Fıkhi Hükümlerde Hikmet Boyutu Kaffâl eş-Şâşî Örnegi (original) (raw)

Hanefî Fıkıh Düşüncesinde Farz-Vâcip Ayırımı

Teklifî hüküm çeşitlerinden olan farz ve vâcip terimlerinin eş anlamlı olup olmadığı meselesi hem Hanefî mezhebi hem de diğer mezheplerin fıkıh usulü kitaplarında çokça tartışılan konulardan biridir. Hanefîler iki terimin eş anlamlı olmadığını, ayrı manalara delâlet ettiğini ve farklı neticeler doğurduğunu ifade ederken cumhur, farz ve vâcibin birbirinin yerine kullanılan eş anlamlı iki terim olduğunu savunmuştur. Neticede bu görüş farklılığı fıkhî ihtilaflara ve tartışmalara yol açmış ve neredeyse tüm usul ve fürû kitaplarında bu meseleye mutlaka temas edilmiştir. Hanefîler’in farz ve vâcip terimlerini farklı değerlendirmeleri meseleye yüzeysel olarak bakıldığında basit bir görünüm arz etse de konu bütüncül olarak ele alındığında girift ve karmaşık bir hal almaktadır. Bu nedenle ortaya konulan ayırım birçok mezhep müntesibi tarafından tam olarak anlaşılamamış ve farklı iddialar öne sürülmüştür. Kimi zaman da Hanefîler’in kavramları kullanırken kendi içlerinde tutarlı olmadıklarına ve birbirleriyle çeliştiklerine dair eleştiriler yöneltilmiştir. Çalışmamızda Hanefîler merkeze alınmakla birlikte karşı görüş sahiplerinin de meseleyi nasıl ele aldıkları ve Hanefîler’e ne tür eleştiriler yönelttikleri incelenmiştir. Özellikle Hanefîler’in tutarsızlığına yönelik eleştirilere ve problematik görünüm arz eden meselelere cevap aranmış ve Hanefî fıkıh kitapları bu doğrultuda tetkik edilmiştir. Önemine binaen tartışmanın lafzî veya mânevî olduğuna yönelik iddialar da ele alınmış ve bu iddialar detaylı olarak izah edilmeye çalışılmıştır

Caferi Fıkhında Akıl Delilinin Fürû Fıkha Uygulanması -Örnek Fıkhî Meseleler Üzerinde

Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2019

Tüm fıkhî mezheplerin teşekkülünde olduğu gibi Caferî mezhebinde de mezhebin teşekkül süreci vahyin kesilmesi (onlar nas döneminin bitişi derler) ile birlikte mezhebin oluşumunda beşerin rolü kaçınılmazdır. Caferî mezhebinin dördüncü delili “akıl” olarak kabul edilmiştir. Özellikle İbn Haldûn’un tespiti ile sadece İslâm ümmetinin ürettiği bir ilim dalı olan fıkıh usulü ilminde beşerî rolün, kendisini genellikle akıl ekseninde göstermesi tabii bir durumdur. Sünnî mezheplerde aklın rolü kendisini bir sistem dâhilinde bazen kıyas bazen re’y bazen istihsân vb. kavramlar ile ifade ederken Caferî fıkhında kıyas bir delil, rey ve istihsân bir yöntem olarak kabul edilmediğine göre “fürû fıkıhta akıl delili kendisini nasıl gerçekleştirmektedir?” sorusu önem arz etmektedir. İşte bu makale Caferî mezhebi fürûlarına “akıl” delilinin nasıl tatbik edildiğini örnek fürû fıkıh konuları üzerinde göstermeyi amaçlamaktadır.

