HASIRALTI EDİLMİŞ MÜMKÜNLER EVRENİNDEN BİR KESİT: “NECMEDDİN BEY’İN DAYAK VAKASI” ÜZERİNDEN II. MEŞRUTİYET, İTTİHAT VE TERAKKİ VE ERMENİ MESELESİNİ OKUMAK (original) (raw)
Related papers
Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında yıkımını engellemek için birçok yol denenmiş, bu yollar içeriklerine göre bir fikir hareketi olarak adlandırılmıştır. Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük bu akımlardan bir kaçıdır. Temelinde bütünlüğü korumak olan bu akımlar sadece devlet ricali tarafından değil aydınların sunduğu fikri alt yapılar ile de desteklenmiştir. Dolayısıyla bu dönemde kaleme alınan bir çok eserde hâkim olan düşünsel etki göze çarpmıştır. Manastırlı Mehmet Tevfik Bey’in eseri Manastır Vilayetinin Tarihçesi bu eserlerden sadece bir tanesidir. Yazarın Mustafa Kemal Atatürk’ün Manastır Askeri İdadisi’nde tarih öğretmeni de olması, hem onun tarih bilincinin oluşmasındaki etkisi hem de eserin muhtevasının o dönemde ortaya çıkan Türkçülük akımın etkisini yansıtır muhtevası incelenmeye değer bir noktadır.
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ’NDE MEKTEB-İ MÜLKİYEDE BİR ISLAHAT GİRİŞİMİ: MEHMED HİKMET BEY’İN LAYİHASI
Osmanlı Devleti’ndeki bürokratik sistemin nitelikli kadrolar ile yürütülebilmesi adına Sultan Abdülmecid’in saltanatı zamanında, 1859 yılında, İstanbul’da açılan Mekteb-i Mülkiye Türk eğitim tarihinin en önde gelen, iz bırakan okulları arasında yer almaktadır. Bu okuldan yetişen öğrenciler zamanla Osmanlı bürokrasi ve eğitim sistemi içerisinde önemli vazifeler üstlenmişlerdir. Bununla birlikte farklı tarihlerde alınan kararlarla Mekteb-i Mülkiyede öğrenci kabulü, eğitim düzeni, müfredat gibi başlıklarda birçok kez düzenlemeye gidilmiştir. Bu nedenle Mekteb-i Mülkiyenin, kurucusu Sultan Abdülmecid zamanında farklı, Sultan II. Abdülhamid zamanında farklı, II. Meşrutiyet Dönemi’nde daha başka bir eğitim anlayışı ve müfredat ile hizmet verdiği dikkati çekmektedir. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinin ardından Sultan II. Abdülhamid devrinin etkilerini azaltmak için Mekteb-i Mülkiyede bir kez daha düzenlemelere gidilmişse de istenilen düzen tam anlamıyla oturtulamamıştır. Çalışmada 1911 yılında Mekteb-i Mülkiyeye müdür olarak atanan Mehmed Hikmet Bey’in hazırlayarak 28 Mayıs 1912 günü Dâhiliye Nezâretine sunduğu bir rapor ele alınmaktadır. Mehmed Hikmet Bey, okulun geçmişten gelen bazı problemlerine dikkat çekmekte ve bu sorunların aşılması için birtakım önerilerde bulunmaktadır. Bununla birlikte Mekteb-i Mülkiye için yeni bir eğitim müfredatının uygulanması gerektiğini savunan Mehmed Hikmet Bey bu konuda kapsamlı bilgiler vermekte ve öğrencilerle ilgili de bazı düzenlemeler yapılması yolunda görüş bildirmektedir. Bu kapsamda söz konusu çalışmada okulun daha faydalı hâle getirilmesi adına müdür Mehmed Hikmet Bey’in kaleme aldığı görüş ve düşünceler, okulda uygulanması önerilen müfredat ile idare-eğitim modeli hakkında bilgiler verilmekte, son bölümde ise layihanın hayata geçirilme durumu ile okul üzerindeki etkileri üzerine değerlendirmelerde bulunulmaktadır.
