Farklılaşma ve Benzeşme Referansı Olarak Kimlik (original) (raw)

Ben Bir Başkasıdır: Kişilerarasında Kimlik İnşası

RTEÜİFD relation to daily interactions; it takes a value/evaluation approach in the socialization processes in which it inevitably takes place. His/her understanding of himself/herself is shaped by the acceptances and rejections s/he has received or is likely to receive, depending on an interpersonal basis. Along with the selfperception, the boundaries of life policy are determined. Self-worth increases and decreases in line with the approval in daily life; Identity is constructed in the interaction process with others. The construction activity develops in parallel with the learning process of daily life. The question of who we are is not independent of who we are known. In this framework, our study uses the theoretical perspective of the interactionist tradition and evaluates identity as a practice related to the way things are done through the dynamic dimension of socialization. Thus, the general context of this dynamic interpersonal building activity is shought to be explained.

Deleuzeyen Bir Farklılaşma Çizgisi Olarak Kadın

Özne Dergi, 2019

Deleuze felsefesinin özü varlık değil oluş üzerine kuruludur. Kapitalizm ve Şizofreni metninin ikinci cildi olan Bin Yayla da Deleuze oluş’u akışın, sürekli değişimin, bir şeyden başka bir şeye dönüşmenin değil, başka bir şey olma hali olarak tanımlar. Oluşun kavramsal bir soyutlama ve gündelik hayat içindeki yansımalarını anlamak için molar ve moleküler çizgiler tanımlamasını anlamak olukça önemlidir. Çünkü çizgiler ve kaçış hareketleri ilk ve en temel olandır. Molar çizgi toplumsal bağlantıları bölen, tasnifleştiren, düzenleyen ve hiyerarşik bir yapıya dönüştüren bir yapıdır. Bu nedenle ayrımlama ve ötekileştirme mantığı üzerine kuruludur. Moleküler çizgi ise akışkandır ve farklı alanlarla ilişki ve bağlantı kurar. Bu nedenle moleküler olan geçiş ve bağlantılar kurarak çoğullaşmanın önünü açar. Deleuze Kadın-oluş kavramını Bin Yayla’da molekülerleşmenin bir uzantısı olarak kavramsallaştırır. Bu metinde, molar bir oluşum olarak tanımlanan kadının moleküler bir oluşum içinde nasıl dönüşüm geçireceği üzerinde durur. Cinselliğin belirli bir tanımlama içinde ve cinslerin ikiliği üzerinde kurulması mantığına karşı çıkar ve çoğullaşmayı ön plana çıkarır. Cinsellik bir çokluk olarak tanımlanmalıdır ve cinsiyetler, erkek, kadın, kadındaki erkek, erkekteki kadın olarak değil, her birinin bitkiyle, hayvanla ve diğer oluşlarla birlikte var olmasıdır. Deleuze ve Guattari bunu A Thausand Plateu’da “bin minik cinsiyet” olarak tanımlar. Bu bağlamda Deleuze-Guattari kadın oluşu sadece kadın var oluşu olarak değil, her türlü varoluşun temeli olarak görür. Erkek-oluş da öncelikle kadın oluşla mümkündür. Farkları indirgeyerek yaşamın olumlama mantığını tüketen merkezi mantığın aksine, yaşamın çokluğunun ve farklılaşma gücünün dönüştürme potansiyeline vurgu yapar. Dolayısıyla kadın oluş yaşamın her alanına uzanır. Yaşamın kendisini olumlayan ve dönüştürme potansiyeli taşıyan paradigmatik bir bakış açısıdır. Bu çalışma; Deleuzeyen perspektifte önemli bir yere sahip olan kadın-oluş kavramını, Yeni Türk Sineması içinde kadın-oluşa örnek olarak gösterebileceğimiz Pelin Esmer Sineması ve İşe Yarar Bir Şey filmi üzerinden içerik analizi yöntemiyle çözümlemeyi hedeflemektedir. Kadın- oluş ve İşe Yarar Bir Şey arasındaki ilişki filmin, kadın anlatısı üzerinden kurulması, farklı kadın oluşları barındırmasının yanı sıra, filmin sinematografik bakış açısı düzeyinde ana akım sinemanın dışında bir anlatıma sahip olması dolayısıyla oluşun içindeki çoğullaşmaya uygun olmasıdır. Bu bağlamda çalışma Deleuzeyen oluşla sinema arasında ki moleküler çizgiler hattını takip ederek, felsefe ve ve sinema arasında bir çoğullaşma potansiyelini ortaya çıkarmayı öngörmektedir. Bu çoğullaşma çizgileriyle ilgili bulgular ve bu bulguların yorumlanması sinemanın kadın-oluş perspektifinden okunmasını ve farklı kadın oluş çizgilerine olanak vermesi sonucunu doğurması nedeniyle önemli bir alan açabilecek niteliktedir.

