSİ

Bu çalışmamda, Thomas Hobbes'un toplumsal sözleşme anlayışını inceleyeceğim. Hobbes karmaşık dünya ilişkileri içerisinde çözüm yolu olarak daha önceden saptanmış olan öbür dünya kavramının bir benzerini yaşadığı dünyaya indirmek istemiştir. Bu nedenle dinsel olarak kurulan hiyerarşik düzeni dünyaya uydurmaya çaba göstererek sosyal bir sözleşmenin varsayımsal olarak meydana geldiğini savunmuştur.

SAVAŞ VE BARIŞ BAĞLAMINDA THOMAS HOBBES VE JEAN JACQUES ROUSSEAU

V. ULUSLARARASI FELSEFE KONGRESİ, 2018

Bu iki düşünürümüzün de buluşturulabileceğini düşündüğüm iki ortak yönleri olan siyasi düşünceleri bağlamında etkilendikleri ve etkiledikleri fikirlerini ortaya koymaya çalışacağız. İnsanın içinde hayvanî ve insanî meyiller olup daima birbirleriyle mücadele halinde olmaktadırlar. Ne yapmamız gerektiğini vicdanımızın sesi bize söyleyecektir. Bu nedenle Jean Jacques, insanların din ve inançlarının belirlenmesinde ve o doğrultuda yaşanmasında da vicdanı temel bir unsur olarak değerlendirmiştir. Söz konusu vicdanla ilgili görüşlerin sahibi olan Rousseau‘nun geliştirmiş olduğu bu fikirlerini bilahare Kant alacak ve daha ileri bir düzeye taşımaktadır. Aristoteles ile Saint Thomas‘ın akılla fizyolojik meyiller arasında bir anlaşma zemini aramalarına karşın Rousseau ve Kant bu mücadeleyi insanın içinde bulmaktadırlar. Vicdanın sesini dinle şeklinde ifadeleri çokça duymaktayız. İnsan şayet vicdanının sesini dinleyebilirse; bozulmamış bir vicdan, doğru ve hakikat olan ne ise bizi ona ulaştırmaktadır. Ayrıca iki düşünürümüzün de siyasi devrimlere tanıklık etmesiyle, devrimlerin filozoflarımızın fikirlerini etkilemesinden ve onların düşüncelerinin devrimler üzerindeki etkilerinden bahsetmeye çalışacağız. Fakat bu kongremizin başlığında olduğu gibi Savaş ve Barış anlayışına benzer bıçak sırtı konumunda bu düşünürlerimizi ve fikirlerini iki zıt kutup olarak ele almayacağız. Çünkü bu filozoflarımızın ve fikirlerinin benzer ve ortak yönleri de çok olmuştur. Hobbes özgürlük yitimini ne denli sert mahkûm ettiyse, iç savaşı da o denli sert mahkûm etmişti; bir devletin başına gelebilecek en feci şeydi bu. İç savaştan fayda gören tek grup darağacı korkusu duymaksızın alacaklılarının boğazını kesebilecek çaresiz müsriflerdi; barış zamanında yasa ve adalet kılıcının müthiş bir savaş verdiği insanlardı bunlar. Ülkesindeki iç savaşla sarsılan Hobbes‘tan baka hangi düşünür gelenekselleşmiş toplumsal bağların çözülüp parçalanmasına vurgu yapar ki? Ancak her şeye rağmen ve her şeyi göze alarak T. Hobbes bu vurguyu yapmıştır. Çünkü bu durumdan hem insanlar, hem toplum, hem devlet ve hem de Hobbes çok önemli ölçüde etkilenmiştir. Thomas Hobbes'a göre, İngiltere'de parlamento ile taç arasında; Fransa'da Protestanlarla Katolikler arasındaki bir iç savaş olarak değerlendirilebilir. Bununla alakalı olarak ülkesini siyasi olaylardan önce terk etmeden evvel Protestan olan Rousseau'da Cenevre'ye