"Salat Tepe Ritüellerine İlişkin Bulguların Hitit-Hurri Metinleri ile Karşılaştırılması", Olba XXVI, 2018, 41-95. (original) (raw)

“Hurriler’e İlişkin Hititçe Çivi Yazılı Belgelerdeki İlk Kayıtlar,” Tarih Araştırmaları Dergisi sayı: 38 (2005), s. 55-69.

Eski Önasya tarihinde ve kültüründe önemli bir rolle karşımıza çıkan Hurriler, MÖ. 3. binyılın sonlarına doğru Transkafkasya ve Doğu Anadolu 'dan güneye doğru yayılmışlardır. MÖ. 2. binyılda Güneydoğu Anadolu ve Suriye 'de önemli bir siyasal ve kültürel varlığın temsilcisi olan bu kavim, Anadolu 'da ilk kez geniş çaplı bir siyasal birlik kurmuş olan Hitit/eri hem kendilerinden hem de Mezopotamya 'dan aktardıkları kültürel değerlerle büyük ölçüde etkilemişlerdir.Hititler tarihlerinin erken dönemlerinden itibaren yönlerini Anadolu 'nun güneydoğusuna ve Kuzey Suriye 'ye çevirmişler ve burada güçlü bir Hurri varlığı ile karşılaşmışlardır. Hurriler ilk olarak M.Ö. 17. yüzyıla ait Hititçe çivi yazılı belgelerde az sayıda kayıtla karşımıza çıkarlar Anahtar Kelimeler: Hurriler, Hitit, çivi yazısı Abstract

Alevilerde Hızır Kültü ve Ritüelleri

Milli Folklor, 2020

Halk inanislarda Hizir; umudun, gelecegin, kimsesizligin simgesidir. Hizir ermistir, dervistir, kurtaricidir. Zordaki canin yardimcisidir. Yolda kalmislarin rehberidir. Kotuluklerin cezalandiricisidir. Olumsuzluk suyu icmistir, nurdur ve olumsuzdur. Hizir, halkin inanis dunyasinda var ettigi sosyal olgu, olabilirlik, umut dunyasi ve beklentilerin adidir. Hizir dusuncesi ve inancinin temelinde yoksullara, kimsesizlere, gariplere yardim vardir. Yasanilan hayatin dusuncede tohumlanmasiyla olusan toplumsal ciglik, inanca donuserek binlerce yil halk psikolojisinde yer eder. Bu haliyle Hizir yoksul ve garibin, kimsesiz, oksuz ve yetimin sesidir. Bir yaniyla yoksula yardim ederken, diger taraftan da parasi ve mali olup da yoksula, garibe, yolda, darda ve zorda kalmisa yardim etmeyenin cezalandiricisi, kahredicisi olur. Orta Dogu’dan Orta Asya’ya, Balkanlardan Kafkasya’ya kadar genis bir cografyada, Hizir ile ilgili pek cok inanis vardir. Adi Hizir olmasa da mitolojik verilerden kutsal din ...

Harput’taki Ziyaret Yerleri Etrafında Oluşan Ritüellere Din Sosyolojisi Açısından Bakış

