19.YÜZYIL AYVALIK RUM ORTODOKS KİLİSELERİNİN CEPHE DÜZENİNE YÖNELİK TİPOLOJİK BİR YAKLAŞIM VE CEPHE KARAKTERLERİNİN OLUŞUMUNA ETKİ EDEN FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ (original) (raw)

AYVALIDERE HAVZASINDA (SÜLEYMANPAŞA / TEKİRDAĞ) JEOMORFOLOJİK FAKTÖRLERİN TOPRAK ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİLERİ Emre ÖZŞAHİN

Özet Bu çalışmada, jeomorfolojik faktörlerin toprak özellikleri üzerine etkileri Ayvalıdere Havzası örneğinde incelenmiştir. Bu etkilerin örnek bir havza dâhilinde incelenmesi çalışmanın önemini teşkil etmektedir. Çalışmada 1:25.000 ölçekli KIRKLARELİ F19-d4 ve BANDIRMA G19-a1 numa-ralı topoğrafya haritaları kullanılmıştır. Yöntem olarak ise öncelikle havza alanının jeomorfolojik özellikleri tespit edilmiştir. Ardından başka araştırmacılar tarafından yaptırılan toprak örneklerinin analizlerinden ve çalışma bulgularından istifade edilerek havzanın detaylı toprak haritası oluşturul-muştur. Gerek jeomorfolojik özellikler (yer şekilleri, eğim, bakı, yükselti) gerekse toprak özellikleri CBS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) ortamında karşılaştırılarak, havzada toprakların dağılışında jeomor-folojik faktörlerin etkisi irdelenmiştir. Çalışma sonunda yer şekilleri ile toprak özellikleri arasındaki ilişkinin kısa mesafeler dâhilinde büyük değişiklikler sunduğunu belirlenmiş ve vurgulanmıştır. Bu ilişkinin daha detaylı çalışmalarla ortaya konması gereklidir. Böylece elde edilen sonuçlarla toprak kaynaklarının korunması, doğru kullanımı ve planlanması konusunda önemli adımlar atılabilir. Nihai olarak gerek jeomorfolojik gerekse pedolojik özellikleri konu alan benzer çalışmalarda toprak ve yer şekilleri arasındaki münasebetin araştırılması doğal ortamı daha iyi anlayıp, analiz etmemize yardımcı olacaktır.

COVİD-19 SALGINI DÖNEMİNDE KAPADOKYA TURİZM MEKÂNLARININ DUYGU COĞRAFYALARI

COVİD-19 SALGINI DÖNEMİNDE KAPADOKYA TURİZM MEKÂNLARININ DUYGU COĞRAFYALARI, 2022

İnsanlar var olduğu günden bugüne salgınları yaşanan en büyük felaketlerden biri olarak tanımlar. Bu tanımın sebebi salgınların insanların sosyal, ekonomik ve psikolojik olarak her yönüyle hayatlarındaki var olan düzeni değiştirmesidir. Günümüzde ise tüm insanlık küresel manada büyük ve derin etkilere sahip olan Covid-19 salgınına yaşayarak tanıklık etmektedir. Bu etkilenme insan kalabalığının en yoğun olduğu turizm faaliyetlerinin ve bu faaliyetlerin gerçekleştirildiği turizm mekânlarını da kapsar niteliktedir ve salgınla birlikte tüm dünyada olduğu gibi turistik yerlerde de farklı atmosfer oluşmuştur. Bu noktada atmosfer kelimesinin altını çizmekte fayda vardır. Buna göre, çağdaş coğrafi düşünce içinde özel bir yeri olan duygulanım/affect teorisi duygu, deneyim, mekân, nesneler arasındaki ilişkiyi anlamak için atmosfer kavramından ziyadesiyle faydalanır. Dolayısıyla bu çalışma genel olarak “Duygu Coğrafyaları” alanıyla ilişkilidir. Duygu Coğrafyaları bu yönüyle insanların küçük ya da büyük ölçekte, geçmişte bugünde ve gelecekte çevreleriyle yani içinde yaşadıkları mekânlarla ürettikleri duyguları incelemektedir. Bu çalışmanın konusu, yalnızca yerel değil küresel manada da her yıl binlerce ziyaretçi akınına uğrayan Kapadokya Yöresi’nde Covid-19 salgını sürecinde insanlarında ortaya çıkan hislerin mekân ile ilişkisidir. Salgının önemli bir turizm mekânında yaratmış olduğu değişimi ve ürettiği duyguları belirlerken, turizm işletmecileri, acente işletmecileri ve rehberler gibi bölge turizminde söz sahibi kişilerle derinlemesine görüşme yapılmıştır. Bu yanıyla bu çalışmada nitel yöntem kullanılmıştır. Salgının ortaya çıkış anından bugüne kadar geçen sürede turizmde yaşanan ekonomik kayıpların yanı sıra, yoğun karantina günleri, yaşanan ölümler, salgınla ilgili yeni gelişmeler, değişen gündemler, süreç boyunca salgınla ilgili büyük duygu değişimleri yaratmıştır. Bu karmaşık durumlar yapılan çalışmada insanlarda endişe, korku ve umut gibi duygularının açığa çıktığını gösterir. Anahtar Kelimeler: Duygu Coğrafyaları, Kapadokya, Turizm, Covid-19