döndüğünde (1754) yeniden Protestan olmuştur. Doğal durumda ne iyi ve kötü, ne adalet ve adaletsizlik vardır. Çünkü ortak bir gücün olmadığı yerde yasa, yasanın olmadığı yerde de adalet veya adaletsizlik olmaz. Bu yüzden doğal durumda herkesin hiçbir şekilde bu kavramlardan ve anlayışlardan bahsetmesi mümkün değildir. Hobbes‘un hayatının büyük kısmını savaş korkusuyla geçirmişti. Geri kalan zamanlarsa barış içinde geçmişti. Neredeyse barış içinde ömrünü hiç geçirememiştir denecek kadar barış içinde az bir zaman yaşayabilmiştir. Barışın olabilmesi için insanların her şey üzerindeki hakkından vazgeçmesi gerektiği sonucu çıkar. Bu da neredeyse hiç mümkün görünmeyen bir durum olmaktadır. Bir başka deyişle, özgürlük bittiğinde ufukta barış görünür. Özgürlük bittiğinde var olan özgürlük de kim için bir özgürlük olmaktadır ve tartışılmaktadır. Özgürlük ile ilgili olarak Rousseau, insanı özgür bir devletin yurttaşı ve egemen varlığın bir üyesi kimliğiyle doğmuş biri olarak ifade etmiştir. Cenevre doğumludur. Ancak daha sonra T. Hobbes'un siyasi nedenlerden dolayı memleketini terk ettiği gibi, J. J. Rousseau'da Cenevre‘yi terk ederek, özellikle İngiltere, Fransa ve İtalya sürekli seyahat etmiş ve buralarda ikamet etmiştir. Yine T. Hobbes gibi bir devrim filozofu olan Rousseau‘nun fikirleri Fransız Devrimi üzerinde etkili olduğu gibi, Fransız Devrimi'nin de Rousseau'nun düşünceleri ve yazıları üzerinde etkili olmuştur. Devrimden sonra da özellikle devlet, siyaset ve eğitim üzerinde de etkili olan ifadeleri ve yazıları olmuştur. Herkes, sadece hakkı olduğu için değil fakat aynı zamanda doğal zorunluluk nedeniyle, kendi varlığını korumak için gerekli olan şeyleri elde etmek için elinden gelen gayreti göstermek durumundadır. Gereksiz şeyler uğruna buna karşı gelen bir kimse, meydana gelecek olan savaştan sorumludur ve dolayısıyla barışı aramayı emreden temel doğa yasasına aykırı bir şey yapmış olur. Doğadan gelen ve onlara verilmiş olan bir üstünlükleri olmamasına rağmen kendilerini diğerlerinden üstün sanan ve onlara hükmetmek isteyen insanlar hep vardı ve sürekli de olacaktır. Bu durum ise sürekli insanlar veya toplumlar arasında bir savaş anlamına gelmektedir. Binlerce insanın ve toplumun sahip oldukları şeyleri korumak için başkalarına karşı savaşı, yani bitmez bir savaş ortamını oluşturmaktadır. Bu savaşın var olması ve devam ediyor olmasında, etkin şiddetten ziyade, istikrarsızlık ve güvensizlik etkili olmaktadır. Ayrıca aksi yönde bir garanti verilmediği sürece bu savaş hali devam etmektedir. J. J. Rousseau'nun aklı ön plana çıkardığı gibi T. Hobbes da akla önem vermiştir. "Akıl insana ne kadar sık karşı geliyorsa, insan da akla o kadar sık karşı gelecektir." Hobbes'un bu çatıĢmayı kısa yoldan çözme stratejisi, "adalet ve politika "ya ilişkin ilkeleri ortaya koymak için bir tek aklı kullanmaktır. Toplumda ve insanlar arasında var olan savaş halinden veya doğal