Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve SSCB (original) (raw)

Birleşmiş Milletler Organlarının İnsan Hakları İle İlişkisi

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ORGANLARININ İNSAN HAKLARI İLE İLİŞKİSİ

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, esas olarak uluslararası barış ve güvenliği sağlamak amacıyla kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Örgütü, insanların doğuştan sahip oldukları temel hak ve özgürlüklere saygı gösterilmesinin sağlanmasını görev edinmiştir. Birleşmiş Milletler, BM Şartı’nda çeşitli şekillerde ifade edilen bu görevi, gerek sahip olduğu temel ve yardımcı organları vasıtasıyla, gerekse kendi bünyesinde oluşturulan bildiri ve sözleşmeler vasıtasıyla yerine getirmeye çalışmıştır. Birleşmiş Milletler ana organları olan Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Sosyal ve Ekonomik Konsey gibi organlar, esasında uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması amacıyla oluşturulmuş olmakla birlikte, insanhaklarının korunmasında ve geliştirilmesinde dolaylı etkiye sahiptirler. Genel Kurul ile Ekonomik ve Sosyal Konsey tarafından kurulan İnsan Hakları Komisyonu, İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Kadınların Statüsü Komisyonu gibi organlar ise doğrudan insan haklarının geliştirilmesi ve korunması amacıyla kurulmuştur. Bu organlar yaptıkları faaliyetlerle insan haklarının korunmasında ve geliştirilmesinde gerçekten önemli bir yere sahiptirler.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin Kısa Tarihi I: Milletler Cemiyeti'nden Birleşmiş Milletler'e

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi SBE Dergisi, 2017

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden yaklaşık üç yıl sonra, 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan hakları fikrinin tarihinde bir dönüm noktasıdır. Bağlayıcı olmamasına rağmen bu bildirgenin yayınlanmasının ardından insan hakları, düşünce ve siyaset dünyasının merkezine geri dönülemez bir tarzda yerleşmiş, uluslararası ilişkilerin ayrılmaz bir parçası olmuş ve küresel ahlâk normları haline gelmiştir. Öte yandan Evrensel Bildirge, yaygın kanaatin aksine sadece İkinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yıkım ya da Yahudi Soykırımı’nın dünya kamuoyunda yarattığı infial sonucunda aniden ortaya çıkmış bir belge değildir. Yüzyılın ilk yarısında, özellikle de ikinci büyük savaş sırasında, insan haklarının uluslararası korunmasına yönelik olarak bazı devletlerin, kurumların ve kişilerin çaba ve girişimleri bildirgenin hayat bulmasında birer kilometre taşı niteliğindedir. İki bölümden oluşması planlanan bu çalışmanın ilk kısmı yirminci yüzyılın başından San Francisco Konferansı ve Birleşmiş Milletler’in kurulmasına kadar olan zaman kesitinde insan haklarının uluslararası düzeyde korunması girişimlerini ele almaktadır. Yaklaşık iki yıl süren ve oldukça çetin müzakerelerle geçen Bildirge’nin taslak metninin yazımı süreci ise, bu ilk çalışmanın devamı niteliğinde olan ikinci bir çalışmanın konusunu oluşturmaktadır. *** The adoption of the Universal Declaration of Human Rights (UDHR) on 10 December 1948, almost three years after the end of the Second World War, has been a turning point in the historical evolution of human rights. Despite its non-binding character, the Declaration has irreversibly consolidated the issue of human rights as a focal point for the history of thought and politics. The Declaration has not only become a constant element of international relations but also contsituted the global moral norms. Unlike the general belief, UDHR is not a document which has occurred immediately after the catastrophies of the Second World War, or not a particular outcome of the public indignation caused by the Holocaust. At the first half of the 20th century, especially during the Second World War, the efforts and attempts of certain states, institutions and individuals for the international protection of human rights turned out to be remarkable milestones for the birth of the Declaration. In the light of these data, this study composes the initial inquiry of the broader project concentrated on the evolution of the UDHR. This article overviews the initiatives taken for the protection of the human rights internationally from the beginning of the 20th century until to the San Fransisco Conference and the foundation of the United Nations in 1945. The succeeding two years of this date which has been the process of tough negotiations for preparing the draft resolution of the Declaration could be another subject for a further article as the continuation of this study.