Fırat Üniversitesi Harput Uygulama ve Araştırma Merkezi, 2013

Harput’taki Ziyaret Yerleri Etrafında Oluşan Ritüellere Din Sosyolojisi Açısından Bakış Dini anlamda ziyaret yeri; veli, evliya, ermiş, eren, abit, zahit, âlim, sofu, seyit, şehit, gazi, mübarek, pir, dede, baba, abdal gibi isimlerle anılan kişilerin mezarı olarak kabul edilen yatır, türbe, kümbet, tekke, ziyaret, dede mezarı vb. mekânlar olarak ele alınabilir. Yukarıda sayılan sıfatlara sahip kişilerin belli bir süreliğine kaldıkları “makam”lar da ziyaret kapsamında ele alınmaktadır. Ağaç, su, ev, mağara, dağ, tepe gibi unsurların ziyaret anlayışı çerçevesinde değerlendirildiği bilinmektedir. Yatır, türbe, kümbet, tekke, ziyaret, dede mezarı ya da makamlara yapılan ziyaretlerde uygulanan ritüellerin tamamının İslam’ın çizmiş olduğu çerçeveye uygun olduğunu söylemek zordur. Bu mekânlarda, İslam dışı birtakım dini uygulamalara yer verildiği gibi, geleneksel birtakım uygulamaların da dini bir formda sunumu yapılabilmektedir. Manevi gücü ve meziyeti olduğuna inanılan kişilerin defnedildikleri bu mekânlarda, hacet, dilek, istek, murat gibi isimlerle adlandırılan taleplerde bulunulmakta ve bazen aynı, bazen de her bir mekâna özgü birtakım ritüeller yapılmaktadır. Ritüel kavramı, çoğunlukla dini bir çerçevede ele alınmakta ve genellikle düzenli bir şekilde yapılan, belirlenmiş bir amaca yönelik işlemler serisi olarak tanımlanmakta, önceden belirlenmiş bazı kurallara göre icra edilen dinî tören anlamına gelmektedir. Bu bildiride, Elazığ merkez Harput Mahallesi’nde yer alan ziyaret yerlerinden bazıları etrafında oluşan ritüeller üzerinde durulacaktır. Literatür taraması yoluyla elde edilen bilgiler, yapılan gözlemlerle zenginleştirilecek ve bir genellemeye ulaşılmaya çalışılacaktır.

Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi " ÂLİMLER PEYGAMBERLERİN VARİSLERİDİR " HADİSİNİN İSNAD AÇISINDAN TENKİD VE TAHLİLİ

Özet Hz. Peygamber'in sünnetinin yazılı belgeleri olan hadislerin gerçekten ona ait olup olmadığını araş-tırma ve belirleme meselesi, güncelliğini kaybetmeyen bir konudur. Muhaddisler, bir hadisin Hz. Peygamber'e aidiyeti noktasında daha sağlıklı karar verebilmek için öncelikli olarak, o hadisin mev-cut bütün farklı kanallarını toplamaya gayret etmişlerdir. Şüphesiz her bir farklı tarik, o hadisin tarihsel süreçte geçirdiği evrelerin belgesi niteliğindedir. Bu belgeleri bir bütün olarak incelemeden analiz yapmaya kalkışmak veya o hadis hakkında hüküm vermeye girişmek doğru değildir. Bu bağlamda özellikle muhaddisler tarafından zayıf olarak nitelendirilen bir hadisin sıhhat ve sübûtu hakkında karar verebilmek için, o rivayetin mütâbe'ât ve şahid'lerinin de muhakkak incelenmesi gereklidir. Zira bu nitelikteki bir hadis için toplanan birkaç tarik bile nihai karar verirken daha sağ-lıklı olacaktır. İşte bu çalışma, böylesi bir gayeyi " Âlimler, peygamberlerin varisleridir " hadisi özelin-de örneklendirmeyi amaçlamaktadır. Abstract Critacal review and analysis of the hadith " the scholars are the heirs of prophets " in terms of ısnad Hadiths are the scripted documents of the sunna of the Prophet Muhammad. It's one of the actual issues that investigating and defining the hadiths if these belong to the Prophet Muhammad or not. For the aim of deciding more accurately at the point of defining an hadith whether belongs to the Prophet Muhammad, muhaddiths has been tried to gather all the current variants of that hadith firstly. Certainly, every chain of transmitters (tariq) of an hadith, is the scripted evidence that shows all the phases of that hadith through the historical process. It's not a true method that attempting to analyze and judge these documents without a holistical investigation. In this respect, deciding about the authenticity and certainty of an hadith which is labeled as da'if (weak) hadith by muhaddiths, it is necessary to invesigate of mutaba'ah (follow-up) and shawahid (witnesses) of this narrative. Because even picking a few of chain of transmitters (tariq) for a hadith has these characteristics , will maket he judgment more convincing. In this study, we will exemplify this aim in the contex of the hadith " the scholars are the heirs of prophets. "