Aynılık-Farklılık Bağlamında Kimlik Siyaseti

2013

Aydinlanma dusuncesinin bireyci yaklasimi, postmodern donemde cok ciddi elestirilere maruz kalmasina ragmen, bugun hala Bati dunyasinda etkisini surdurmektedir. Bireyin rasyonel kararlar alma yetisine sahip bir varlik oldugu dusuncesi sarsilmis olsa dahi, irrasyonel de olsa birey tercihlerine saygi gosterilmesi fikri, modern sonrasi donemde gecerliligini kolay kolay kaybetmeyecek gibi gorunmekte. Kimlik siyaseti, ozellikle 1960’larin sonlarindan itibaren, hem akademik alanda, hem de pratik siyasette en cok vurgu yapilan kavramlardan bir tanesi haline gelmistir. Modern sonrasi donemin “farkliliklar”i on plana cikaran dusunce yapisi, kimlik siyasetinin gelismesindeki temel unsurlardan bir tanesidir. Ancak,”farkliliklar”dan hareketle ortaya cikan kimlik siyaseti, zaman icerisinde farkliligi degil, ayniligi on plana cikarmaya baslamistir. Cunku netice itibariyla kimlik siyaseti bireysel kimlikler uzerinden degil, kolektif kimlikler uzerinden olusturulan bir kavramdir. Kolektif kimlikler...

Kimlik ve Çokkültürcülük Sorunu

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2011

Modernlik bir öz-inşa olan soyut birey üzerinde yükselmiş ve ulus-devlet bireyin siyasal yönetim şekli olmuştur. Fakat homojen bir ırk, dil ve kültüre dayanma iddiasındaki ulus-devlet ötekiler yaratmış ve onulmaz acılara yol açmıştır. Yirminci asrın ikinci yarısıyla birlikte özne ve ulus-devlet aşınma sürecine girmiştir. Öznenin tarihe, kültüre, bir bağlama yerleştirilmesi onu çevresinin ürünü olarak algılamayı doğurmuştur. Dolayısıyla öznenin kuşatıldığı dil, kültür, din gibi bağlılıklarının kimliğinin oluşumunda etkili unsurlar olduğu benimsenmiştir. Bu kabulün mantıksal sonucu bağlılıklarından mahrum edilen bireylerin varoluşsal bir eksiklik ve parçalanma hissetmeleridir. Bu nedenle ulus-devletin algılamak yerine çoğunlukla bastırdığı farklılıklara saygı ve hak talep eden kimlik, tanınma ve çokkültürcülük siyaseti, postmodern dünyada siyasal teorinin gündemine yerleşmiştir.

Tanıma Belleğinde Madde ve Bağlam Modelleri Hakkında Bir Karşılaştırma

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 2018

Madde modellerine (BEG; Shiffrin ve Steyvers 145-166) göre, tanıma belleğinde başarıyı etkileyen birinci faktör, bellekte yer alan diğer uyarıcıların izleridir. Bu nedenle, BEG modeli çalışma listesindeki uyarıcı sayısının artmasıyla birlikte tanıma belleğinin zayıayacağını yordamaktadır. Bağlam modellerine (BİKOBM; Dennis ve Humphreys 452-478) göre ise, tanıma belleğindeki başarıyı etkileyen asıl faktör uyarıcının daha önce yer aldığı farklı bağlamlardır. Buna göre de bağlam modelleri karıştırıcı değişkenler kontrol edildiğinde çalışma listesinin uzunluğunun tanıma belleğindeki başarıyı etkilemeyeceğini yordamaktadır. Bu nedenle, liste uzunluğu etkisi tanıma belleğini açıklayan modellerin test edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Olaysal bellek çalışmalarından elde edilen sonuçlar, tanıma belleğinde hem bağlamın hem de bellekte kayıtlı diğer izlerin rol oynadığını göstermektedir. Fakat bu iki çeşit bilginin tanıma kararları verilirken hangi aşamada ve ne ölçüde etkili olduğu tam olarak anlaşılamamıştır. Özellikle, testin bozucu etkisi incelendiğinde, test boyunca tanıma belleği başarısında görülen azalmanın bellekteki diğer izlerden mi, değişen bağlamdan mı yoksa diğer potansiyel karıştırıcı etkilerden mi olduğu alanyazındaki mevcut bilgi birikimi ile tam olarak açıklanamamaktadır. Item-noise models (b; Shiffrin and Steyvers 145-166) assert that recognition memory performance depends on item information of other traces in the list. REM therefore proposes that performance decreases with increasing list length (list-length effect). Context-noise models (BCDMEM; Dennis and Humphreys 452-478) assert that the main factors in determining memory performance are the contexts in which the stimulus has been learned. Therefore, context-noise models assume null list-length effect when the potential confounds are controlled. Due to the contradictory predictions, list-length effect is critical to test recognition memory models. There is a signicant amount of literature demonstrating the importance of both item and context information in recognition. However, further research must be conducted to understand in which level of recognition these two types of information have an impact on. Especially in the observation of output interference, literature has not been revealed as to whether the main cause of a decrease in memory performance through test phase is item-noise, context-noise or other confounding variables.