Serahsî'nin el-Mebsut Adlı Eseri Çerçevesinde Hanefî Fıkıh Düşüncesinde Takdirî Hüküm Olgusu

Sakarya Universitesi Ilahiyat Fakultesi Dergisi, 2012

İslâm hukukçuları meseleler hakkında hüküm verirken yalnızca dış dünyadaki objektif durumu dikkate almamışlar, adalet ve hakkaniyet fikri temelinde ideal bir hukuk normu ortaya koymak hedefiyle objektif duruma aykırı bazı düzenlemelerde de bulunmuşlardır. "Takdirî hüküm" aslında mevcut olan bir şeyi veya durumu yokmuş gibi kabul etmek yahut aslında mevcut olmayan bir şeyi veya durumu varmış gibi kabul ederek hüküm vermektir. Bu makalemizde Hanefî fıkıh düşüncesinde takdirî hükmün gerekçelerini ve uygulama alanını Serahsî"nin el-Mebsût adlı eseri çerçevesinde ele alıp irdeleyeceğiz.

Zemahşerî’nin Ahkâm Âyetlerini Yorumlama Metodu Bağlamında Fıkıhçı Kişiliği -el-Keşşâf Örneği

Amasya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

The Islamic Juridical Personality of Zemahsheri in the Context of the Interpretation Method of the Provision Verses-al-Kashshaaf Example-Abstract We also see that Mohammad al-Kharizm al-Zamakhshari (d.538/1144), which is known to be a great language expert, a man of letters, a poet, a who deals with hadith and famous for his named work "al-Kashshaf", is at the same time a distinguished and authorized Islamic jurists. We can say that the second plan is left and even forgotten his İslamic jurist direction in the hands of researchers because of the more engaged in these sciences have come to the forefront. When we look at the way of expressing the verses of judicial in the "al-Kashshaf" we can see the Islamic jurists Zamakhshari than commentator Zamakhshari. Because he explains the provision verses, he used the method of the report and the circulation together at the same time he was not satisfied with merely presenting the views of scholars/ jurists, but also debated the relevant juridical evidence and methods of making provisions and he has been found in the judgment of the person himself. Zemahshari, a dark supporter of the Mutazıla, is a member of the Hanafi sect. When the discourse and expressions are examined, "sectarian bigotiry by faith" emerges as one of its distinctive features. But in his commentary of Qoran named work "al-Kashshaf" we are witnessing a moderate approach, especially in the Hanafi denomination, where he was a member of the deed when dealing with the fiqh issues in the verses of judicial, But in his commentary of Qor'an "al-Kashshaf" we are witnessing a moderate approach, without restraint in the Hanafi denomination, where he was a member of the deed when especially dealing with islamic jurisprudential issues. In this study, tried to put forward the direction of his İslamic jurist personality by determining the characteristics of the approach to the legal issues and the method of judgement in the "al-Kashshaf" context of examples from some verses judicial.

Kâsânî’nin fıkıh düşüncesinde takdîrî durum

2018

06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır.Takdîrî durumun ele alındığı bu tezde takdîrî durumun tarihsel süreçteki durumu, naslardaki görünümü, usul yöntemleriyle ilişkisi, mahiyeti, uygulama türleri ve bu uygulamaları gerekli kılan sebepler, çalışma kapsamında tetkik edilen ana konulardır. Bu doğrultuda Hanefî fıkıh ekolünün genel yaklaşımı, Kâsânî'ye ait Bedâiʽuʽs-sanâiʽ isimli eser odaklı olarak tespit edilmeye çalışılmıştır. Ancak olgunun mahiyet ve kapsamına ilişkin tespit ve değerlendirmelerde Bedâiʽ ile sınırlı kalınmamış başta temel naslar olmak üzere İmam Muhammed'in el-Asl'ından Mecelle'ye uzanan süreçte genel anlamda Hanefî ekolünü temsil eden fürû fıkıh eserlerine de m...

