Ah Güzel İstanbul/İki İstanbul Hatırası: Atıf Yılmaz ve Sadri Alışık (Seçil Büker) (original) (raw)
Related papers
Hangi çeşitten olursa olsun her sanatın amacı; okuyucunun, seyircinin yahut dinleyicinin, karşısında neşelendiği yahut kederlendiği, çeşitli insani duygularının uyarıldığı bir eser yaratmaktır. Bu eser her sanatta başka başka malzemeyle (ses, renk, kavram…) meydana getirilir (Özön, 1956, s. 12). Edebiyat, eserlerini kelime ile inşa ederken sinema, görüntüyü kullanır. Bu sanat dallarının malzemelerini kullanarak yaptıkları iki asli görev vardır: 1) Anlamak /anlamaya çalışmak 2) Anlatmak ve aktarmak.
İki Şair İki Poetika: Fûzûlî ve Necip Fâzıl Kısakürek
İki Şair İki Poetika: Fûzûlî ve Necip Fâzıl Kısakürek
adim ve renkli bir maziye sahip Türk edebiyatı devamlılık gösteren bir manzaraya sahiptir. Bu mercek altında muhtelif zamanların kültür ve dil yadigârlarının tetkiki birçok müştereği sunmaktadır. Edebî kudretleri üzerinde hem fikir olunan Fuzûlî (ö.1556) ve Necip Fazıl Kısakürek (d.1904-ö.1983)'in bütün bir mazinin içtimaî, siyasî, kültürel, felsefî süzgecinin hayat bulan örneği olan poetikaları sanatkârların şahsî şiir anlayışlarının yanı sıra gelenek, yenilik ve modernleşme çizgisindeki süreklilik ve değişimin de bir aynasıdır. Üstün sanatkâr vasıflarına sahip bu iki seçkin şahsiyetin edebî kimliklerinin birçok özgün vasfı bulunmakla beraber Necip Fazıl "mistik ve metafizik temayüller" ile Fuzûlî, "aşk, ızdırap ve lirizm" ile edebî geleneğimizde ön plana çıkmıştır. Aralarında mizaç, eğitim, muhit, çağ vb. muhtelif farklılıkların yanı sıra kültür ve dil paydaşı olarak tavizsiz bir estetik anlayışı, kendi şiirleri üzerinde düşünerek bir poetika ortaya koymaları sanatkârlar arasındaki çizgileri en kalın benzerliklerdir. Sanatkârların poetika anlayışı elle tutulur müşterek vasıfları görme veya farklılıkları sebepleri ile anlayabilme için verimli bir zemindir. Edebî bir tefekkür olarak poetika klasik Türk edebiyatı geleneğimizde müstakil olmamak üzere divan ve tezkire dibacelerinde, çeşitli risale ve kitaplarda, tezkire içerisindeki şiir değerlendirmelerinde, şairlerin beyit ve mısralarında görülmektedir. (Doğan, 1997: 15)Yeni Türk edebiyatı sürecinde ise klasik edebî geleneğimize göre daha sistematik ve edebî metnin dışında ayrı bir metin olarak edebî topluluk veya şairlerin münferit beyannameleri ile poetika başlığını taşıyan metinler görülür. Necip Fazıl "Poetika" başlığı ile müstakil bir metin oluşturmuş iken Fuzûlî'nin poetikasını mensur ve yer yer manzum parçaların yer aldığı Türkçe ve Farsça divanlarının mukaddimesinde, muhtelif eserlerinin şiir ve beyitlerindeki ifadelerinde bulmaktayız. Fuzûlî'nin Türkçe ve Farsça divanlarındaki mukaddimeleri ile Necip Fazıl'ın Poetikasındaki kimi fikirler benzeşmekte ve bazı noktalarda ayrışmaktadır.
