ANAYASA VE TOPLUM SÖZLEŞMESİ (original) (raw)

2020, Anayasa ve Toplum Sözleşmesi

"17. Yüzyıldan bu yana dek modern Avrupa'nın siyasal alanı, kısmen toplumsal söz-leşme, kısmen de Hegelvari devlet kuramlarınca biçimlendirilmiş bir ana ilke'nin egemenliği altındadır." Ulus Baker (1) 1781 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde kabul edilen ilk yazılı anayasadan beri, hemen her ülkede halk oylamasıyla yürürlüğe giren anayasa, toplumsal işleyişin temel ilkelerini belirlemektedir. İkincil ilkeleri belirleyen yasaların, anayasaya aykırı olmaması gözetilmektedir. Anayasanın hazırlanması uzun ve çok dik-katli yapılırken, değiştirilmesi zorlaştırılmakta ve toplumsal uzlaşmaya bağlanmaktadır. Ancak, değişen koşul-lar ve toplumun gereksinmelerine göre, yasaları yasama erki değiştirebilmektedir. Anayasa yapma nereden doğmuştur? Bu eyleme yol açan görüş, felsefede daha önce ortaya atılan "toplum sözleşmesi" kuramlarıdır. Bu kuramların başlangıcında "doğa durumu" çözümlemesi yer alır. Aristo-teles, karıncalar ve arıların zorlayıcı bir güç olmadan toplum biçiminde yaşayabilmelerini; onların insanlar arasında savaşa yol açan onur ve saygınlık için yarışmamaları, özel çıkarları ve ortak çıkarlarının örtüşmesi; yanlışlık, haksızlık ve zarar gibi durumların kargaşa yaratmaması; dolayısıyla aykırılık, eleştiri ve egemenlik kaygılarının bulunmamasına bağlar. Karınca ve arı topluluğu, doğal olarak uzlaşmış bütündür. Oysa insanlar arasındaki uzlaşma, ancak zorunluluktan doğar ve yapay olarak sağlanabilir. Toplum sözleşmesi kuramcıları; yarışma, tiksinme ve kıskançlığın; doğuştan eşit olan insanlar arasında savaşa yol açtığını ileri sürer. Devlet, insanın insanla savaşından doğmuştur. İnsanlığın doğa durumunda ya da sonraki aşamada görülen "güç ve çıkar tutkusu"nun denetimini ve bastırılmasını, egemen ya tek güç ya da bir dengeli güç gerçekleştirmiştir. Bu iki seçenek, tek erklik (monarcy) ve halk erki (democracy, repbulic) görüşlerinin temelidir. Doğa durumu Bu kuramı ilk geliştiren Thomas Hobbes (1588-1679), 1215 yılında Birleşik Krallık'ta imzalanan Magna Carta'dan esinlenmiş olabilir. Onun döneminde, Birleşik Krallık iç savaş, karışıklık ve mutlak otorite arayışı içindeydi. Bunun etkenleri üç başlıkta toplanabilir: din-mezhep çatışmaları, sınıf ayrımının yol açtığı karışık-lıklar ve mutlak gücün kime ya da kimlere ait olması gerekliliğinin bir karara bağlanamamış olması. Birleşik Krallık'ta devletin yetkilerinin bu karışıklıklardan ötürü kral, lordlar ve Avam Kamarası arasında bölünmüş olduğu görüşü geniş ölçüde yayılmıştı. Hobbes, "Bu görüş yaygınlaşmasaydı, halk bölünmez ve iç savaşa dü-şülmezdi" kanısına varmıştır. Bütüncül toplum için "devleti belirli ve değişmez yasalarla yöneten tek kişinin yönetimi"nden yana oldu. "İnsan neyse devlet odur" görüşünü savunan Hobbes'a göre, her türden insan etkinliğinin anlaşılabilmesi, insanın tarihinin bilinmesine bağlıdır. Ama Hobbes'un tarih anlayışı, daha çok bir yapıntıdır (fiction). Aristoteles'in "insanın toplumsal varlık olduğu" görüşünün tersine, Hobbes'a göre insan, doğuştan toplumsal varlık değildir. İnsan doğal olarak değil, tarihsel olarak toplumu kurar. Toplum, adalet, yasa ve barış doğal değil yapay durumlardır. Hobbes, "doğa durumu" derken ilk insanları kastetmez; "toplumun dağılmış, ülkenin yıkılmış olduğu durum" demek ister. Toplumun bu durumunu da insanların genel özyapısına bağlar. Ona göre, insan, doğa durumunda kendisini herkesle doğuştan eşit sayar, eşit görmek ister. Bu yüzden her şeyi kendinde hak görür. Yalnız ve bencil insan, kendi haklarını ve çıkarlarını korumak, başkalarında olan ama kendisinde olmayan şeylere sahip olmak ister, bu da savaş durumuna yol açar. Yani doğa durumuna istek ve tutku egemendir. Akıl, istek ve tutkuları gerçek-leştirmenin aracı olur. Doğuştan gelen güçler güzellik, akıl vb.dir ve sınırlıdır; yapay güçler zenginlik, ün, vb.dir ve arttırılabilir. Doğa durumunda insanları koruyucu bir güç yoktur, insanlar kendilerini korumak için her şeyi yapabilirler. Yapılan savaşın üç ana nedeni vardır: kazanç için yarışma, güvensizlik, ün ya da onur. Doğa durumunda kaldığı sürece insan yaşam savaşımının ötesine geçemeyecek, tek amacı yaşamını sürdür-mek olacaktı. İnsan, yaşaması için gerekli temel ihtiyaçlarını karşılayamazken, daha iyi yaşam anlayışını, ahlâki ya da politik olarak geliştiremez. Savaş durumunda ise ne ayrıcalıktan ne mülkiyetten ne ahlâktan ne de adaletten söz edilebilir. Örnek aldığı Thukydides iç savaşa ilişkin şunları yazmıştır: "İnsanların yaşamları 1 Dolaylı Eylem, 2012, Birikim Yayınları, s. 53