FELSEFÎ HERMENEUTİK (original) (raw)
Related papers
FELSEFE EDEBiYAT SEMPOZYUMU (29-30 Nisan 2015, Van) Bildiri Kitabı , 2015
Çağımız, felsefe ve edebiyat arasında sıcak ilişkilerin kurulduğu bir dönem olmuştur. Bunun nedeni yalnız felsefenin edebiyat üzerindeki yönlendirici ve belirleyici etkisi değil, edebiyatın da giderek felsefe içinde bir söylem biçimi olarak görülmesidir. Varoluşçulukta filozof ve romancı, filozof ve şair, filozof ve denemecinin aynı kişilikte bütünleştiğine tanık oluruz. Bu durum, yeni bir söylem biçimi oluşturma çabası olarak görülebileceği gibi, farklı sorunları ele alma konusunda felsefenin yetersizliğinden de kaynaklanıyor olabilir. Edebiyat geleneği güçlü bir toplum olmamıza karşın felsefe dili ve kültürü açısından aynı şeyi söyleyemeyiz. Felsefe ve edebiyat arasında bir yol oluşturmak, bu ikisi arasındaki ilişkiyi farklı bir bakış açısıyla yeniden tesis etmek önemlidir. Zira köylerinde bile divan sahibi şairlerin bulunduğu bir kültür coğrafyasının insanları olarak edebiyat eserlerinin içindeki felsefeyi ve felsefe eserlerinin içindeki edebiyatı keşfettiğimizde sadece felsefe ve edebiyat arasında bir ilişki kurmuş olmakla kalmaz, aynı zamanda kendimize ait düşünme yollarını da tanımış oluruz.
Felsefe Ansiklopedisi Cilt 6, Ahmet Cevizci (ed.), Ankara: Ebabil Yay., Ocak 2009, s. 141-150.
FELSEFİ ZEMİNDE KÜLTÜREL EVRİM
FELSEFİ ZEMİNDE KÜLTÜREL EVRİM, 2019
Kavramsal olarak incelendiğinde kültürü , insanın etrafında görüp varoluşuna tanıklık ettiği dış dünya düzenini dönüştürerek ve geliştirerek inşa ettiği değerler bütünü olarak tanımlayabiliriz. Kültürel evrim düşüncesi ve bu düşüncenin felsefi bir temellendirmeye tabi tutulduğunda nasıl gelişme ve değişimler göstereceği incelenmek istendiğinde, belirli alt başlıkların yardımına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu alt başlıklar , kültürel antropolojik ve arkeolojik süreçler temel alınarak , tabiatı gereği bir evrime tabi olan insanın farklılaşma aşamalarını çeşitli araştırmacı ve filozofların görüş ve yorumları ışığında değerlendirilerek ele alınmaktadır. Bu makalenin amacı, ilk kısımda arkeoloji kavramının insanı merkeze alan tarihsel kültürel süreç bağlamındaki değişimi incelenecek şekilde, ikinci kısımda antropolojik evrimin filozoflarca yorumlanması ve gelişimi göz önünde bulundurularak son kısımda da bu sürecin tamamın felsefi anlamda nasıl bir zemine yerleşeceği konusundaki fikirlerin açıklanması şeklinde ele alınacaktır. Kültürel evrimin yardımcı ve alt gruplarını oluşturan arkeoloji ve antropolojinin çalışma alanları birbiriyle bağlantılı ve yakından ilgilidir denilebilir. Özel olarak arkeoloji biliminin ne olduğu ve hangi alanda açıklama sahibi konumda durduğu tartışıldığında insanlık tarihi kadar eski bir çaba ile karşılaşmaktayız. Arkeoloji kelimesi kökeni Yunanca olan iki kelime ; arkhe ve logos kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Yunanca Arkhe ; ilksel olan, logos ise ; bilim ve akıl gibi anlamlarda kullanılmaktadır, bu durumda arkeolojinin terim anlamı için ; ilksel olanı araştıran bilim dalıdır, demek mümkündür.
Posseible, 2022
Bu çalışma, son yıllarda sıklıkla dillendirilen mekânsal dönüş meselesine odaklanmaktadır. Mekânsal dönüşün sosyal teori içinde neden yükseldiğini ve ön plana geçtiğini açıklamaya çalışmaktadır. Çalışma mekânsal dönüşün, konvansiyonel açıklama çerçevelerinin dışına çıkan ve disipliner matris kavramına denk düşen yeni yaklaşımların ürünü olduğunu savunmakta ve bu yüzden de disipliner düzeyde farklı anlamlara denk geldiğine işaret etmektedir. Bu niteliği nedeniyle mekânsal dönüşün ilişkisel bir yaklaşımla ortaya konulabileceğini savunmaktadır. Bu bağlamda mekânsal dönüşün sosyal teoride zamanın ağırlığına bir alternatif oluşturmaktan çok, konvansiyonel açıklamaların dışında kalan yaklaşımların ürünü olduğunu savunmaktadır. Mekânsal dönüş kapsamında konuşulan mekânın yekpare olmadığına ve bu haliyle müphem ve birbiriyle çatışık anlamlar taşıyabildiğine dikkat çeken çalışma, onun diğer dönüşlerle bağlantılı düşünülmesi gerektiğini savunmakta ve mekânsal dönüşün temsil krizinin bir ürünü olduğunu ileri sürmektedir. Bu bağlamda, mekânsal dönüşün kültürel, dilbilimsel ve mobilite dönüşü ile olan ilişkilerine odaklanarak sosyal teoride mekânsallığın artan önemini açıklamaya ve temsil sorunuyla olan ilintisini ortaya koymaya çalışmaktadır.
