OZALIN DIS POLITIKASI:ULUSLARARASI SİYASET, DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK (original) (raw)

İDEOLOJİK VE SOSYAL DEĞİŞİMLERİN DİL POLİTİKALARINA YANSIMASI BAĞLAMINDA ANAYASA'NIN TEŞKİLAT-I ESASİYE'YE DÖNÜŞÜMÜ

SELCUK 10TH INTERNATIONAL CONFERENCE ON SOCIAL SCIENCES, 2024

ÖZET Tarihî süreçte Türkiye Türkçesi, siyasi desteğin geldiği yöne göre şekillenme/şekillendirilme yoluna girmiştir. Türkiye Selçuklu Devleti döneminde edebî dil ve bilim dili olarak destek görmemiş, 11.-12. yüzyıllarda yeterince gelişememiş ve Türkçe eserler de yeterince görülmemiştir. Kösedağ Savaşı’nın arkasından zayıflayan Selçuklu Devleti ve güçlenen Beylikler doğrultusunda, Eski Anadolu Türkçesi dönemi olarak adlandırdığımız dönemde Türkçe eserler inanılmaz sayıda artmıştır. Beylerin verdiği siyasi ve maddi destek bu artışı kaçınılmaz kılmıştır. İstanbul’un fethiyle Osmanlı Devleti; padişahın ve bürokrasinin desteğiyle büyük ve güçlü bir imparatorluk oluşunun ispatı doğrultusunda Klasik Osmanlı Türkçesini 16. yüzyılda geliştirmiştir. Tanzimat reformlarının halka anlatılabilmesi, halk tarafından anlaşılabilmesi, için yönetim ve aydınlar dilin sadeleşmesi alfabenin ıslahı ya da değiştirilmesi doğrultusunda çalışmalara başlamıştır. II. Abdülhamit döneminde hem Türkçenin/Lisan-ı Osmani’nin okullarda zorunlu ders hâline getirilmesi hem de okullara sade dilde eğitim yapılması için genelge gönderilmesindeki (1894) amaç eğitimdeki reformlarla devletin güçleneceğine olan inançtı. Cumhuriyet yalnızca Osmanlı’nın hayata geçirmek için çırpındığı tüm dil reformlarını ulus devlet olma yolunda hızla gerçekleştirmesi açısından ayrışmaktadır. Türk dünyasının 1926’da Bakü’de ortak latin alfabesine geçme kararı alması da, 1928’de Türkiye’de alfabe değişikliğinden itibaren dili sadeleştirme çalışmaları da ulus devlet olabilmenin gereğiydi. Bu doğrultuda M. Fuad Köprülü 3 Kasım 1928 yılında İkdam gazetesinde yazdığı Türkçemiz başlıklı yazısıyla Türkçenin sadeleşmesini desteklemiştir. Teşkilat-ı Esasiye de bu doğrultuda 1945 yılında dili sadeleştirilerek Anayasa adını almıştır. Ancak aynı M. Fuad Köprülü 1952 yılında Demokrat Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı iken Anayasa’nın tekrar eski şekline dönüştürülüp adının da Teşkilat-ı Esasiye olarak değiştirilmesi için Meclis’e önerge vermiş ve kabul edilmiştir. Bu çalışmamızda siyasi ve sosyal değişimlerin dili etkilemesi açıklanırken Anayasa’nın da Teşkilat-ı Esasiye’ye dönüştürülmesi değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler : Anayasa, Teşkilat-ı Esasiye, dil politikaları, M. Fuad Köprülü ABSTRACT In its historical process, the Turkish language of Turkey has been shaped in accordance with the direction where political support came from. The Turkish language was not supported as a literary language and scientific language during the period of Seljuk State, nor did it develop sufficiently in the 11th and 12th centuries. Likewise, not many Turkish works were seen in the same period. However, in line with the weakening of the Seljuk State and the rise of Principalities after the Battle of Kösedağ, Turkish works increased in incredible numbers in the period called the Old Anatolian Turkish period. The political and financial support provided by the begs, or princes, made this increase inevitable. Following the conquest of Istanbul, the Ottoman Empire endeavoured to develop Classical Ottoman Turkish in the 16th century, with the support of the Sultan and the bureaucracy in order to prove that it was a great and powerful empire. In order for the Tanzimat reforms to be explained and understood by the public, the administration and the intellectuals began to exert efforts aimed at simplifying the language and reforming or changing the alphabet. The purpose behind making the Turkish/Ottoman Language a compulsory subject in schools and sending a circular to schools to provide education in plain language (1894) during the reign of Abdulhamid II was the belief that the state would be strengthened through reforms in education. The Republican era differs from these previous efforts only in that it quickly implemented all the language reforms that the Ottoman Empire was trying to enforce, on its way to becoming a nation state. The Turkic world's decision to switch to the Latin alphabet in Baku in 1926 and the efforts to simplify the language in Turkey since the alphabet change in 1928 were both necessary to become a nation state. In this direction, M. Fuad Köprülü supported the simplification of Turkish with his article titled Our Turkish, which he wrote in the Ikdam newspaper on November 3, 1928. In line with this, the language of Teşkilat-ı Esasiye (Essential Organization) was simplified and given the name Anayasa (Constitution) in 1945. However, the same M. Fuad Köprülü, when he was the Minister of Foreign Affairs of the Democratic Party government in 1952, made a proposal to the Parliament to transform the Anayasa back to its old form and change its name to Teşkilat-ı Esasiye, and it was accepted. In this study, the impact of political and social changes on language will be explained and the transformation of the Anayasa into Teşkilat-ı Esasiye will be evaluated. Key Words: Anayasa (Constitution), Teşkilat-ı Esasiye, language policies, M. Fuad Köprülü