Fıkıh İlminde Şiirle İstişhâd: el-Mebsût Örneği

Şiir en eski uygarlıklarda dahi yer bulmuş edebî bir türdür. Her toplum şiire ayrı bir önem atfetmiş ve şiir beslendiği kültüre göre farklılık göstermiştir. Şiir ve şair İslâm öncesi Arap toplumunda çok ayrı bir mevkiye sahip olmuş ve bu kültürde şiir en büyük ve en etkin sanatsal faaliyet aracı olarak görülmüştür. Bu yönüyle İslâm’dan önceki Arap toplumunun şiir ve şairler ile sıkı bir ilişki içinde olduğunu söylemek mümkündür. İnsan kelamının zirve ürünleri, şairlerin dilinde vücut bulmuş ve yaşadığı topluma yön vermiştir. Lügat ve kelimelerin ince anlamlarına vukufiyetleri nedeniyle şairlerin herhangi bir kelimeyi kullanmaları, bu istimalin insanlar tarafından istidlal için elverişli kabul edilmesini sağlamıştır. İslâm’ın gelmesiyle birlikte Kur’ân’ın daha iyi anlaşılması ve bazı kelimelerin açıklamaları için şiirlere başvurulmuştur. İslâmî ilimlerde şairlerin şiirleriyle istişhâdı sadece tefsir alanında değil aynı zamanda diğer disiplinlerin hemen hepsinde önemsenmiştir. Bu bağlamda fakihler de eserlerinde şairlere ve şiirlerine yer vermiş ve kullandıkları kelimeler ile istişhâdda bulunmuşlardır. Fukahanın şairlerin şiirleriyle istişhâdda bulunduğu noktalar bu çalışmada konu edinilmiştir. Özellikle Hanefî mezhebinde muteber bir metin olması, kendisinden sonraki bütün fukahayı derinden etkilemesi ve şiir ile istişhâd edilen yerlerin fazla olması sebebiyle Serahsî’nin (ö. 483/1090) el-Mebsût adlı eseri tercih edilmiştir. Bu çalışmanın ilk kısmında İslâm’ın ilk dönemlerinde şiir ile istişhâd konusu ele alınacak, devamında Serahsî’nin istişhâd ettiği şiirlerdeki sıhhat problemi üzerinde durulacaktır. Sonrasında ise Serahsî’nin şiir ile istişhâd ettiği noktalar ele alınacaktır.

[MAKELE/ARTICLE] Fıkhın Beşerîliği Meselesi ya da İctihadî Hükümlerin Dinî Değeri

Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2014

Fıkıh ilk dönemlerde tüm dinî hükümlerin bilgisi anlamında kullanılmaktaydı. Disiplinlerin birbirinden ayrışmasıyla birlikte anlam daralmasına uğrayan bu kavram, içtihadî-amelî hükümlere indirgenmiştir. Son dönemlerde tartışılan fıkhî/içtihadî hükümlerin beşerîliği meselesi, usulcüler tarafından, ‚içtihadî hükümlerin din adını alıp alamayacağı‛, ‚kıyasın dinden olup olmadığı‛ şeklindeki başlıklar altında tartışılmıştır. İçtihadî hükümleri konu edinen bu başlıklar altında yapılan tartışmalar mana eksenli (hakikî) tartışmalar değil, ifade kaynaklı (lafzî) tartışmalardır. Usulcüler içtihadî hükümlerle amel etmenin vacip olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. İçtihadî hükümlerden oluşan fıkhın, usulcüler tarafından bilgi kavramıyla tanımlanması (şer’î-tafsilî delillerden elde edilen şer’î-amelî hükümlerin bilinmesi), bu hükümlerle amel etmenin gerekliliğini ve buna dair bilginin kesinliğini vurgulamak içindir. Fıkhî hükümlerin dinî değer taşıdıklarının en güçlü delili de bu gereklilik ve kesinlikte mündemiçtir. Fıkhın beşerîliğini savunanlarca ileri sürülen, ‚fıkhın aklî bir aktivite olduğu, beşerî bir çaba sonucu oluştuğu ve kendi bünyesinde birçok ihtilafı barındırdığı‛ gibi argümanlar ise bu hükümlerin haiz oldukları dinî değeri yadsımamaktadır