MEŞRUTİYET DÖNEMİ SİYASİ FİKİR CEREYANLARINI MİLLİYETÇİLİK TEORİLERİ ÜZERİNDEN OKUMAK
INTERNATIONAL JOURNAL of DISCIPLINES ECONOMICS & ADMINISTRATIVE SCIENCES STUDIES, 2018
ÖZ Osmanlı İmparatorluğu'nun 17. yüzyıldan başlayarak Batı medeniyeti karşısında bir gerileme sürecine girdiği bilinmektedir. 18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde ise Batı karşısındaki bu gerileyişin her alanda hissedilmeye başlandığı ve imparatorluğun bir beka sorunu ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Osmanlı'nın son döneminde devlet adamlarının olduğu kadar aydın sınıfının da zihnini meşgul eden bu beka sorunu, pek çok alanda modernleşme girişimini beraberinde getirirken, Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi siyasi fikir akımlarının oluşumuna zemin hazırlamıştır. Literatür incelendiğinde devletin bekasının sağlanması ortak paydasında birleşen bu siyasi fikir akımlarının, genel olarak öncü ve entelektüellerinin görüşleri üzerinden incelendiği, temel fikriyatlarının ortaya konduğu fakat herhangi bir ideolojik kuram veya teori perspektifinden göreceli de olsa çok fazla değerlendirilmediği görülmektedir. Bu bağlamda çalışma, Osmanlı son dönemi siyasi fikir cereyanlarının milliyetçilik teorileri üzerinden değerlendirilmesine ve felsefi temelinde milliyetçilik ideolojisine ilişkin nüveler bulunup bulunmadığının ortaya konmasına yöneliktir. Nitel tasarımda, literatür taramasına dayalı bu çalışmada siyasi fikir cereyanları, milliyetçilik teorileri kapsamında hermoneutik (yorumsamacı) yaklaşım dahilinde değerlendirilmiştir. ABSTRACT It is known that the Ottoman Empire entered a period of decline in the face of Western civilization starting from the 17th century. When it is come to the end of the eighteenth century, it is seemed that this downfalling of empire against to the West was felt in every area and the empire was face a survival problem. This survival problem which occupied to the mind of intellectual class, as much as the statesmen in the last period of the Ottoman Empire, while bring modernization in many field has laid the groundwork for the formation of the movements of political idea like Ottomanism, Islamism, Westernism and Turkism. When the literature is examined, it is seen that the movements of political idea which combined in common denominator about survival of the state, are analyzed through the opinions of the intellectuals in general and their basic ideas was revealed, but was not examined through any ideological theory. In this context, the study orientated on the evaluation of the movements of political idea in the Constitutional period through the theories of nationalism and to find out if there is a nationalism nucleus in the philosophical basis of them. In this study based on literature review in qualitative design, the movements of political idea were assessed by a hermeneutical approach within the theories of nationalism.
ÖMER SEYFETTİN’İN “BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT” HİKÂYESİNİ YENİ TARİHSELCİLİK BAĞLAMINDA OKUMA DENEMESİ
Yazar: Oğuzhan KARABURGU * ÖMER SEYFETTİN'İN "BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT" HİKÂYESİNİ YENİ TARİHSELCİLİK BAĞLAMINDA OKUMA DENEMESİ Özet: Türk hikâyeciliğinin önde gelen adlarından biri olan Ömer Seyfettin, kısa süren hayatına pek çok hikâye sığdırmıştır. Millî şuuru uyandırmak adına 'Eski Kahramanlar' üst başlığı ile konusunu tarihten alan hikâyeler de yazmıştır. "Başını Vermeyen Şehit" adlı hikâyesi de bunlardan biridir. İbrahim Peçevî'nin tarihinde yer alan manzum bir destandan hareketle yazılan bu hikâye, tarih metnine sadık kalmış ama yazarı tarafından birtakım seçme ve ayıklama işlemine tâbi tutulmuştur. Peçevî tarihindeki manzum destan, mensur bir hikâyeye dönüştürülürken tarih metninde bir addan öteye gitmeyen kişiler de ete kemiğe büründürülerek canlı bir varlık hâlini alırlar. 1980'li yıllarda Amerika'da ortaya çıkan Yeni Tarihselcilik, tarih metinlerinin nesnelliğini sorgulamış ve bu metinlerin bir edebiyat metni gibi kurmaca olduğunu iddia etmiştir. Yeni Tarihselciler, tarih yazarının kendi ideolojisi, bakış açısı ile tarih metnini oluşturduğunu, iktidar-güç bağlamında tarihi olayları kurguladığını bu yüzden de öznel bir tarih inşa ettiğini dile getirirler. Tarih metinlerinin kurgusallığını ortaya koyabilmek için yoğun betimleme ve metinlerarasılık yöntemleri Yeni Tarihselciler tarafından kullanılmaya başlanır. Bu yöntemler kullanılarak edebî metinlerle tarih metinleri karşılaştırmalı olarak incelenmeye çalışılır. Biz de bu makalemizde bu yöntemler ışığında Ömer Seyfettin'in "Başını Vermeyen Şehit" adlı hikâyesini incelemeye çalıştık.