SİNİZM ÇAĞINDA ARZUNUN KUVVETİ: İDEOLOJİNİN ÖTESİNDE POLİTİKAYI YENİDEN DÜŞÜNMEK

Flsf Dergisi, 2018

Bu makalede, Deleuze ve Guattari'nin düşüncesine başvurarak, arzu kavramının radikal politikayı yeniden düşünebilmek için sağlayacağı olanaklara odaklanılacaktır. Öncelikle, arzu kavramına dair bir problematik kopuş gerçekleştirip, arzulamanın 'yarar-fayda', 'yasak', 'eksiklik' gibi terimlerle ve 'düşler' ya da 'fantazmaların' psişik üretimi bağlamında anlaşılamayacağı gösterilecek ve kavram toplumsallığın maddi ve gerçek üretimi bağlamında yeniden tarif edilecektir. Arzu kavramına dair gerçekleştirilecek problematik kopuş, ideoloji kavramının geçerliliğine dair bir sorgulamayı da beraberinde getirecektir. Bu bağlamda, ideolojinin "yanlış bilinç" yaklaşımının, insanların irrasyonel gözüken siyasal tercihlerini anlayabilmek açısından yetersiz kaldığına işaret edilecek ve politikanın bilinçli ideolojik çıkar yatırımlarından önce, bilinçdışı toplumsal arzu yatırımları düzeyinde işlediği iddia edilecektir. Sinik tavrın kolektif bir ruh hali olarak insanları politik eylem düzeyinde etkisizleştirdiği çağımızda, sinizmden sıyrılabilmenin en etkili yollarından birinin arzunun üretici ve yaratıcı kuvvetlerini açığa çıkarabilmekten geçtiği öne sürülecektir.

