TÜRKİYE AKADEMİSİNDE BİR DİSİPLİN OLARAK İNSAN HAKLARI (original) (raw)

2018 © KAGED, 2018. Ticari ve çıkar amaçlı kullanılamaz. Yayın yeri: Ankara TÜRKİYE AKADEMİSİNDE BİR DİSİPLİN OLARAK İNSAN HAKLARI OZAN DEĞER * Bu eser, AB Demokrasi ve İnsan Hakları Aracı (DİHAA) tarafından desteklenen ve Kapasite Geliştirme Derneği (KAGED) tarafından yürütülen İnsan Hakları Akademisini Sivil Topluma Taşıma projesi kapsamında gerçekleştirilen OHAL'in insan hakları alanında çalışan akademisyenler, öğrenciler ve genel olarak alan üzerindeki etkilerini ortaya koymaya çalışan saha araştırmasının literatür tartışması olarak hazırlanmıştır. Bu yayın Avrupa Birliğinin maddi desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla yazarın sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliği'nin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir. * Bu çalışmanın her aşamasında önerileriyle rehberlik eden Prof. Dr. Ülkü Doğanay'a, metnin tümüne dair kritik değerlendirmelerde bulunan Dr. İsmail Beşikçi'ye, bana kütüphanesini açan Hüsnü Öndül'e, konuya ilişkin fikirlerini paylaşarak tartışan Prof. Dr. Nilgün Toker'e ve Dr. Kerem Altıparmak'a, bilgi noksanlığımın olduğu konularda sesime kulak veren Prof. Dr. Baskın Oran'a ve Dr. Faruk Alpkaya'ya, görüşleri ile çalışmanın nihai halini almasına katkı sağlayan ve metnin son okumasını gerçekleştiren Araş. Gör. Işıl Kurnaz'a çok teşekkür ederim. Hatalar ve eksikler tarafıma aittir. GİRİŞ Bu çalışma, raison d'Etat'nın toplumu dost ve düşman olarak sınıflandırdığı, kendisini ve dostunu tanrısallaştırdığı ölçüde düşmanını şeytanlaştırdığı, dolayısıyla kendisini, kendisi ile hemhal olmayan gerçek veya tüzel kişileri hukukdışına atabilme "olağanüstü yetkisi" ile donattığı, böylelikle hukukun üstünlüğünü askıya aldığı bir karanlık dönemde, insan haklarının her halükârda ve ne pahasına olursa olsun savunulması gerektiği şiarından yola çıkarak kaleme alınmıştır. Şeytanlaştırmanın önemli hedefleri haline gelen "üniversiter evrenselliğin ayrılmaz unsurları olarak" bilimsel bilgi, akademik özgürlük, hakikat hakkı ve ifade hürriyeti, sözü edilen karanlık dönemin icracısı siyasal iktidarın "yerli ve milli" söylemi ile meşrulaştırdığı saldırgan uygulamalarına maruz bırakılmaktadır. Netice, insan haklarının bir düşmanlık metaforu olarak benimsenmesi ve böylelikle bir insan hakkı olarak akademik özgürlüğün tam anlamıyla ayaklar altına alınmasıdır. Böylesi bir iklimde, Türkiye akademisinin "bir disiplin olarak insan hakları" ile tarihsel-toplumsal imtihanını mercek altına almak, bir başka ifade ile Türkiye'de insan haklarının akademideki yeri üzerine bir soruşturma gerçekleştirmek, bir yandan bilginin kendinde taşıdığı değer, diğer yandan ise akademinin bu konudaki sicili göz ününde bulundurulduğunda akademinin bizatihi kendisine yönelik önemli bir (öz)eleştiri imkânı barındırmaktadır. Bu bağlamda, okuyacağınız makale, bir kavram ve norm olarak insan haklarının Türkiye akademisinde hangi dönemlerde, hangi içerikle, hangi yöntemlerle ve nasıl çalışıldığını ve/veya çalışıl(a)madığını neden sonuç ilişkisi içerisinde tarihsel bir analize tabi tutma amacı Türkiye Akademisinde Bir Disiplin Olarak İnsan Hakları 2 taşımaktadır. "İnsan Hakları, Akademi ve Akademik Özgürlük Gerilimi" başlıklı teorik bir çerçeveye sahip olan birinci bölüm, i. insan hakları idealini ve bu ideal etrafında biçimlenen temel hak