Divân-ı Hikmet’in Kökşetav Nüshasında Tasvirî Fiillerin Kullanılışı

Türkiyat Mecmuası, 2020

Bu makalede Divân-ı Hikmet'in Kazakistan'ın Kökşetav Edebiyat ve Sanat Müzesinde bulunan nüshasında karşımıza çıkan tasvirî fiiller ve tasvirî fiillerde kullanılan unsurlar ele alınacaktır. Özellikle bu tür birleşik fiiller hem sözlüksel (leksik) hem de görünüşsel (aspekt) anlamları bakımından incelenecektir. Metinde tespit edilen al-, bar-, bėr-, bol-, ḳal-, kėl-, kėt-, kör-, tur-, yürü-tasvirî fiillerinin sözlüksel anlamları sıralanarak bu anlamlar örneklendirilecektir. Çünkü bu fiillerin tek başına kullanılabilen gerçek ve mecazi olmak üzere birkaç sözlüksel anlamı vardır. Buna paralel şekilde bu fiillerin kullanım sıklığıyla ilgili olarak sayısal verilere de yer verilecektir. Tespit ettiğimiz fiillerin kullanılışıyla ilgili kısımlarda isimlerle kaynaşarak birleşik fiil oluşturabilen bazı fiiller (bol-, ḳal-, bėr-) üzerinde durulacaktır. Bununla birlikte esas fiile getirilen sıfat-fiillerle kaynaşarak karmaşık fiil oluşturan fiillerle (bol-) ilgili kısa bilgilere yer verilecektir. Daha sonra işlevleri kısmında her tasvirî fiilin esas fiile kattığı anlamları, ayrıntılı ve karşılaştırmalı şekilde incelenecektir. Özellikle bu fiillerin esas fiillerle birleşmesini sağlayan zarf-fiil eklerinin kullanımları ve zarf-fiil eklerinin bu tür birleşik fiillere kattığı anlamları açıklanacaktır.

Hanefî Fıkıh Düşüncesinde Zekâtla İlgili Hükümlere Etkisi Bakımından Ayn-Deyn Ayrımı

Hanefî Fıkıh Düşüncesinde Zekâtla İlgili Hükümlere Etkisi Bakımından Ayn-Deyn Ayrımı, 2022