HZ. YAHYA İLE İLGİLİ TEFSİR VE TARİH KİTAPLARINDAKİ BİR RİVAYETİN KARŞILAŞTIRMALI TAHLİLİ

Öz Alimler, rivayetlerin kayıt altına alındığı ve tefsirlerin yazılmaya başladığı ilk dönemden itibaren geçmiş milletlerin haberleri ile ilgili olarak İsrailî rivayetlere yö-nelmişlerdir. Bu haberler, tefsir ve tarihi kaynaklarda yerini bulmuştur. Ancak rivayet edilen bu haberlerin yeterince tetkik edilmemesi sebebiyle tarih ve isimlerde karışık-lıklar olduğu dikkat çekmektedir. Bu karışıklıklardan biri de Hz. Yahya ile ilgili tefsir ve tarih kitaplarında zikredilen bir rivayettir. Rabbani rivayetlerde Yehoyada Oğlu Ze-keriya ile ilgili anlatılan bir rivayet, aralarında 450 yıl gibi bir zaman farkı bulunan Hz. Yahya'ya adapte edilerek İslami rivayetler arasında yer bulmaktadır. Bu karışıklıkta temel problemi, rivayetlerin ana kaynaklardan doğrulanamaması oluşturmaktadır. Abstract COMPARATIVE EXAMINATION OF A NARRATION ABOUT HZ. YAHYA (ST. JOHN THE BAPTIST) IN TAFSIRS AND HISTORY BOOKS Since the rst period of narrations and written tafsir, scholars had focused on Israiliyyāt narrations to gather information on previous nations. This information has found its place within tafsir and historical sources. However, considering the lack of examination on narrated information, it is possible to see confusions on dates and names. One of these confusions the narrative on John The Babtist which was in historical sources and tafsirs. The narrative recorded in Babylonian Talmud about Zechariah Ben Jehoiada, had also appeared within the Islamic sources for John the Babtist who had lived 450 years later. Un-veri ed sources is the main reason to these confusions.

Harmanşah, Ömür and Peri Johnson; 2016. “Hitit Ülkesi Sınırları’nda Peyzaj ve Yerleşim: Yalburt Yaylası ve Çevresi Arkeolojik Yüzey Araştırması Projesi Saha Çalışmaları 2014 Sezonu,” 33. Araştırma Sonuçları Toplantısı. Candaş Keskin (ed). Ankara: II Cilt. 235-250.