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Sözleşmeleri Kapsamında İnsan Haklarının Korunması

Uluslararası barış ve güvenliğin korunması, toplumları oluşturan bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin korunmasından geçmektedir. Bu bakımdan, uluslararası barış ve güvenliği koruma görevini üstlenen Birleşmiş Milletler, bu görevini yerine getirirken insan haklarının korunmasına büyük önem vermiştir. Daha önce yaşanan acı tecrübelerin tekrar yaşanmaması adına, Birleşmiş Milletler tarafından çeşitli insan hakları sözleşmeleri kabul edilmiş ve bu sözleşmeler aracılığıyla insan hakları korunmaya çalışılmıştır. Fakat insan haklarının korunması Birleşmiş Milletlerin temel amacı olmadığından dolayı, BM sözleşmelerinde öngörülen koruma mekanizmaları insan haklarına etkin bir koruma sağlayamamıştır. Her şeye rağmen evrensel nitelikte bir örgüt olan Birleşmiş Milletlerin oluşturmuş olduğu bu koruma mekanizmaları, uzun vadede daha geniş çaplı bir korumanın sağlanabilmesi için temel teşkil etmektedir.

Milletler Cemiyeti ve Avrupa Toplulu u[#1338040]-

EURO Pol't'ka, 2023

Milletler Cemiyeti (MC), Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Paris Barış Konferansı sonucunda 10 Ocak 1920 tarihinde kurulan uluslararası egemen bir örgüttü. 26 maddelik sözleşmesi (misak) ile galip devletler tarafından resmi olarak kurulan Milletler Cemiyeti’nin temel görevi dünya barışını korumak ve uluslararası iş birliğini geliştirmek, toplu güvenlik ve silahsızlanma yoluyla savaşları önlemek ve müzakere ve tahkim yoluyla uluslararası anlaşmazlıkları çözmekti. Milletler Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkeler arasındaki anlaşmazlıkları çözmenin yanı sıra diplomatik bir platform idi. Bu platformda günümüzdeki Birleşmiş Milletler’in öncüsü olan Milliyetler Cemiyeti, göreceli olarak bazı zaferler elde etmesine rağmen komplike bir sicile sahipti. MC bazen kendi otoritesini tanımayan hükümetlerle rekabet ederken, çatışma çözümüne dâhil olmadan önce kişisel çıkarları gözetiyordu. Yaklaşık 25 yıl kadar ömrünü savaşı önlemek için ithaf ettiyse de MC İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olan etkenlerden biri olduğu söylenebilir. Değişen koşullar altında MC’nin zayıflıkları aşikâr hale gelince ve nihai çöküşünün ana nedeni haline gelen güçlü bir ordunun ve ekonominin olmaması kendini gösterdi. Böylece, MC’nin Batılı ülkelerin imparatorluk organı olduğu algısını güçlendirdi ve bir Dünya Barış Örgütü olarak itibarını daha da zedeledi.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde çalışan hakları

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarihli kararıyla ilan edilmiş olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi(Universal Declaration of Human Rights) çalışan hakları bakımından içerdiği maddeler ile evrensel normlar oluşturmuştur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin uluslararası bir hukuk normu olmasından dolayı çalışma hakkı, çalışma şartlarının adil ve elverişli olması, işsizlikten korunma, ücretli izin hakkı, eşit ücret hakkı, adil ve elverişli ücret hakkı ve sendika kurma hakkı çalışan haklarının gelişimi bakımından çok önemli bir yere sahiptir. Bu sözleşme hukuki açıdan hükümetleri bağlamıyor olsa bile günümüz çağdaş ülkelerinde çıkarılan kanunlarda bir iyi niyet göstergesi olarak, sözleşme maddelerine uyulmaya özen gösterilmiştir. Çalışmamın içerisinde incelemiş olduğum İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 23 ve 24’üncü maddelerindeki çalışan hakları Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ve 4857 Sayılı İş Kanunu’nda Bildirge ’ye uygun olarak ele alındığı örnekler verilerek gösterilmiştir.

Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş

Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş, 2008

Ocak 1917'de ABD Senatosunda bir konuşma yapan Woodrow Wilson, büyük güçler tarafından desteklenecek bir "Barış Cemiyetinin" kurulması yönündeki talebini dile getirdi. 18 Ocak 1919'da Paris'te toplanan Barış Konferansı'nda milletler cemiyetinin kurulması ana gündem maddesi olarak ele alındı. Cemiyet Sözleşmesi Versailles Antlaşmasının bir parçası olarak kabul edildiğinden, 10 Ocak 1920'de onaylanarak yürürlüğe girdi. Cemiyetin temel amacı uluslararası işbirliğini geliştirerek uluslararası barış ve güvenliği sağlamaktı. ABD, Cemiyetin kuruluş sürecinde en önemli desteği sağlamasına rağmen daha sonra üye olamadı. ABD'nin Cemiyete giremeyişi, Cemiyetin evrensellik iddiasını zayıflattığı gibi, saldırgan ülkelere karşı etkin bir tavır alma umudunu da zorlaştırdı. Üstelik Sovyetler Birliği de 1934 yılına kadar Cemiyet içinde yer almadı. ABD ve Sovyetler Birliği'nin yokluğu, Cemiyeti daha çok İngiltere ve Fransa'nın çıkarlarını korumaya çalışan bir örgüte dönüştürdü. Buna rağmen Cemiyet, "1920'lerde Yunanistan'ın Bulgaristan'a saldırısı" ve "Türkiye-Irak arasındaki sınır sorunu" gibi meseleleri çözmekte başarılı oldu. Ancak Cemiyetin, büyük güçlerin taraf olduğu çatışmaları çözme yönündeki başarısını test edecek sorunlar 1930'lardan sonra başladı. Cemiyet 1932 yılında Japonya'nın Mançurya'ya karşı saldırısı ve İtalya'nın 1935-36'da Etiyopya 'yı işgal etme olayı karşısında yetersiz kaldı. 1933'te Almanya'da iktidara gelen Hitler, Cemiyetten ayrılarak Versailles Antlaşmasını tanımadığını ilan etti. 1 Eylül 1939'da Almanya, Polonya'ya saldırdığında, iki gün sonra Fransa ve İngiltere Almanya'ya karşı savaş ilan ettiler ve böylece Cemiyetin kurmaya çalıştığı uluslar arası sistem çöktü.

Evrensel İnsan Hakları Söyleminde Şiddet Sorunsalı

İnsan Hakları Araştırmaları Dergisi, 2007

İnsan hakları ile "bir söylem olarak insan hakları" arasındaki fark nedir? Althusser, insan haklarını ideoloji olarak nitelendirmişti. Şiddeti "insanlığa karşı işlenmiş suç" olarak nitelendirmemizin anlamı nedir? Bunun sınırlarını kim belirliyor? Nereye kadar bu sınırları sorgulayabiliriz? "İnsanlığa karşı işlenmiş suç" nasıl şiddetten korunmayı sağlayacak bir hukukun koruması altına alınabilir? Bu makale evrensel insan hakları fikrinin hümanizm bağlamında temel varsayımlarıdan başlayarak , temel insan hakları aktivizminde analiz edilmeden bırakılmış bir problem olan insan hakları-şiddet ilişkisini, egemenlik, istisna, ulus devlet ve mülteci kavramlan bağlamında ele almaktadır.