Hanefî fıkıh düşüncesinde zekâtla ilgili kimi hükümlerin kendine özgü biçimde açığa çıkmasına kaynaklık eden hususlardan biri, ayn-deyn ayrımıdır. Bu ayrımı Hanefî fıkıh düşüncesi bakımından işlevsel kılan, mahiyeti itibarıyla deynin anlaşılma biçimidir. Ayn-deyn ayrımı ile zekâtla ilgili hükümler arasındaki ilişki bakımından dört husus öne çıkmaktadır ki bu hususlar aynı zamanda çalışmanın kapsamını belirlemektedir. Bunlardan ilki, tam mülkiyet-nâkıs mülkiyet ayrımı ile ayn-deyn ayrımı arasında ne tür bir ilişki bulunduğu; ikincisi, hangi türden deynin zekâta tabi mal kapsamına girdiği; üçüncüsü, kâmil edâya elverişli mal-nâkıs edâya elverişli mal ayrımı ile ayn-deyn ayrımı arasında nasıl bir ilişki olduğu; dördüncüsü ise, zekât yükümlülüğünün deynle edâsının mümkün olup olmadığıdır. Sözü edilen dört hususun Hanefî fıkıh düşüncesi açısından cevaplanması, bu çalışmanın amacını teşkil etmektedir. Ebû Hanîfe’ye göre, borçlunun zimmetinde bulunan deyn (hükmî mal), alacaklıya nispetle mâl-i dımâr niteliğinde olup tam mülkiyet kapsamına girmemektedir. İmâmeyne göre ise deyn, iki istisnası dışında tam mülkiyetin konusu olup zekâta tabidir. Alacakları; kuvvetli, orta ve zayıf alacak şeklinde tasnif eden Ebû Hanîfe’ye göre kuvvetli alacaklar zekâta tabidir, zayıf alacaklar ise değildir. Kuvvetli alacakların zekâta tabi olması, onların zekâta tabi bir aynın deyne dönüşümü sonucu açığa çıkmış olmaları sebebiyledir. Orta kuvvette alacaklar konusunda ise Ebû Hanîfe’den, onların zekâta tabi olduğu ve olmadığı biçiminde iki farklı görüş nakledilmiştir. Ayn-deyn ayrımı sebebiyle Hanefî fıkıh düşüncesinde, zekât yükümlülüğünün alacakla edâsı, bir istisnası dışında, meşru görülmemiştir. One of the factors leading to the emergence of some rulings (ḥukms) related to zakāh in Ḥanafī fiqh thought peculiarly is the ʿayn-dayn distinction. What makes this distinction functional in terms of Ḥanafī fiqh thought is the way in which the dayn is interpreted in terms of its nature. Four issues come into prominence in terms of the relationship between the ʿayn-dayn distinction and the rulings on zakāh. These issues determine the scope of this article. The first of these is what kind of relationship exists between the full ownership-incomplete ownership (al-milk al-tām and al-milk al-nāqiṣ) distinction and the ʿayn-dayn distinction. The second is which type of dayn is subject to zakāh. The third is what kind of a relationship exists between the perfect execution (al-adā’ al-kāmil)-incomplete execution (al-adā’ al-nāqiṣ) distinction and the ʿayn-dayn distinction. The fourth is whether it is possible to pay the zakāh with the dayn. Answering the mentioned four issues in terms of Ḥanafī fiqh thought constitutes the purpose of this article. According to Abū Ḥanīfa, dayn (al-māl al-hukmī) on debtor’s dhimma has the quality of māl al-ḍimār and is not within the scope of full ownership for the creditor. According to Imāmayn, dayn is included in full ownership and is subject to zakāh, except for two exceptions. According to Abū Ḥanīfa, who classifies the receivables as strong, medium and weak receivables, strong receivables are subject to zakāh, but weak receivables are not. The fact that strong receivables are subject to zakāh is due to the fact that they have emerged as a result of the conversion of a ayn which is subject to zakāh to dayn. Two different views have been reported from Abū Ḥanīfa regarding the medium receivables. As a result of the ʿayn-dayn distinction, in Ḥanafī fiqh thought, the execution of zakāh obligation with debt was not seen as legitimate except for one exception.

Fıkıh Psikolojisi Bağlamında Fıkhi Ölçülülüğün İslâm’ın Doğru Algılanmasına Katkısı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi

Öz Ölçülülük, insanın duygu, düşünce, ahlak ve davranış bakımından dengeli olması demektir. Başka bir ifadeyle ölçülülük, ifrat ve tefrit denilen aşırılıkların arasındaki normal ve gerekli olan durum ve tutumdur. İslâm dinine ait ibadet ve hukuk sahasını kapsayan ölçülülük, fıkhi ölçülülük olarak adlandırılabilir. İslâm'ın algılanmasında, hem teorik hem de pratik bakış açısının önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla İslâm'ın doğru algılanması, bu çalışmanın sınırları dışında olan inanç ve ahlakın yanı sıra fıkhi konu ve hükümlerin doğru bilinmesi ve aşırılıklardan arınmış bir şekilde uygulanmasıyla mümkündür. Bu makalede öncelikle fıkhi ölçülülüğün, İslâm'ın doğru algılanmasına yönelik olumlu etkisinin örneklerle ortaya konulması amaçlanmıştır. Çalışmanın ikinci amacı ise "psikolojiye ilişkin veriler ışığında fıkhi konuları inceleyen ve bütüncül bir bakış açısıyla fıkhi sorunlara çözüm arayan fıkha yardımcı bir bilim dalı" olarak tanımlanan fıkıh psikolojisi alanına ölçülülük kavramı bağlamında katkı sağlamaktır. Fıkhi ölçülülüğün, İslâm'ın doğru algılanmasına yönelik birey ve toplum açısından yaptığı teorik ve pratik katkının bilinmesi, aynı zamanda İslâm'ın yanlış algılanmasına engel de olacaktır.