ALİ SEYDİ BEY’İN EĞİTİME DAİR GÖLGEDE KALMIŞ BİR ESERİ: “İPTİDAİLERE MAHSÛS TARİH-İ OSMANΔ
Ali Seydi Bey, Mülkiye mezunu olup, yaşamı boyunca eğitime hizmet etmiştir. Tarihi Osmanî Encümeni üyesi olan Ali Seydi Bey’in eğitim hakkında yazılmış yüze yakın eseri bulunmaktadır. Sözlük ve tarih dersleri üzerine kitaplar yazan Ali Seydi Bey’in 1912 tarihli “İptidaiyelere Mahsûs Tarih-i Osmanî” isimli eseri oldukça önemlidir. Kitabın dilinin sadeliği, konuların kronolojik bir sıra ve anlam bütünlüğü taşımasının yanında padişahlar hakkında verdiği bilgiler belli hususlarda ilginç yaklaşımlara sahiptir. Padişahların özelliklerinin anlatıldığı bölümlerde, padişahlara verilen lakaplar, bunların nedenleri, başarı ve hezimetleri, zafiyetleri gibi hususlar üzerinde durulmaktadır. Kısa ve öz bilgilerin verildiği bu eseri incelemesi tarih öğretimin tarihçesine önemli katkılar sağlayacaktır. Ders kitaplarını destekleyici şekilde düzenlenmiş olan bu eğitim kitabında pedagojik hususlar da dikkate alınmıştır. Bölümlere ayrılan kitabın her bölümünün sonunda anlatılan kısımlarla ilgili sorular bulunmaktadır. Çalışmada dönemin tarih anlayışı göz önünde tutularak kitabın içerik olarak incelenmesi, kavramsal ve tematik çerçeve içerisinde değerlendirmesi yapılmıştır. Kitap bölümlerinden verilen örneklerle dönemin tarih bilimine bakışı, Osmanlı tarihinin (devlet tarihi) işlenişi, dönemin politik ve ideolojik yapısının etkisi ile kitabın içerdiği konular irdelenmiştir.
