BUTUNCUL VE ELESTIREL DIN FELSEFESI OKUMALARI II TANRI VE FELSEFE (original) (raw)
Related papers
BİLİMKURGU VE FELSEFE- 2 iNSAN ÜZERİNE, 2019
İNSAN ÜZERİNE Yazımın ilk bölümünde bahsettiğim üzere felsefenin ilk döneminde temel problem doğa, üretilen felsefe de buna bağlı olarak doğa felsefesi veya varlık felsefesi olmuştur. Sokrates öncesi olarak adlandırılan bu dönemde temel araştırma alanı doğadır. Bilimin henüz gelişmemiş olması doğaya dair birbirinden farklı ve kanıtlanması-en azından o dönem için-olanaksız olan birbirinden farklı ve birbirine zıt fikirlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Sonunda mesele o kadar karmaşık bir hal almıştır ki Sokrates'e gelindiğinde nerdeyse her konuda tamamen rölativist bir bakış açısı tüm toplumu sarıp sarmalamıştır. O dönemde insanların kafası o kadar karışmıştır ki artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu kestirmek imkânsız hale gelmiştir. Bu durum felsefesinin ikinci döneminden itibaren, doğa ve varlık felsefesinden insan felsefesine bir geçiş yaşanmasına neden olmuştur. Böylece bu noktadan itibaren binlerce yıldır süregelen bir tartışmanın fitili daha ateşlenmiş olmaktadır. Bu tartışma en temelde, evreni anlamaya çabalayan insanın neliği (insan nedir?) ve bu çabada kullanacağı araç ve yönteme dairdir. İnsanda doğuştan, her türlü deneyimden bağımsız olarak var olan fikirler bulunduğunu ve aklın başlı başına müstakil bilgi kaynağı olduğunu savunan görüş rasyonalizmdir. Duyusal deneyimler edinmeden önce hiçbir bilince sahip olamayacağımız görüşünü savunan görüşe Ampirizm (ya da empirizim) denir. Peki, evreni anlamakta akıl mı ön plandadır yoksa duyularımız mı? Gerçeği keşfetmek için aklımıza mı yoksa duyularımıza mı güvenmeliyiz? Bu kadim tartışma ile birlikte evreni anlama çabasında 'insan'ın rolünü ve etkisini yavaş yavaş ön plana çıkarmaya başlıyoruz. Aslında bu tartışmanın felsefi düşünce sürecinin daha ilk başlarında Parmenides ve Heraklitos ile başladığını söyleyebiliriz. Parmenides var olan bir şeyin yok olamayacağını, yok olan şeyin ise var olamayacağını söylüyor. Ona göre her ne kadar değiştiğini görüp dursak da doğa en başından beridir hiç değişmeden devam etmekte. O evreni algılamamızı sağlayan duyularımıza güvenemeyeceğimizi düşünüyor. Ona göre evreni ancak salt aklımızla anlayabiliriz. Buna göre Parmenides fiziksel dünyanın günlük gerçekliğe bakışının yanlış olduğunu ve dünyanın değişmeyen, yenilenmeyen ve yok edilemeyen bir bütün olduğunu ileri sürerek evren algımızı değiştirmemiz gerektiğini çoktan vurgulamış oluyor. Evrendeki özün dönüşüm problemi olarak adlandırılan bu soruna Parmenides mantığıyla yaklaşıyor her şeyin baştan beridir olduğu gibi var olduğunu ve var olan bir şeyin yok olamayacağını düşünüyordu. Ona göre mantık bize hiçbir şeyin değişemeyeceğini söylüyordu. Parmenides'e göre dönüşüm ya da değişim olarak deneyimlediklerimiz sadece bir yanılsamadan ibaretti. Bu fikir bize oldukça garip gelebilir. Her ne kadar Parmenides'in bunu söylerken tam olarak ne düşündüğünü anlayamasak da o evreni sinema ekranına yansıyan bir bütün gibi anlamış olabilir. Sinema ekranına yansıyan görüntülerde birbirinden farklı insanlar, ağaçlar, evler, arabalar görürüz. Örneğin çarpışma sahnelerinde sapa sağlam bir aracın birden bir hurda yığınına dönüştüğüne şahit oluruz. Fakat gerçekte ortada birbirine dönüşen hiçbir şey yoktur. İzlediklerimizin hepsi aslında bir algı yanılsamasıdır. İşte Parmenides'in dikkat çekmek istediği nokta tam olarak buydu. O evreni algılayışımızda duyularımıza güvenemeyeceğimizi düşünüyor gerçeği ancak aklımızla keşfedebileceğimize inanıyordu.