DEĞİŞİM İÇİNDE MUHAFAZAKÂRLIĞIN DEVLET VE SİYASET ALGISI: DEĞİŞEN RETORİK DEĞİŞMEYEN ÖZ

2014

Çok boyutlu siyasal ve sosyal dönüşümleri derinlemesine ve sağlıklı bir şekilde anlayabilme ve analiz edebilmenin, söz konusu dönüşümlerin yaşandığı süreç devam ederken pek olanaklı olmadığı bir ön kabul olarak genellikle paylaşılmaktadır. Zira değişimin içerisinde onun nesnesi olanlar, onun dışından bakarak nesnesi oldukları böylesi dönüşümleri, aynı zamanda objektif bir özne olarak değerlendirmek gibi bir durumla karşıya karşıya kalmaktadırlar. Kaldı ki, neyin, ne kadar ve nasıl değiştiğinin tespit edilmesi; değişimin yavaşladığı mı, son bulduğu mu yoksa devam ettiği mi; değişen unsurların kararlılık kazanıp kazanmadığı gibi soruları da cevaplamak, daha doğrusu bunlara anlamlı birer açıklama getirmek, devam eden süreçler söz konusu iken bir hayli zordur. Bununla birlikte, şayet yaşanan değişimin tarihsel bir arka planı ve sosyal-siyasal bir temeli varsa, bu zorluk nispeten aşılabilir. Söz konusu anlık değişim, uzun ve istikrarlı bir değişim talebi ve zorlamasının bir aşamasını oluşturuyor ve aynı zamanda bir sonucu oluyorsa, bu çerçevede kimi daha anlamlı ilişkiler, paralellikler, bağlantılar ve değerlendirmeler yapmak olasıdır. Bu bağlamda Türkiye'de son dönemlerde yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik dönüşüm ve değişimleri, özgül başlıklar etrafında ve tarihsel süreklilikler penceresinden ele almanın önemli sonuçlar ve yararlar doğuracağını söylemek yerinde bir tespit olacaktır. Bu açıdan çalışmanın başlıca amacı, son döneme damgasını vuran muhafazakâr siyasal söylemin tarihsel ve kavramsal serencamına, bazı özel başlıklar ve parantezler açmak kaydıyla, eğilmek ve bunun üzerinden bir Cumhuriyet paradigması ve muhafazakârlık ilişkisi okuması yapmaktır. Muhafazakâr siyasi tavır, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri onun bazı kurum, yapı ve kavramlarını ve özellikle laik devlet anlayışı ve bundan kaynaklı uygulamaları eleştirmenin dışında, devlete ve devlet iktidarına yönelik kavramsal ve pratik düzeyde sorgulayıcı bir tavır geliştirememiş, bunun aksine özellikle teorik kaynaklarından biri olan İslamın siyasal teoloji geleneğinin de bir yansıması olarak din ve düzen adına metafizik bir devlet algısı geliştirmiştir. Dolayısıyla genel olarak devlete bu noktadan bakılmış ve yeniden kurucu/düzen inşa edici bir rol biçilmiştir. Böylece özünde olmasa dahi, beslendiği kimi kaynakların muhalif yönlerine (İslamcılık gibi) rağmen muhafazakârlık, Türkiye'de devletle çatışmak fikri bir yana her zaman onu önceleyen, koruyan ve yücelten bir tutum sergilemiştir. Siyaset de bu algıdan nasibini almış, farklı istek, beklenti ve taleplerin karşılıklı olarak dile getirilebildiği, bu çerçevede bir uzlaşı ve pazarlığın konusu yapıldığı bir faaliyet olarak değil, aksine bir varoluş mücadelesine veya uğraşına dönüşmüştür. Bu anlamda siyaset, karşıtını yok etme, yıpratma, sahneden silme ve bu amaçları gerçekleştirmek üzere her türlü aracın kullanıldığı bir genel davranış biçimine dönüşmüştür...

ODYSSEİA: SİYASAL VE TOPLUMSAL DÜZEN

Homeros"a atfedilen iki destan, İlyada 1 ve Odysseia 2 , Homeros"un kendisinin yaşadığı düşünülen zamanı (yaklaşık olarak M.Ö. 850) değil, Moses Finley"e göre Miken uygarlığının yıkıldığı düşünülen zaman (M.Ö 1100) ile yeni bir yazının ortaya çıktığı M.Ö. 8.yüzyıl arasındaki Karanlık Çağ olarak adlandırılan döneme ışık tutuyor 3 . Her ne kadar bu destanlardan öğrenebileceğimiz her bilginin tartışmasız olarak doğru olduğunu kabul etmek doğru olmasa da, hem İlyada"nın hem de Odysseia"nın o dönem Hellen toplumsal yapısını anlamada bize sunduğu bilgileri de göz ardı edemeyiz. Karanlık Dönem"e ait gelenekler ve toplumsal değerler hakkında bize fikir veren günümüze ulaşan tek eser olan bu destanlar ihmal edilmemesi gereken antik kaynaklardır.

OSMANLI’DA RESMİ ULUSÇULUK VE DİL POLİTİKASI.PDF

SELÇUK İLETİŞİ, 2014

Matbaa yayıncılığının başlaması ve modern dönemde devletlerin merkezileşme çabaları, ulusal dillerin oluşumuna katkıda bulunan iki önemli faktördür. Bu çalışmada, 19. yüzyıl Osmanlı yönetiminin dil politikasının, Türkçe'nin ulusal dil haline gelmesindeki etkileri üzerinde durulmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu zamanın ihtiyaçlarını karşılamak ve azınlıkların başlattığı ayrılıkçı ulusçuluğun etkilerini zayıflatmak amacıyla 19. yüzyılda bir dizi yapısal reformlar başlatmıştır. Yönetim halkla ilişkilere ve kamuoyuna daha fazla önem vermek istemiştir. Bu istek, yönetimin dile bakışında köklü değişiklikler meydana getirmiş ve devletin gazete yayıncılığına başlamasına neden olmuştur. Gazete yayıncılığının yanı sıra, Osmanlı yönetiminin merkezileşmesi, modern eğitim kurumlarının yaygınlaşması gibi olgular, beraberinde dilde standartlaşma ve sadeleşmeyi gündeme getirmiştir. Bu yüzyılda, yönetimin izlemiş olduğu politikalar sonucu, konuşma dili ile yazı dili arasındaki farklılık azalmaya başlamış ve İstanbul lehçesi, oluşmakta olan ulusal dilin temel formu haline almıştır. Anahtar sözcükler: Resmi ulusçuluk, ulusal dillerin oluşumu, gazetecilik ve uluslaşma, dilsel bütünleşme, dilde sadeleşme, sosyal dilbilim