durumdan nasıl kurtulur insan? Başka deyişle doğal durumdan sivil/politik/toplumsal duruma nasıl geçer? Ya da savaş durumundan barış durumuna nasıl geçilir? Leviathan'ın XIII. bölümün son sözleri buna yanıt verir: "İnsanları barışa yönelen tutkular şunlardır; ölüm korkusu, rahat yaşamak için zorunlu olan şeylere duyulan arzu ve bu şeyleri çalışarak elde etme umudu." Demek ki bizi barışa tutkular götürecektir. Peki, akıl hiç rol oynamaz mı? Elbette ki oynar. şöyle yazar Hobbes "Akıl, insanların üzerinde anlaşma sağlamasında ki tek ve önemli bir unsurdur. Rousseau'nun insanlar ve toplum arasında ki anlaşma ve uzlaşma üzerinde durduğu gibi Hobbes'da bu konuyu ele almış ve "tutkular ve akıl" ile bu sonuca ulaşılabileceğini ifade etmektedir. T. Hobbes (1588-1679) herhangi bir nedenle, herhangi bir şekilde ve herhangi bir sınıfa tabi veya dâhil olması düşünülemeyen bir filozoftur. Kendisi İngiliz felsefecisidir. Ancak siyasi nedenlerden dolayı Fransa‘ya kaçmış ve yaklaşık olarak 11 yıl arada kalmıştır. Parlamento‘daki sıkıntılardan dolayı memleketinden uzak kalmış ve 1660 da yeni yönetici seçilip (II Charles) ve parlamento değişince T. Hobbes İngiltere‘ye geri dönmüştür. Birçok önemli siyasi fikirlerini bu dönemde ve bu etki üzerine ifade etmiştir ve yazmıştır. Thomas Hobbes 1780-1831 yılları arasında yaşamış ve ünlü Prusyalı subay ve savaş kuramcısıdır. Savaşın ahlaki ve siyasi boyutlarını vurguladığı Savaş Üzerine adlı çalışmasıyla ün kazanmış ve tanınmıştır. Hobbes'a göre adaletin, toplumun, yasanın, özgürlüğün, barışın doğal olmadığını ortaya koymuştur. Çünkü bunların yapay olduğunu düşünmektedir. Öte yandan yaşanan savaşların ise doğal olduğunu ifade ederek, savaşın politikanın olmadığı yerde hüküm sürdüğünü söylemektedir. Hobbes adaletin kılıcı ile savaş kılıcının aynı ellerde olması gerektiğini savunuyordu. Yani benim anladığım kadarıyla bir yöneticinin "kadife eldivenli pençe" özelliğine sahip olması gerekiyor. Çünkü yer yer iki farklı durumla karşılaşma ve bunlar karşısında iki farklı haleti takınma durumları olabilmektedir. Gerektiğinde pençesini kullanarak adaleti sağlamalı, gerektiğinde de kadife eldiveni kullanarak hüküm ve takdirde bulunmalıdır. Dahası savaĢ kılıcına sahip olmak, bunu ne zaman kullanacağına dair "hükme ve takdire" bütünüyle sahip olmayı gerektirir. Sonuç olarak 17. Yy. İngiliz Devrimi ve 18. Yy. Fransız İhtilaline ahitlik eden bu düşünürlerimiz o dönemden ve yaşananlardan olumsuz yönde etkilenmişlerdir. Ayrıca Aydınlanma döneminden önceki etkisi büyük olan Hıristiyan inancı, Kilise ve Papazların da bu dönem düşünürlerinde ve düşüncelerinde önemli ölçüde olumsuz etkilerinin olduğunu görebilmekteyiz. Ve nihayetinde, insanların iç âleminde başlayan ve bireyselinde devam ederek, toplumsal alana ve devlete sirayet eden bir mücadelenin neticesi ile ilk insandan günümüz modern dönemine kadar bir savaş ve barış anlayışı var ola gelmiştir.

