ŞİİRDE MUTLAK ANLAMSIZLIK VE HABÎBÎ'NİN ANLAMSIZ BEYİTLERİNDE CABBARCA'NIN İZLERİ ÜZERİNE (original) (raw)

MUHİBBÎ'NİN BESTELENMİŞ ŞİİRLERİ ÜZERİNE

Osmanlı Devletini ve temsil ettiği kültür geleneğini dünya tarihinde kurulmuş olan nice büyük devletten ve kültürden ayıran yegâne hususların başında devleti yöneten padişahların güzel sanatlarla, özelde şiir ve edebiyatın diğer dallarına duydukları ilgi gelmektedir. On altıncı yüzyılın ilk yarısından itibaren devleti yönetmeye başlayan ve Osmanlı Devletinin en kudretli hükümdarlarından olan Kanuni Sultan Süleyman'ın aynı zamanda başarılı bir divan şairi olduğu bilinmektedir. Şiirlerinde Muhibbî mahlasını kullanan Kanuni Sultan Süleyman, Türk edebiyatı tarihinde en çok gazel söyleyen şairler arasında yer alır. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tarafından neşredilen Muhibbî Dîvânı'nın son baskısına göre şairin 4118 manzumesi bulunmaktadır. Yarım asra yakın devam eden padişahlığı süresince devlet yönetimindeki kudreti herkes tarafından takdir edilen Kanuni Sultan Süleyman'ın şair kimliği ise bambaşka bir hüviyet taşır. O, gazellerinde rint edaya sahip bir âşıktır. Gazellerinin birçoğu coşkunluk ve neşveyle söylenmiş, aşka dair samimi düşünceleri ihtiva eden âşıkâne şiirlerdir. Şiirler, muhtevasında genellikle sevgili, aşk, tabiat güzellikleri ve sosyal hayata dair farklı unsurlar barındırdığı için epeyce rağbet görmüştür. Muhibbî'nin kimi şiirleri çeşitli dönemlerde bestelenmiştir. Bu çalışmada Muhibbî'nin bestelenmiş şiirlerinin mahiyeti üzerinde durulacaktır.

ABBÂSÎ DÖNEMİ ŞAİRLERİNDEN ABDULLAH İBNÜ’L- MÜBAREK’İN DİVANINDA CİHAD

ABBÂSÎ DÖNEMİ ŞAİRLERİNDEN ABDULLAH İBNÜ’L- MÜBAREK’İN DİVANINDA CİHAD, 2019

Türk asıllı bir Tebe-i Tabiîn olan Abdullah İbnü’l- Mübârek, döneminin tanınmış hadisçi ve fakihlerindedir. Ebû Hanife ile görüşmüş, zühd ve takvası ile meşhur olmuş bir âlimdir. Zühd anlayışı “dünya ile alâkayı kesmek değil, dünyaya ve dünyalığa bağlanmamak” olan Abdullah İbnü’l- Mübârek, telif etmiş olduğu Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik adlı eserinde tasavvufun temel kavramları olan, hüzün, zikir, huşû, ihlâs, niyet, tefekkür, havf, haya, tevâzû, riyâ, kanaat, rıza, fakr hakkında Peygamberimiz ve sahabenin sözlerine yer vermiştir. Kendisinin İslami ilimlerdeki vukufiyetinin yanı sıra bilinen diğer bir yönü de şairliğidir. Özellikle zühd ve cihad temalı şiirleriyle yaşadığı dönem Müslümanlarını bilinçlendirmeye çalışmış ve özellikle de gençler üzerinde etkili olmuştur. Bir divan haline getirilecek çoklukta şiirleri de olan İbnü’l-Mübârek kendi zühd anlayışını edebi sahaya taşımış ve deyim yerinde ise zühd nesrini nazma tahvil etmekte muvaffak olmuştur. Bu itibarla onun şiiri, zühdün “dünya ile alakayı kesmemek” tanımına uygun düşecek şekilde tanzim edilmiştir. Bir taraftan “Kitâbu’z- zühd” adlı eseri ile Müslümanların iç içe oldukları toplum hayatında manevi hayatlarını henüz Emeviler döneminde baş gösteren ve Abbasiler döneminde de devam eden ahlaksızlık girdabından korumaya çalışırken diğer taraftan Tarsus gibi Bizanslılarla sıcak temas sağlanan cephelere teşvik etmekle isabetli ve ölçülü bir zühd örneği sunmuştur. Diğer çağdaşı zahidlerden bazılarının zühd anlayışını kısmen de olsa eleştirmiş bu duygu ve düşüncelerini şiirlerinde dile getirmiştir.