ve özgürlükler rejimini ve ii. bu çerçeveye bağlı kalınarak bir insan hakkı olarak akademik özgürlüğün evrensel mahiyetini tartışmaktadır. "Türkiye'de İnsan Hakları, Özgürlükler ve Akademi İlişkisinin Temelleri" başlıklı ikinci bölüm ise i. Türkiye'de gerçek bir sorunsal olarak ele alınması gereken "İnsan Haklarının Gelişimi" literatürünü, yani devletçi siyasal tahayyül ve/veya bir muhayyel olarak Türk ulusçuluğu zemininde biçimlenen tarihsel inşayı eleştirel bir perspektife tabi tutarak, ii. akademi ile insan haklarının tanışmasının, BM üyeliği ve sivil toplumun oluşumuna dayandığı tespitinden yola çıkarak, iii. (kesintili de olsa) ilk gerçek insan hakları çalışmalarının gerçekleştirildiği 1960-1980 dönemi akademisine odaklanmaktadır. Üçüncü ve son bölüm ise "1980'i İzleyen Olağan ve Olağanüstü Dönemlerde Akademinin İnsan Haklar Sicili" başlığı altında i. 12 Eylül darbesi ile tamamıyla askıya alınan insan haklarının, AKP dönemine dek tedrici gelişimini ve bu minvalde akademinin insan hakları ile olan ilişkisinin, Kürt sorununa bağlı olarak 90'lardaki çifte standarda dayalı ikiyüzlülüğünü ve yeniden inşa olunan karakterini incelemekte ve ii. AKP'nin 2002 Ankara Kriterleri ile 2016 ve devamındaki OHAL rejimi arasında salınan 16 yıllık çalkantılı iktidarı döneminde akademi ile insan hakları arasındaki istikrarsız ilişkiyi sorgulayarak, vakalar ve hukuki süreçler ışığında günümüzdeki vahim tablonun temellerini ve parametrelerini gün yüzüne çıkarmaya çalışmaktadır. "Dünya sahnesinde yeni bir ideal galebe çalıyor: İnsan hakları. İnsan hakları sağla solu, dinle devleti, devlet adamıyla isyancıyı, gelişmekte olan ülkelerle Hampstead ve Manhattan liberallerini bir araya getiriyor. İnsan hakları baskı ve zulümden kurtulmanın şiarı, evsizlerin ve mülksüzlerin sloganı, devrimcilerin ve muhaliflerin siyasal programı haline geldi. Ancak insan haklarından medet umanlar yalnızca dünyanın mazlumları değil. Alternatif yaşam tarzları, doymak bilmez meta ve kültür tüketicileri, zevk peşinde koşanlarla Batı dünyasının playboyları, Harrods'un sahipleri, Guiness PLC'nin eski genel müdürü ile sabık Yunan Kralı taleplerini insan hakları cilasıyla parlatmışlardır. İnsan hakları postmodernitenin alınyazısı, toplumlarımızın enerjisi, Aydınlanma'nın özgürleşme ve kendini gerçekleştirme vaadinin yerine getirilmesidir. Batı tahakkümündeki milenyumun son savaşlarına ve de yeni dönemin ilk çatışmalarına insanlık ve hak bayrakları altında girmenin mutluluğunu -ya da lanetini-yaşıyoruz." 1 Siyasal iktidarın sınırlandırılması ya da söz konusu iktidarın dahi müdahalede bulunamayacağı bireysel alanların yaratılması ve bu alanların güvence altına alınması sorunu olarak "insan hakları", modern devletin doğuşu ile belirginleşen ve ulusal uzamdan uluslararası uzama doğru gelişim grafiği çizen bir kavramdır. 2 Bu bağlamda insan hakları, 1 "İnsan haklarının zaferi"ni, "modernitenin ideolojik muharebelerini kazanan insan hakları olmuştur" diyerek ilan eden Costas Douzinas, bu ideali şöyle tarif etmektedir: "İnsan hakları ilk olarak belli sınıf çıkarları ile ilişkilendirildi ve yükselen burjuvazinin despotik siyasal iktidar ve statik toplumsal yapıya karşı verdiği mücadelenin ideolojik ve politik silahı oldu. Gelgelelim, ontolojik önvarsayımları, yani eşitlik ve özgürlük ilkeleri ve bunların siyasi sonuçları, yani siyasal iktidarın aklın ve hukukun taleplerine tabi tutulması gerektiği yönündeki iddia, bugün artık çoğu çağdaş rejimin temel ideolojisinin parçası haline gelmiştir ve insan haklarının taraflılığı düşüncesi aşılmış durumdadır…İnsan hakları ideolojilerin sonunun ve yenilgisinin sonrasındaki ideolojidir, daha moda tabir ile 'tarihin sonu'ndaki ideolojidir." Costas Douzinas, İnsan Haklarının Sonu: Yeni Binyılda Eleştirel Hukuk Kuramı, çev. Kasım Akbaş-Umre Deniz Tuna, Dipnot Yayınevi, Ankara, 2015, s. 15-16. 