JOHN LOCKE'DA ÖZGÜRLÜK -DOĞA DURUMU VE MÜLKİYET HAKKI BAĞLAMINDA

İnönü Üniversitesi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, (INIJOSS), 2019, 2019

John Locke'dan bahsedildiğinde, onun tabula rasa (boş tahta) ifadesinde anlamını bulan deneysel (duyusal ve tecrübi) epistemoloji akla gelmektedir. Ancak onun en az bu epistemolojik yönü kadar önemli ve etkili olan bir diğer yönü de siyaset felsefesidir. Bu siyaset felsefesinde onun ele aldığı en önemli problem toplumsal sözleşme ve mülkiyet üzerinden temellendirdiği, özgürlük fikridir. Fakat Locke bu özgürlük fikrini insanlığın yaşadığı tarihi süreçler üzerinden değil de daha çok doğa yasası ya da akıl üzerinden temellendirilmiştir. Hâlbuki bir duyumcu olarak onun insanlık tarihinde tecrübe edilen tarihsel gerçeklik üzerinden bir temellendirme yapması beklenirdi. İşte bu makalede, tarihin değişim sürecinde ortaya çıkan yaşam tarzı farklılıklarını dikkate alarak onun politik felsefesini anlaşılabilir hale getirmeye çalışacağız. Bu bağlamda, siyaset felsefesinde birbiriyle yakından ilgili olan aşağıdaki kavramlar yeniden ele alınacaktır: tabiat durumu, doğa yasası, mülkiyet özgürlüğü, devlet, yasa, kuvvetler ayrımı, ticaret ve para. Tarihsel süreçteki gelişmeler ışığında bu kavramlar göz önüne alınıp değerlendirildiğinde, onun özgürlük fikri daha anlaşılır olarak ortaya konacaktır. Bu sayede hem mevcut devlet, hukuk, özgürlük, demokrasi ve siyasette meşruiyet gibi kavramların temelleri gösterilmiş olacak, hem de mevcut demokrasi deneyimimizin ne kadar sıkı bir bütünlük arz ettiği hatırlatılmış olacaktır.

THOMAS HOBBES VE JOHN LOCKE'UN “EGEMENLİK”ANLAYIŞLARI ÇERÇEVESİNDE KARŞILAŞTIRMALI BİR ANALİZ

The Journal of Academic Social Science Studies, 2018

Academic Social Science Studies dergisi yılda dört dönem yayın yapan uluslararası hakemli bir dergidir. Academic Social Science Studies dergisinde yayınlanan tüm yazıların, dil, bilim ve hukûki açıdan bütün sorumluluğu yazarlarına, yayın hakları www.jasstudies.com'a aittir. Yayınlanan yazılar yayıncının yazılı izni olmaksızın kısmen veya tamamen herhangi bir şekilde basılamaz, çoğaltılamaz. Yayın Kurulu dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir. Gönderilen yazılar iade edilmez. The Journal Of Academic Social Science Studies, Uluslararası hakemli ve indeksli bir dergidir.

HOBBES'TA SÖZLEŞMENİN KÖKENİ AKIL MIDIR?

dergiler.ankara.edu.tr

Toplum Sözleşmesi Kuramlarında, doğa durumunda, bu durumun bir savaş durumu olmasına rağmen, bir toplum sözleşmesi yaratmanın nasıl olanaklı olduğu tartışılır. Çünkü insan doğa durumunda toplumsal değilse ve bu durumda aklını kullanma yeteneğine sahip değilse, diğerleriyle birlikte yaşama konusunda bir uzlaşmaya ulaşmayı nasıl başardığını açıklamak güç görünebilir. Diğer taraftan insan eğer aklını kullanma yeteneğine sahip ise doğa durumunda bir neden bir savaş içinde olduğunu açıklamak güçtür. Rousseau ve Locke için doğa durumu tümüyle bir savaş durumu olmamasına rağmen, sözleşme yapılmadan hemen önce bir savaş durumuna dönüşür ve Hobbes'ta doğa durumu baştan sona bir savaş durumudur.