Kimlik Mefhumuna Farklı Pencerelerden Bakmak / Looking at the Notion of Identity from Different Windows

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2021

Kimlik, tanımlanması zor, kullanım alanı geniş ve çok boyutlu bir kavramı temsil etmektedir. Bu çalışmada Fırat Mollaer'e ait Kimlik, Tanınma Mücadelesi ve Şarkiyatçılık kitabı analiz edilmiştir. Mollaer, kimlik konusunu tanınma mücadelesi bağlamında ele almış ve Edward Said'in şarkiyatçılık çalışmalarından hareketle bu mücadele biçimini şarkiyatçılıkla ilişkilendirmiştir. Böylece kimlik konusunu alışılagelmiş ele alış biçimlerinden farklı olarak eserine konu edinmiştir. Ayrıca kitapta kimliğin farklılıklarla birlikte kendini nasıl inşa ettiği hususu farklı politika biçimleriyle açıklanmış ve bu sayede kimlik olgusu sadece bir kavramsal olarak değil aynı zamanda bir politika biçimi olarak da incelemeye tabi tutulmuştur. Bu anlamda eserde kimliğin tarihsel, sosyal ve felsefi olarak farklı boyutlarıyla ele alınması, ilerde bu konu ile ilgili yapılacak çalışmalara da çok boyutlu bir yaklaşım kazandırması açısından ilham vermesi muhtemeldir.

Özneleşen Mekân/Farklılıklara Mekân Olan Özne

Gündemdeki kentsel dönüşüm projelerince ıslah edilmesi öngörülen kimi mekânlar bizlere modern kentin " çağdışı " yüzü olarak sunuluyor. Gecekondu olarak nitelendirilen bu mekânlar merkezden bakıldığında moderniteden, bu mekânların sakinleri de özne olmaktan uzak olarak görülüyor. Böyle bir bakışla özellikle kültür başkenti ilan edilmiş İstanbul'da görünmez kılınmaya çalışılan, kendine ait kültürü inkâr edilen mekânları gördükçe günümüzden yirmi altı yıl önce yazılmış da olsa Latife Tekin'in Berci Kristin Çöp Masalları'nı hatırlamakta fayda var. Gecekonduyu bir dekor olmaktan çıkararak " içerden " bir bakış sunan bu metin, mekânın öznelliğine dair düşünmemizi olanaklı kılıyor. Bireyleşme ve özneleşme modernite deneyiminin anahtar kelimeleri olarak düşünülür. Kendini ifade etme, biriciklik ve kişisel kimlik modernizmin tezahürü olarak görülür. Burada söz konusu olan birey merkezli modern özne, Hegel'in yorumuyla Aydınlanma'nın rasyonel bireyidir. Kendi içinde bütünlüklü, kendi kendini ve kendisiyle birlikte dış gerçekliği, dünyayı tanımlayan, anlamın taşıyıcısı olan birey, sınırları belirli birey. Bu birey merkezli özne tanımına dair çok çeşitli eleştiriler geliştirilmiştir ve hatta bu eleştirilerin bir kısmı " öznenin ölümü " nü dahi ilan etmiştir. 1 Bu ilana şerh düşmek gerekiyor tabii, örneğin Sibel Irzık'ın " Özne'nin Vefatından Sonra Kadın Olarak Okumak " başlıklı makalesinde vurguladığı gibi " öznenin ölümünden söz etmek, öznenin tek bir anlamı olduğunu varsaymak, alternatif özne tanımlarını önceden dışlamak, böyle tanımlar üstüne kurulabilecek eleştirel ve siyasi etkinliklerin önüne kuramsal olarak set çekmek demektir " (34-35). Bu çalışmada, Latife Tekin'in anlatılarında bu aydınlanmacı özne modeline alternatif, mekân dolayımıyla " kolektif biçimde " ortaya çıkan bir öznelik konumu olduğu ve anlatıların da bu modele uygun biçimde geliştirildiği savunulacaktır. Bu çalışma, edebiyat metninin bir unsuru olarak mekânı " olayların geçtiği yer " şeklinde düşünmenin ötesine geçmek ve başlı başına bir özne olarak mekânı ve ürettiği öznelikleri tartışma niyetiyle şekillenmiştir. Bu niyet doğrultusunda, özellikle Türkiye'nin modernleşme