Temmuz 2002’de “Türk Sineması’nda Yeni Yönelimler 4” adlı konferansta hem sözel hem de müzikal performans olarak sunumunu yaptığım bu makalede 60 sonu dönemin Türkiye’sinin tezahürü/yansıması iki ‘popüler kültür’ ürünü olarak nitelendirilebilecek Yeşilçam filmleri “Ah Güzel İstanbul” ve “Kara Gözlüm”ü sinematik kodlarıyla inceleyerek ülkenin özellikle kültürel, siyasal, ideolojik ve ekonomik gerçeklikleri, durumu ve yapısı üzerine tespitler yapmaya çalışmak benim burada yapmak istediğim. İki filmin sonunda da ortaya çıkan, kültürel bir ürün ve kod olarak müziktir. Ah Güzel İstanbul’da ortaya çıkan “Gecekondu Ye Ye” gibi bir şarkıyken; Kara Gözlüm’ün sonunda film boyunca şekillenerek ortaya çıkan ise “Sevemedim Kara Gözlüm” gibi bir ürün/eserdir. Müzik, insanın hayatı algılayışının, yorumlayışının, görüşünün, ona bakışının, onu anlamlandırışının ifadesi ve kendinden dışarıda olan biten karşısında kendini nasıl konumladığı ve ona karşı nasıl bir pozisyon/duruş aldığı/edindiğidir. Veya daha bilimsel bir ifadeyle, antropolog, kültür incelemecisi Clifford Geertz’in deyişiyle, “bilişsel (cognitive) ve ifadeci (expressive) semboller insan için hayatta yol bulmak, kendini, başkalarıyla ilişkilerini ve dünyayı anlamlandırmak, aşina kılmak için bir ‘harita’, bir ‘model’ oluşturur ve insanın duygusal (affective) yanını da kapsayan bu ifadeci semboller en çok popüler kültür alanında ortaya çıkar.”
Suriyeli Öykücü Sa'îd Hûrâniyye ve Ahî Rafîk (Ağabeyim Refik) Adlı Kısa Öyküsü
AKİF, 2020
Sa'îd Hûrâniyye 1940'lı yılların sonu ve 50'li yılların başında yazdığı kısa öyküleriyle Arap edebiyatında kısa öykü türüne yeni bakış açıları kazandıran isimlerden biridir. Hayatının farklı dönemlerinde yazdığı öykülerinde, sosyal ve siyasi alanlardaki düşüncelerini okura iletme çabası içerisinde olmuştur. Arap kısa öyküsünün kurucu nesli olarak adlandırılan yazarlar arasında da yer almaktadır. Öykülerinde önceki dönemlerden farklı bazı yeni yazım metotları yer almaktadır. Teknik ve sanat bakımından da kısa öykü türüne önemli katkıları olmuştur. Kaleme aldığı ve okuyucuların dikkatini çekmeyi başaran kısa öykülerinden birisi Ahî Rafîk (Ağabeyim Refik)'tir. On yaşındaki Saîd ve onun on beş yaşında ölen ağabeyi Refik'in hikâyelerinin anlatıldığı bu kısa öykü, ölüm mefhumu ve insanların bu mefhum karşısındaki tutumlarının sorgulandığı ve buna ek olarak da bazı sosyal mesajların verildiği başarılı bir eserdir. Yalın ve anlaşılır bir dille kaleme alınan öykü, anlatım teknikleri açısından da oldukça zengin bir niteliğe sahiptir. Yazar dış diyalog tekniği başta olmak üzere iç monolog, betimleme ve montaj gibi anlatım teknikleriyle tekdüzelikten uzak bir üslup ortaya koymuştur. Bu özelliklerinden ötürü de söz konusu öyküsü başta olmak üzere Sa'îd Hûrâniyye'nin kaleme aldığı öykülerin modern Arap öykücülüğünün gelişmesi noktasında önemli katkıları vardır. İşte bu makalede söz konusu öykü teknik ve tematik yönleriyle ele alınacak, Sa'îd Hûrâniyye'nin Arap edebiyatında kısa öykü türüne yaptığı katkılar tespit edilmeye gayret edilecektir.