BATI FELSEFESİNDE EPİSTEMOLOJİ PROBLEMLERİ TARİHİ YA DA “BİLGİ” ÜZERİNE
Bilgi, varlık hakkında söylediğimiz her şeyi, İnsanın düşüncesi vasıtasıyla nesne ile kurduğu ilişkiyi ifade eder. Bilgi felsefesi özne ve nesne arasındaki ilişkiyi doğru olarak tanımlama çabasından ibarettir. Düşünce tarihi, zihin ve nesne arasındaki ilişkinin ortaya konulması tarihi olarak da adlandırılabilir. Düşünce şüphesiz ilk insanla var olmuştur. Ancak insanın bilgi üzerine sistematik düşünmesi çok sonra gerçekleşmiştir. Batı felsefesindeki bilgi felsefesi problemlerinin kısa bir tarihini iş- lediğimiz bu çalışmada amaç, bilgi felsefesinin başlıca kavramlarını sergileyerek, bilgi felsefesi problemlerinin değişmezliğini göstermektir. Bilgi kavramından ne anlaşıldığı, bilginin hangi kavramlar üzerinden tartışıldığı, bilginin kaynakları ve kesin bilginin nasıl elde edilmesi gerektiği konusunda filozofların görüşleri bu nokta açısından kısaca ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: özne, nesne , zihin, akıl, duyum, bilgi, değişmezlik, tümel
Türk felsefe tarihinde önemli bir yere sahip olduğunu gördüğümüz Konya Enerjetizm Felsefe Okulu, 1925-1929 yılları arasında Konya'da yayınlanan Yeni Fikir Dergisi'nde yazılarla varlığını ortaya koymuştur. Orijinal senteze ulaşma iddiası ve Anadolu'da ortaya çıkmış olması dikkate alındığında tarihsel süreçte iddiasını yitirmiş olsa da Enerjetizm Felsefe Okulu'nun bugün yeterince tanınmıyor oluşu bir kayıptır. Konya Enerjetizm Felsefe Okulu'nu ve hedeflerini anlamak istiyorsak, Enerjetizm sentezine ulaşmak yolunda kısır imkanlara rağmen idealist bir bakışla gece gündüz çalışan okulun kurucusu Naci Fikret Baştak ve Konya tarihinin nevi şahsına münhasır simalarından Namdar Rahmi Karatay'ın yaşam öyküleri hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. Fikirlerin doğumu ve gelişimini daha iyi anlayabilmek için bunları üreten insanların yaşamlarına dair bilgi sahibi olmak iyi bir temel oluşturacaktır düşüncesindeyiz. Naci Fikret BAŞTAK 1891 yılında Konya da doğan Naci Fikret Baştak'ın babası Mustafa Fikri Bey elde edilen bilgilere göre üç dili iyi bilmektedir ve Veled Çelebi'nin ve Ermenekli Kel Şair Hasan Rüştü'nün medrese arkadaşıdır. Genç yaşlarda edebiyatla uğraşan Mustafa Fikri Efendi, Konya Sanayi Mektebi'nde Türkçe öğretmenliği yapmıştır. İlgisizlik ve sefalet içinde 1921 yılında vefat etmiştir. İlk derslerini babasından alan Naci Fikret, Konya Mülkiye İdadisi'nden 1327'de mezun olur. Mezuniyetinden önce son sınıfta üç arkadaşı ile Ufk-ı Ati isminde ilim ve edebiyat içerikli bir dergi yayınlarlar. Abdullah Cevdet'inde etkisiyle edebi ve felsefi konularda hızlı bir fikri gelişme gösterir. İstanbul'dan arkadaşlarının gönderdiği kitapları çevresine göstermeden okuyan Naci Fikret'in 1912'de "Sahap" isimli dergide yayımlanan "Mudtuke-i Nisaiyet" başlıklı yazısı Namdar Rahmi'nin ilgisini çeker ve Mazhar Hamid vasıtasıyla tanışırlar. Naci Fikret, okulun kâtibi iken vekaleten Türkçe ve Fransızca derslerine giren Mehmet Muhlis Koner'den çok etkilenir. Ufk-ı Ati Dergisi'nde birlikte yazmakta ve her gün görüşmektedirler. Naci Fikret 1. Dünya Savaşı'nda Irak cephesinde yedek subay olarak bulunur ve Kurtuluş Savaşı'na katılır.1923 yılında terhis olarak Afyon Lisesi'ne öğretmen atanır. Afyon'a gitmek istemez ve Konya'da çeşitli okullarda öğretmenlik yaptıktan sonra 1924 yılında müze müdürlüğüne geçer.1925-1929 yılları arasında "Yeni Fikir" dergisini çıkarır. Bir ara Yusuf Ağa Kütüphanesi'nde de çalışan Naci Fikret, Namdar Rahmi ile beraber bir sayı yayınlanan "Asie Mineure" adlı bir dergi de çıkarır. Çok sevdiği ninesinin ölümü üzerine Konya'dan ayrılarak İstanbul'a yerleşir. Yeni Fikir, Asie Mineure, Milli Mecmua, Konya gibi çok sayıda dergide yazıları yayınlanır. Naci Fikret'in Felsefe dışında dinler tarihi, arkeoloji alanlarında da araştırma yazıları ve makaleleri mevcuttur. Konya tarihi, din ve cinsiyet gibi konularda çok sayıda makalesi vardır. Fransızca, Latince, Arapça ve Farsça bilmektedir. 1911'de başladığı şiir yazma hasleti bir ara müspet ilimler akımıyla kesintiye uğrasa da 1925 yılında tekrar şiir yazmaya başlamıştır. Konya'da yakın arkadaşları arasında Naci Kum, Ali Galip, Yalvaçlı Ali Ragıp, Harputlu Mehmet Nuri vardır. Alaaddin Dede Bahçesi'nde çok tartışmalar yapılmış, şiirler yazılmıştır. İstanbul yaşantısının büyük bölümü gerek ninesinin ölümü ve gerekse yayınlarının beklediği tepkiyi vermemesi nedeniyle avare geçmiştir. Ruhsal sıkıntıları nedeniyle "İlim,