Felsefeyi anlamak, 2019
Felsefe öncesi Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var? Tüm bu olup bitenlerin anlamı ne? Felsefe düşünmektir. Felsefe bilgi sevgisidir. Felsefe gerçeği arama çabasıdır. Felsefe evren hakkındaki objektif gerçekliğin sorgulanmasıdır. Felsefe dogmalara takılıp kalmadan gerçek her ne ise onu bulup çıkarmaya çalışmaktır. Felsefe insan türünün ortaya koyduğu en büyük ve en muhteşem üründür. İnsanı diğer canlı türlerinden ayıran en önemli özelliği hiç şüphesiz düşünebilmesi ve bilincidir. İnsan sahip olduğu bu özelliği sayesinde var olanı anlamlandırıp kategorize edebilir. Bu da onun bilim yapmasını ve evrenin yasalarını keşfedebilmesini olanaklı kılmaktadır. İnsan türünün düşünce tarihi diyebileceğimiz felsefe tarihine baktığımızda mitler ve efsanelerden sıyrılarak doğrudan doğaya yönelen ilk düşünürlerin Milattan önce 600'lü yıllarda ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz. Bu yıllarda Yunanistan'da o zamana kadar görülmemiş bir düşünce biçimi şekillenmeye başlıyor. Bu düşünce insanların mitler yoluyla evreni ve olayları açıklamaya çalıştığı eski düşünme biçimlerinden oldukça farklı bir şekilde doğrudan doğanın kendisine yönelerek varoluşu akılla ve duyular yoluyla keşfetmeye yönelik bir biçim. Mitlerin yaşamı açıklamaya çalışan tanrısal anlatılar olduğu söylenebilir. İlk insanların tüm sorunlarına bu tür mitolojik anlatılarla cevap vermeye çalıştığını görüyoruz. Örneğin İskandinavya halkı Tor adını verdiği bir tür tanrısal gücün çekicini sallamasıyla gök gürültüleri, şimşekler ve fırtınaların ortaya çıktığına inanmaktadır. Tor iki keçinin çektiği bir arabayla gökyüzünde ordan oraya dolaşan bir tür tanrısal güçtür ve yeryüzündeki hemen her türlü olayın, bela, musibet ya da sevincin kaynağı onun yaptığı bir takım etkinliklerin sonucudur. Örneğin Tor'un çekicinin sallaması sonucu yağmurun yağdığına inanan İskandinav halkı Tor'un bu bereketli lütfuna karşı keçi kurban ederek ona teşekkürlerini sunarlardı. Aynı şekilde Vikingler de dünyanın dış güçler ve kötülük tarafından sürekli taciz edilen ada şeklindeki bir orta krallık olduğuna inanırlardı. Onlara göre bu krallığın dışında her fırsatta dünyamızı mahvetmeye çalışan korkunç devler yaşamaktaydı. Bu tür inanışlara aslında tüm kültürlerde rastlamak mümkün… Örneğin Yunan kültüründe Homeros'un tanrı öğretisi ve doğadaki olayların nedeni olan Tanrılar yer alırdı. Aynı şekilde Çin, Hint ve Mısır gibi dünyanın hemen tüm kültürlerinin kendilerine has tanrıları ve bu tanrılar etrafında dönen efsane ve mitleri yer almaktaydı. Bu mitlerin ortak özellikleri hemen hepsinde bir takım tanrısal güçlerin olması ve yeryüzündeki olaylara bu tanrıların öfke, sevinç, mücadele ve benzeri etkinliklerinin sebep
FELSEFEDEN TASAVVUFA RUH ANLAYIŞI
İnsan bilen, duyumsayan, hisseden, düşünen, algılayan, algı ve düşünce sahasına giren her şeyi anlamlandıran bir varlıktır. Bu nedenle varoluşu ile birlikte kendisinin, eşyanın veya realitenin hakikatini aramaya ve sorgulamaya başlamıştır. Bunun neticesinde insan, genellikle kendi maddi varlığının dışında bir mahiyetinin olduğuna inanmış ancak bu mahiyeti tam olarak tanımlayamamış, farklı dil ve kültürlerde bu mahiyetin ne olduğu üzerinde çeşitli düşünceler ortaya çıkmıştır. Biz bu çalışmamızda asıl olarak ruhun ne olduğunu, özünü ya da mahiyetini tanımlamak veya anlatmaktan ziyade onun ne olduğu konusunda felsefi düşüncenin en önemli filozofu olan Platon (M.Ö. 427-347) ve tasavvufun önemli temsilcilerinden biri olan İbn Kayyim el-Cevziyye'nin (1292-1350) düşüncelerini karşılaştırmalı olarak ele alıp inceleyeceğiz.