2 Mehmet Semih Gemalmaz, Ulusalüstü insan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, 4. B., Beta Yayınları, İstanbul, 2003, s. XXIII. Türkiye Akademisinde Bir Disiplin Olarak İnsan Hakları 4 siyasal iktidar ile kişi arasındaki ilişkinin, bir başka ifadeyle ilk siyasal ilişkinin en önemli sonuçlarından biridir; dolayısıyla da bir iktidar ve egemenlik sorunudur. Modern çağda siyasal iktidarın billurlaştığı en gelişkin ve karmaşık iktidar odağı ise evrensel örgütlenme biçimi olarak kabul gören "devlet"tir. Devletin, söz konusu çağda kat ettiği yol düşünüldüğünde, daha önceki siyasal birlik formlarına kıyasla 3 tarihin hiçbir döneminde bu denli gelişmediği, dünyayı bu ölçüde "fethetmeyi" başaramadığı, hiçbir zaman böylesine çoğalmadığı, güç toplamadığı ve insan yaşamının her yönüne bu derece karışma olanağı bul(a)madığı ileri sürülebilir. 4 Modern çağın yaklaşık beş yüzyıllık gelişim dinamiğinin koşulladığı devlet, üzerinde egemenlik kurduğu bireyin özgürlüğüne müdahalede bulunma tekel yeti ve yetkisine sahip olma konumuna/ayrıcalığına erişmiştir. Ancak bu durum, özne haline gelen insanın, metodik düalizm çerçevesinde 5 i. kuramsal olarak bir hükümet kurmayı önceleyen, medeni hukukta 3 Devlet eşsiz bir siyasal birlik formudur. Tarihte hiçbir siyasal entite bu adla çağırılmamıştır. Ne Yunan polisi ne Roma res publicası ne Ortaçağ civitası, respublicası ya da respublica Christianası ne de İtalyan kent devleti regnum. Devlet sözcüğünün Batı dillerindeki karşılığı olan state, stato vb.'nin kökeni olan Latince status sözcüğünün siyasal literatüre dâhil edilmesi ve kavramlar tarihi içerisindeki dönüşümünün izleri takip edilirse modern devletin diğer birlik formları ile olan bağı/bağımsızlığı görülebilir. Zira bu form diğerlerinden tamamen farklı ve ayrıksıdır. Alexander Passerin d'Entreves, The Notion of the State: An Introduction to Political Theory, Oxford University Press, New York, 1967, s. 28-30. 4 Jacques Mourgeon, İnsan Hakları, çev. Ayşen Ekmekçi-Alev Türker, İletişim Yayınları, İstanbul, 1990, s. 13. 5 Olması gereken (de lege ferenda) -olan (de lege lata) ayrımı. Gustav Radbruch, insan haklarına dair söz konusu düalizmi, Marx ve Engels'e dayalı "olması gerekenin olandan kaynaklandığı" iddiasını reddederek "olması gerekenin olandan çıkarılamayacağı" tezi bağlamında tartışmaktadır. Header Leawoods, "Gustav Radbruch: An Extraordinary Legal Philosopher", Washington University Journal of Law and Policy, Sayı 2, Ocak 2000, s. 505. "Metodik düalizm" olarak nitelendirilen bu tez, insan haklarının de lege ferenda kuramsal ve de lege lata normatif temellerini açıklamak için yetkin bir zemin sunmaktadır: "Radbruch'un erken dönem hukuk düşüncesi, metodik düalizm ve rölativizmin birleşimidir. Kant'ın mirasçısı Radbruch, tüm yeni Kantçılar gibi varlık ve değeri iki ayrı alana ayırarak olan-olması gereken ayrımını kabul etmiştir. Radbruch'un Kant'tan getirdiği...