JEAN-JACQUES ROUSSEAU VE THOMAS HOBBES ÜZERİNDEN EGEMENLİK KAVRAMINA İLİŞKİN BİR OKUMA

Egemenlik, siyaset felsefesinde devlet yapısının en temel olgularından biri olarak kabul edilir. Machiavelli, Bodin, Hobbes ve Rousseau gibi düşünürler, egemenlik kavramının felsefi temellerini şekillendirmede önemli rol üstlenmişlerdir. Bu makalede, egemenlik kavramını analiz etmek için toplum sözleşmesi teorisyenleri Jean-Jacques Rousseau ve Thomas Hobbes' un doğa durumu kuramından yola çıkarak egemenliğe ilişkin yaklaşımları incelenecektir. Jean-Jacques Rousseau insanların toplumsal yaşama geçişini ele alırken egemenlik kavramını genel irade üzerinden açıklamıştır. Thomas Hobbes ise egemenliği toplumsal düzen ve güvenliği sağlamak için gerekli mutlak bir iktidar olarak tanımlar. Bu çalışma Rousseau ve Hobbes'un egemenlik konusundaki farklı yaklaşımları ele alınarak, düşünürlerin modern siyaset felsefesinde egemenlik kavramına olan etkilerini incelemeyi amaçlamaktadır.

ROUSSEAU VE ÇOĞUNLUKÇU DEMOKRASİ ANLAYIŞI

This study analyzes the political theory of Jean-Jacques Rousseau, one of the founders of the idea of the republic developing his theory on the concepts of social contract and popular sovereignty. He argues that the real owner of the political power is the people and claims that the origin of the state is founded by the social agreement of the people deriving to the 18th century, in the age of Enlightenment. Rousseau puts that the society should be integrated around the common interests and it should be embodied in the notion of state providing legitimacy within society. Inspiring from the Ancient Greek city states and philosophy, Rousseau's aim is to introduce an alternative theory to the liberal political thinking of his age.

J.J. ROUSSEAU VE DEDE KORKUTU ERKEN ÇOCUKLUK BAĞLAMINDA KARŞILAŞTIRMAK

Bildiride J. J. Rousseau'nun Emile kitabı ile Dede Korkut Kitabı'nda yer alan hikâyeler eğitim felsefesi açısından karşılaştırılmaktadır. Rousseau'nun baskıcı eğitim modelinden doğaya dönerek kurtulmayı hedeflediği özgürlükçü yaklaşım, esasen Hıristiyanlığın çocuğun günahkâr doğduğu inancına bir reddiyedir.

ROBINSON MUHASEBESİ VE HOMO ECONOMICUS

Muhasebe Bilim Dünyası Dergisi, 2020

Homo economicus, insanın rasyonel düşünen ve davranan bir varlık olduğunu, ekonomik çıkarlarını en üst düzeyde sağlamak amacıyla hareket ettiğini ifade eden bir iktisat kavramıdır. Daniel Defoe’nun, 1719’da, Adam Smith’ten uzun yıllar önce yarattığı Robinson Crusoe karakteri, kapitalizm öncesi bir homo economicus örneğidir ve homo economicus’un davranış özellikleri genellikle Robinson Crusoe’ya atıfta bulunularak öğretilmektedir. Robinson, sahip olduğu şeyleri hesaplayan, kaydeden ve gelecekte oluşturacaklarını tahmin ettiği faydalara göre düzenleyen bir figürdür. Bu bağlamda hem ekonomik hem de ahlaki hesaplamayı ve hesaplaşmayı içeren muhasebesel düşünce ve muhasebe kayıtları, metaforik olarak kitabın hemen hemen her sayfasında yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı, Robinson Crusoe özelinde 18. yy İngiliz edebiyatında muhasebe kavramlarının ve kayıt sisteminin inandırıcılığı arttırmak ve gerçekliğe yakınlaşmak amaçlı kullanımını ve muhasebe gibi bir üstyapı kurumunun ekonomik ilişkilerin biçimiyle olan bağlantısını ortaya koymaktır.