ŞEYH ŞA’BÂN-I VELÎ KÜLLİYESİ HAZİRESİ’NDE BULUNAN HALVETİ - ŞABANİYYE TÂC-I ŞERİFLİ MEZAR TAŞLARI

Kastamonu is a city where is very substantial not for only many Turkish architectural monuments, but also for Ottoman gravestones. The gravestones of Kastamonu appear in different graveyard of the city as well as in the hazires, burial area reserved for special people especially in mosques or sufi lodges, in the social complexes. The most important hazire among the hazires of the city center, both in the sense of quality and quantity, is doubtless the Hazire of Sheikhs Saban-ı Veli Social Complex. In it there are many gravestones, which were dated to 18. and 20. centuries. In this paper will be introduced not all of the gravestones in the hazire, but only a special group which have different specialties as form. The most important side of the ornament and form characteristics of Ottoman gravestones is the gravesides. The gravesides keep informed us about things as social-economic condition, job, family, tariqah (cult) etc. of the person in the grave. On the 15 gravestones in the Hazire of Sheikh Saban-ı Veli Social Complex there are tāj-ı sharīfs, which are the symbols of Halwatiyya Tariqah. These tāj-ı sharīfs are the four terks and forty branched ones of branched tājs, which symbolize perfect human being or total being. The gravestones in this paper, which end with tāj-ı Sabaniyya, will be examined according to Art History methods and the identity, writing and ornament characteristics will be introduced in details.

İBN TABÂTABÂ'YA GÖRE ŞİİRİN MAHİYETİ VE TÜRLERİ

Ebu'l-Hasen İbn Tabâtabâ edebî tenkit alanında dikkat çeken isimlerden biridir. Zira klasik Arap şiirine yönelik yapıcı eleştirileri, farklı meselelerdeki yenilikçi yaklaşımları ve aynı zamanda geleneğe olan saygısı onu önemli bir isim haline getirmektedir. Edebi açıdan çok canlı bir dönemde yaşamıştır. Bu dönemde pek çok eser kaleme alınmış ve edebiyat alanında yenilik hareketleri hız kazanmıştır. İbn Tabâtabâ da eserleri ile, bu alana katkı yapan edebiyatçılardandır. Kaynaklarda sekiz eserinden söz edilmektedir. Günümüze de ulaşan 'İyâru'ş-şi'r adlı eserinde, edebî tenkit alanındaki farklı meselelere dair görüşlerini görmek mümkündür. 'İyâru'ş-şi'r, metodu ve konuları bakımından pek çok edebi tenkit eserinden farklı özelliklere sahiptir. Kendisinden önce yazılmış bazı eserlerde olduğu gibi, sadece şiir dili ve lahn gibi meselelere odaklanmamıştır. Asıl telif sebebi, şiir sanatını edebi kıstaslara göre ortaya koymaktır. Bu bağlamda İbn Tabâtabâ, farklı edebiyatçıların görüşlerini kendi tecrübe ve birikimleri ile birleştirerek, şiiri iyi-kötü şeklinde ayırt etmeyi amaçlamıştır. Bir şair olmasının da avantajı ile şiir yazımında karşılaşılabilecek güçlükleri ortaya koyarken bunların çözüm önerilerini de sunmuştur. İbn Tabâtabâ'nın edebî tenkitçiliğini farklı yönleriyle görebilme amacı taşıyan bu çalışma, şiirin mahiyeti ve türleri konuları ile sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırma yapılırken, tenkitçiliğinin yanı sıra bir şair olması da göz önünde bulundurulmuş ve şiir mefhumuyla ilgili fikirlerinin ayrıca önemli olduğu düşünülmüştür. Bu bağlamda öncelikle şiirin tarifi ve ön şartlarıyla ilgili olarak ortaya koyduğu düşünceler farklı edebiyatçıların görüşleri de zikredilerek değerlendirilmiştir. Ardından da lafız ve anlam ögelerini merkeze alınarak yapmış olduğu şiir tasnifi incelenmiştir.