Antep doğumlu bir Ermeni olan Lütfi Leonyan, (Levonyan, Levonian) 1880-1961 yılları arasında yaşamış Prof. unvanlı bir akademisyen ve din adamıdır. Mezunu olduğu Antep Amerikan Koleji’nin yanı sıra başta İngiltere, Amerika, Lübnan, Yunanistan’da olmak üzere çeşitli ilahiyat fakültelerinde dersler veren Leonyan, aynı zamanda kilisede görevli, rahipleri eğiten, yüksek rütbeli bir papazdır. Mensubu olduğu Ermeniler için yoğun faaliyetlerde bulunmuş, Amerika’nın isteği üzerine çeşitli raporlar düzenlemiştir. Birbirinden farklı alanlarda ve dillerde yazılmış, pek çok dile tercümeleri yapılan onlarca kitabı vardır. İleri derecede Türkçe bilen Leonyan’ın seri hâlinde neşrettiği dinî-tasavvufî konuları muhtevî Türkçe eserleri de mevcuttur. 1922-1927 yılları arasında “Ahlâkiyyat-ı Dîniyye Kütüphanesi” adlı altında her biri 15-20 sayfa aralığında 7 Türkçe risale neşretmiş, bunları 1930 yılında “Asrî Din Fikirleri” adıyla külliyat hâlinde toplamıştır. Bu çalışmada serinin 6. kitabı olan “Seciye ve Nefse Hâkimiyet” adlı eserinin tanıtımı, incelenmesi ve Arap harfinden Latin alfabesine transkripsiyonlu aktarımı yapılacaktır. 15 sayfalık bu kitapçık, 1926 yılında İstanbul’da Selamet Matbaası’nda tab edilmiştir. Muhtevasında, bazı alt başlıklar altında; ahlâk güzelliği, ahlâkın nasıl güzelleşeceği, nefsi kontrol etmenin gerekliliği, nefs tezkiyesinin nasıl gerçekleşeceği, nefse hakimiyetin müsbet ve menfî yönleri genel hatlarıyla izah edilmeye çalışılmıştır. Bütün dinlere hitap edecek şekilde tasarlanmış bu ahlâk kitabı, dilinin Türkçe olması ve müellifinin Hristiyan bir din adamı, misyoner ve Ermeni olması gibi yönleriyle ilginç ve dikkat çekici olup bu alanda çalışma yapacakların istifadesine sunulmuştur.
ÖMER SEYFETTİN’İN “BAŞINI VERMEYEN ŞEHİT” ADLI ÖYKÜSÜNDE KENDİLİK BİLİNCİ.pdf
Ömer Seyfettin, Millî Edebiyat Döneminin en çalışkan kişiliğidir. Yazar, millî olanın peşindedir. Askerlik mesleğinin vermiş olduğu bütün mizaçları kendi içinde bir kendilik bilincine dönüştüren yazar, kalemini savaşın, ezilmişliğin ve yitirilmişliğin içinde yeniden sivriltmesini bilmiş sanatçılarımızdandır. Varlığını milletin geleneksel değerleriyle yazın ikliminin üst basamaklarına farklı renk ve seste imgelere dönüştüren yazar, yazını dil, din ve geleneklerin inşasında bir araç olarak kullanır. Ömer Seyfettin’in sanat evreninde dil, din ve gelenek her zaman “öznedir” ve bu öznenin “nesnesi” her zaman yazındır.
MÜELLİFİ BİLİNMEYEN BİR ESER:“HİKÂYE-İ MUCİZÂTÜ’N-NEBİ”
Özet Bu çalışmada Millî Kütüphane kayıtlarında Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonunda yer alan 06 Hk 4334/1 arşiv numaralı yazmanın 1b-20a varakları arasında bulunan "Hikâye-i Mucizâtü'n-Nebi" isimli eser Arap harflerinden günümüz harflerine transkripsiyonlu olarak aktarılarak tanıtılmıştır. Yazmada eserin müellifi veya müstensihi, telif veya istinsah tarihi ile ilgili herhangi bir kayıt yoktur. Yazma içinde bir eser daha vardır. Bu eser yazmanın 20b-31b varakları arasında yer alır. Bu eserde H 994 (M 1585/ 1586) tarihinde geçtiği ifade edilen bir olay çevresinde dinî bilgiler verilmektedir. Hikâye-i Mucizâtü'n-Nebi isimli yazma eserde eserin müellifi, müstensihi, telif veya istinsah tarihine ait bir kayıt bulunmasa da yazma içinde aynı kalemden çıkan ve 20b-31b varakları arasında bulunan H 994 (M 1585/ 1586) tarihinde Sultan Murad devrinde geçen bir olay üzerine kurulan ve dini bilgiler içeren ikinci eserden hareketle Hikâye-i Mucizâtü'n-Nebi'nin H 994 tarihinde veya daha sonra kaleme alınmış olabileceğini düşünmek yerinde olacaktır.