Tarihi 19. yüzyıl sonlarına kadar uzanan Hitit arkeolojisi ve imparatorluk tarihi, akademik bir araştırma alanı olarak derin ve zengin geçmişine rağmen, kırsal alan çalışmaları ve peyzaj ya da yerleşim arkeolojisi konusunda halen diğer bölgesel arkeoloji dallarına nispeten geride durmaktadır. Hitit imparatorluğu tarihi bu sebeple ağırlıkla Boğazköy, Ortaköy ve Kuşaklı gibi imparatorluk kentsel yerleşimleri ve bu arazilerde ele geçen yazılı metin arşivlerine ve bu metinler sayesinde üretilen tarihsel coğrafya tartışmalarına sırtını yaslar (Alparslan 2013; Van den Hout 2013). Halbuki dünya ölçeğinde arkeoloji disiplini kapsamında, özellikle de Orta Doğu ve Akdeniz arkeolojisi dünyasında 1970’lerden beri peyzaj arkeolojisi, metodolojik olarak arkeolojinin çevre bilimleri ile giderek artan sıcak ilişkisi hızla gelişmiştir ve eskiçağ geçmişine dair olan arkeolojik bilgi üretimi sürecine önemli katkılar yapmıştır (Wilkinson 2000, 2004). Özellikle arkeolojik peyzajlara ve arazilere olan müdahelesi ve imha etkisi son derece sınırlı metodolojileri, disiplinlerarası çalışmaların altını çizen yaklaşımı, uzun soluklu tarih yazımı ve eskiçağ toplumlarının alt tabakaları hakkında bilgi toplamaya olan özel eğilimi, eskiçağ peyzajlarını köyleri, mezraları, taş ocakları, mezarlık alanları, su başları, yolları, sulama sistemleri, kırsal kutsal alanları vb. ile birlikte bütüncül bir peyzaj anlayışı içinde araştırmaya gösterdiği özen, uzaktan algılama ve hızlı belgeleme tekniklerinin gelişmesi ile, ve belki de en önemlisi kültürel miras konusunda yerli halklarla kurulan doğrudan ilişkiler aracıığı ile kamusal alanda yaptığı korumacı müdaheleler ile Türkiye arkeolojisinde de giderek önem kazanmaktadır (Erciyas ve Sökmen 2011). Yalburt Projesi 2010 senesinden beri düzenli olarak süren çalışmaları çerçevesinde bu yepyeni alana katkıda bulunmaya çalışırken, Hitit arkeolojisinde nadir olarak gözlenen bir alana eğilir, ve Hitit imparatorluğu kırsalı ve sınır bölgelerindeki siyasi iktidar-yerel kültür ilişkisini araştırır1. Diyakronik bir bölgesel proje olan Yalburt Yüzey Araştırması biribirine hidrolojik olarak bağlanan Ilgın ve Atlantı Ovaları ile Çavuşçu Göl Havzası, onları birleştiren nehir vadileri, Yalburt Anıtı’nın da üzerinde konumlandığı Gavur Dağ karst yayla peyzajı ile güneyde Sultan Dağlarının bol pınarlı ve yeşil teraslarına odaklanır (Resim: 1). Bu tarihe kadar gerçekleştirilen arazi sezonlarının ön sonuçlarına göre, özellikle Hitit İmparatorluğu’nun son yüzyılına denk gelen dönemde imparatorluk merkezinden yapılan programlı müdahelelerle, Pedasa olarak bilinen bu sınır memleketinde, hem yeni bir sulama ağı kurulduğu, tarımsal üretimin artırılmaya çalışıldığı ve hem de Ilgın Ovası’ndaki Boz Höyük gibi muhtemelen yönetsel işlevi olan yeni yerleşimler kurulduğu anlaşılmaktadır. Pedassa ülkesi, Hitit Yukarı Ülke ile batıda Arzawa ülkesi ve güneyde Akdeniz bölgesinde Parha’ya kadar uzanan Tarhuntašša Krallığı arasında ihtilaflı bir sınır bölgesi teşkil eder. Arkeolojik yüzey araştırma sonucu gözlenen bu devlet müdahelesi, daha önce kırsal alanda kendi başına durduğu halleri ile pek iyi anlaşılamayan Yalburt Yaylası Dağ Pınarı Kutsal Havuz Anıtı ile Köylütolu Barajı yapıları ile Karaköy Kale Tepesi Hitit kalesini daha sağlam bir tarihsel kapsama yerleştirir (Johnson ve Harmanşah 2015).

SÛRET-İ GARÎB HAYVANÂT: 13. ve 14. YY. ARAPÇA ACÂİBÜ’L-MAHLÛKÂT YAZMALARINDA “HÂTİME” BÖLÜMÜ METİN ve RESİMLERİ

DergiPark (Istanbul University), 2023

Mahlûkât" türü kitaplar Arap, İran ve Türk edebiyatında çok sevilen, çokça nüshası bulunan türlerden birisidir. Bu türde bir eser kaleme alan Ebû Yahyâ Cemâlüddîn Zekeriyyâ b. Muhammed b. Mahmûd el-Kazvînî (ö. 682/1283) Acâibü'l-Mahlûkât ve Garâibü'l-Mevcûdât ismini verdiği eserini ölümünden 3 yıl önce 1280 yılında tamamlamıştır. El-Kazvînî kitabını yazarken mevcut eserlerden yararlanırken anlatımını rivayetler ve hikâyelerle zenginleştirmiştir. Farklı coğrafyaları ve görülmemiş duyulmamış acayipleri barındıran bu kitap, insanların ilgisini her daim çekmiş ve farklı dillere çevirileri yapılmıştır. El-Kazvînî eserini 4 mukaddime, 2 makale ve bir hâtime üzere tertip etmiştir. Mukaddimelerde kitabın mahiyetine yönelik açıklamalarda bulanan el-Kazvînî, "Birinci Mukaddime"de "acâib" kelimesinin tanımını, "İkinci Mukaddime"de mahlukatın taksimini, "Üçüncü Mukaddime"de "garib" kelimesinin tarifini, "Dördüncü Mukaddime"de ise mevcudatın taksimini ele almıştır. Asıl konuyu ise makalelerde işlemiştir. "Birinci Makale"de ulviyyât konularını, "İkinci  Bu makale, Prof. Dr. Bahattin Yaman'ın danışmanlığında yürütülen yüksek lisans tezinden üretilmiştir.