ŞİBANÎ-NÂME'NİN BUDAPEŞTE NÜSHASI ÜZERİNE

SUTAD, 2018

Harezm, Horasan, Semerkant, Belh, Hisar gibi şehirleri hâkimiyeti altına alarak Şibanîler devletini kuran Şiban Han, 1451-1510 yılları arasında yaşamış bir Özbek hanıdır. Ömrünü savaş meydanlarında geçiren Şiban Han'ın hayatını, mücadelelerini anlatan ve Şibanî-nâme adı verilen eserlerin hem manzum hem de mensur örnekleri mevcuttur. Mensur Şibanî-nâme anonimdir. Mesnevi nazım şekliyle yazılan manzum Şibanî-nâme ise Timurlular sülalesine mensup Muhammed Sâlih tarafından kaleme alınmıştır. Bu eser yurtdışında A. Vambery ve P. M. Melioranskiy; Türkiye'de ise Yıldız Kocasavaş tarafından yayımlanmıştır. Şiban Han'ın 1499-1506 yıllarındaki yaşamını ve yaptığı savaşları kronolojik olarak anlatan eserin Avusturya Millî Kütüphanesi'ndeki nüshasının tek nüsha olduğu düşünülmekteydi. Ancak Macaristan'da eserin yeni bir nüshasına daha ulaştık. 190 varaktan müteşekkil bu nüshanın ilk 96 varağı Avusturya nüshasından tamamen farklıdır ve başka bir vezinle yazılmıştır. Bu nüshada birçok farklı yer adı ve şahıs adına rastlanmaktadır. Bu çalışmada Şibanî-nâme'nin yeni bulunan Budapeşte nüshası tanıtılacaktır. • Anahtar Kelimeler Çağatay Türkçesi, Muhammed Sâlih, Şiban Han, Şibanîler, Şibanî-nâme, Budapeşte nüshası. • Abstract Shiban Khan, who established the state of the Shibanîs by taking under rule cities, such as Khorezm, Khorasan, Samarkand, Belkh and Hisar, was an Uzbek khan who lived between 1451 and 1510. There are examples of works both in verse and in prose given the name of Shibanî-nâme, which tell the life and the struggles of Shiban Khan, who spent his life on the battlefields. The Shibanî-nâme in prose is anonymous. Whereas, the Shibanî-nâme in verse written in the masnavi verse form was written by Muhammed Sâlih, who was a member of the Timurid dynasty. This work was published by A. Vambery and P. M. Melioranski abroad, whereas, in Turkey it was published by Yıldız Kocasavas. It was thought that the only copy of the work, which tells chronologically the life and the * Bu çalışma Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü öğrencisi olarak hazırlamakta olduğum ve TÜBİTAK tarafından desteklenen " Şibani-name'nin Budapeşte Nüshası (Metin-İnceleme-Dizin) " isimli doktora tezimden hareketle hazırlanmıştır. 3-5 Mayıs 2018 tarihinde Ankara'da düzenlenen Uluslararası Kültür ve Bilim Kongresi'nde sunduğum bildirinin gözden geçirilmiş ve genişletilmiş hâlidir.

NÂBÎ'NİN FARSÇA DİVANÇE'SİNDE SÂ'İB-İ TEBRÎZÎ ETKİSİ

GİRİŞ HİKMET KAVRAMI VE AŞAMALARI Nâbî (d.1641-ö.1712), 17. yüzyılın ikinci yarısında, Osmanlı'nın duraklama döneminde yaşamış nazım ve nesir alanlarında ondan fazla kitabı olan üretken bir sanatkârdır. Muhtelif alanlarda pek çok eser vermiş olmasına rağmen, onu edebiyat tarihimizde ölümsüzleştiren Hayriyye (1113/1701) adlı mesnevisi ve gazelleridir. Gazellerinin önemli bir kısmının ve Hayriyye'nin Nâbî'yi Nâbî yapan özellikleri, bunların devir eleştirisi yapmaları, muhatabını uyarma, yönlendirme, onlarda bir davranış değişikliği oluşturmayı amaçlıyor olmaları; kısaca nasihat ve ders vermeleridir. Buna dayanarak araştırmacılar, Nâbî'nin şiirini, "hikemî" olarak kabul ederler. Bunun için "hikmet" ve "hikemî şiir" kavramlarının özellikle İslâm dünyasında, algılanışının ana hatları üzerinde durulmalıdır. İslâm sonrası "hikmet" kavramının anlaşılmasında temelde iki dönem olduğu görülür: Klâsik Yunan felsefesine ait eserlerin özellikle Aristoteles (ö. M.Ö.322)'in eserlerinin çevrilmesinden önceki dönem ve bu eserlerin çevirisinden sonraki dönem. Yunan felsefe eserlerinin tercümesine geçmeden önce yaşanan ilk dönem, Câhiliye devrinde zaten var olan bir hikmet kavramının, Kur'an ve hadislerle anlamının genişletilmeye başlama aşamasıdır (Altıparmak, 2003: 107). Burada âyetlerin ve hadislerin genişlettiği hikmet kavramı, âyet ve hadislerin bağlamına göre de muhtelif anlamlara gelir. Meselâ bunlardan biri, bir işi sağlam ve yerli yerince yapmak, iki şey arasında bir ilgi kurmaktır. Araştırmacılar bu anlamı, Bakara Sûresi'nin 269. âyetine dayanarak verirler 1. Hikmetin bir diğer anlamı Kur'an'daki nâsih-mensûh, muhkem-müteşâbih âyetlerin anlaşılması şeklindedir. Bir yorumu da dini ilim, fıkıh, akılla anlamak ve buna bağlı olarak Allah'a itaat etmek, sünnet ve akıl etmek şeklindedir. Çeşitli bağlamlarda söylenmiş hadislerde tekrarlanan hikmet kavramının ise ilim, sünnet, nübüvvet anlamlarında kullanıldığı görülür. Meselâ muhaddisler, "Hikmet, müminin yitiğidir. Bulduğu yerde onu alır." hadisinden hikmetin evrensel bilgi anlamına geldiği sonucunu çıkarmışlardır. Bazı

BEŞİKTAŞLI GEDAİ: ŞİİRİ VE ŞAİRLİĞİ ÜZERİNE BAZI MÜLAHAZALAR

Başlangıcı XVI. asra dayanan ve tarih sahnesinde kesintisiz süreklilik göstermek kaydı ile günümüze kadar ulaşan âşık edebiyatı ve geleneği Türk edebiyatı ve kültürünün en verimli alanlarından biridir. İçinden geçtiği her asırda asrın ruhuna ve yapısına, sosyo-kültürel yaşam döngüsüne bağlı olarak çeşitli kültür ortamlarına adapte olan gelenek XVI. asırda başlayıp, XVII. asırda oluşumunu tamamlamak sureti ile zirveyi yakalamış; günümüze kadar çeşitli tesirler altında, bazen parlayarak bazen duraklayarak varlığını devam ettirmiştir. XIX. asır âşıklık edebiyatı ise bu çerçevede geleneğin en parlak devirlerinden biridir. Bu çalışmada XIX. asır âşık edebiyatının güçlü ancak edebiyat tarihinde yeterli ilgiyi ve araştırmayı görmemiş âşıklarından Beşiktaşlı Gedâi ve şiirlerinin üzerine çeşitli tespitlerle şairin âşık edebiyatı ve geleneği içerisindeki yeri ve önemi değerlendirilecektir.

HURUFİLİK VE BEKTAŞİLİK MÜNASEBETLERİ BAĞLAMINDA SÂFÎ BABA DİVANI

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2024

Kâinatı, İslam’ı ve insanı Arap alfabesinin yirmi sekiz ve Fars alfabesinin otuz iki harfi temelinde yorumlayan Hurufilik düşüncesi, 14. asrın sonu ve 15. asrın başında Anadolu’ya göç eden bazı Hurufiler sayesinde henüz kuruluş aşamasında olan Bektaşilikle etkileşime girmiştir. Bu münasebet yüzyıllar boyunca sürmüş, böylece Bektaşilik tarikatında ciddi bir Hurufilik etkisi söz konusu olmuştur. Bu etki Bektaşi edebiyatı üzerinde apaçık bir şekilde görülebilir. Muhîtî, Arşî ve Misâlî gibi pek çok Bektaşi şair, şiirlerinde Hurufilik unsurlarını kullanmışlardır. Bunlardan biri 18-19. asır şairlerinden Sâfî Baba’dır. Kaynaklarda hayatı hakkında bilgi bulunmasa da Divan’ından hareketle Sâfî Baba’nın samimi bir Bektaşi olduğunu söylemek mümkündür. Tek eseri Divan olan şairin, şiirlerinde Hurufiliğe ait bazı anahtar kavramlar kullandığı, Fazlullah Esterâbâdî ve Câvidânnâme’den bahsettiği, Nesîmî ve Aliyyü’l A’lâ gibi Hurufi büyüklerini andığı görülmektedir. Sâfî Baba Divanı’nda görülen Hurufilik unsurlarının kapsamı ve içeriği nedir? Eserde yer alan bu unsurlar şairin Hurufi olmasından mı kaynaklanmaktadır yoksa bu durum Hurufilik ve Bektaşilik arasındaki kültürel etkileşimin bir sonucu mudur? Sâfî Baba’yı bir Hurufi olarak kabul etmek mümkün müdür? Makalede bu sorulara yanıt aranacaktır.