19. YÜZYIL AVRUPA SİYASİ ORTAMININ WEBERYAN BÜROKRASİ VE OTORİTE KAVRAMLARI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ.pdf

Abstract Always being strong in the natural selection is one of the most important characteristic of human being. Human can adapt himself to nature and can make nature adapt to himself as well. But when there is human to human relationship, there will be a connection between effecting - being effected and power. Many thinkers, except some rationalists who think only of reasoning to confirm the truth of knowledge, are found in some inferences as a result of sensation and experience. Some of them aren’t effected by the nature and some of them both effect end are effected by the nature. Political developments affecting people's experiences and thoughts, like many other events, have undergone serious transformations in European geography, especially at a crucial time such as the 19th century. It is noteworthy that the important political developments leading to the second half of the nineteenth century, especially the establishment of the German union in 1871, and the state and bureaucracy concepts of Max Weber's philosophy. Weber's works and discourses reflect the strong state ideal of the Bismarckian era. With this similarity in writing the essay also examines whether the concept of the state develops independently of political events in Weber's philosophy and whether the philosophers of the thinkers change with the change of political developments experienced by the states. In the literature related to Weber, more research is done on political philosophy or sociology. Most of the investigations that have been made have also taken the philosophy of thought into consideration. It is also possible to find out more about a single field in comparative analyzes.However, from the perspective of international relations, it is thought that examining political philosophy may be a relatively unique study. Max Weber painted an image of nationalistic and statist sentiments at certain periods and found discourses. The main theme of the study is that this approach may have been shaped by the influence of the political environment. Özet İnsanoğlunun en önemli özelliklerinden biri doğal seleksiyondan hep güçlü çıkmasıdır. Çünkü insan en az kendisi çevreye uyum sağlayabildiği kadar çevreyi de kendine uydurabilmiştir. Ancak insanın insan ile ilişkisi söz konusu olduğu zaman etkilenmek ve etkilemek, güç ile ilişkili hale gelmeye başlar. Bilginin doğruluğuna sadece akıl yoluyla ulaşmaya çalışan bazı rasyonalistler dışındaki birçok düşünür duyum ve deneyim sonucunda bazı çıkarımlarda bulunur. Kiminin bulunduğu çevreden etkilenmediği kiminin de hem etkilendiği hem de etkilediği değerlendirilir. Diğer birçok olay gibi insanların yaşantısını ve düşüncelerini etkileyen siyasi gelişmelerin özellikle 19’uncu yüzyıl gibi önemli bir dönemde gerçekleştiği ve bu dönemde Avrupa coğrafyasında ciddi dönüşümler yaşandığı görülmüştür. Başta 1871 yılında Alman birliğinin kurulması olmak üzere 19. yüzyılın ikinci yarısına yön veren önemli siyasi gelişmeler ve bu gelişmelerin Max Weber’in felsefesindeki devlet ve bürokrasi kavramları ile ilgisi dikkat çekici bir konudur. Weber’in eserleri ve söylemleri Bismarck döneminin güçlü devlet idealini yansıtmaktadır. Makalenin yazılma amacı bu benzerlik ile birlikte Weber’in felsefesinde devlet kavramının siyasi olaylardan bağımsız gelişip gelişmediği ve devletlerin yaşadığı siyasi gelişmelerin değişimiyle düşünürlerin felsefelerinin değişip değişmeyeceği konusu da irdelemektir. Weber’le ilgili literatürde daha çok siyaset felsefesi veya sosyoloji üzerinden araştırma yapılmıştır. Yapılan araştırmaların birçoğunu da düşünürün felsefesinin ele alınması oluşturmuştur. Yine karşılaştırmalı analizlerde daha çok tek bir alanla ilgili çalışmalara rastlamak mümkündür. Ancak uluslararası ilişkiler perspektifinden siyaset felsefesini incelemenin nispeten özgün bir çalışma olabileceği düşünülmüştür. Max Weber, belli dönemlerde milliyetçi ve devletçi duygulara bürünmüş bir görüntü çizmiş ve söylemlerde bulunmuştur. Bu yaklaşımının siyasi ortamın etkisiyle şekillenmiş olabileceği çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır.

19. YÜZYILIN BAŞINDA OSMANLI ADLİYE TEŞKİLATININ YENİLENME SÜRECİNE MEDENİYET ALGISININ ETKİSİ

ÖZET Osmanlı Devleti 19. Yüzyılın başında hemen her kurumunda yenilik/reform hareketi başlatmıştır. Bu hareketler kısa süre sonra Batılılaşma isteğine dönüşmüştür. Eski günlere geri dönme arayışları içinde, en sonunda "Batı gibi olmak zorundayız" şeklinde özetlenen bir politika benimsenmiştir. Batı'nın geldiği medeniyet seviyesine gelmenin, kurtuluşun anahtarı olacağını savunan devlet adamlarının öncülüğünde, hemen her padişah, Batı medeniyetinin ulaşmış olduğu seviyeye gelme arzusuyla, birtakım reformlar yapmıştır. Bu doğrultuda Batı'dan bilim adamları getirtilmiş, Batı'yı gözlemlemesi için devlet adamları yurt dışına gönderilmiş, elçi ve diplomatlardan raporlar hazırlamaları istenmiş, Batı medeniyeti ithal edilmiş, Batılı devlet adamlarının ve ülke içindeki elçi ve diplomatların görüşleri dikkate alınmış ve en nihayetinde devletin yönü Batı'ya çevrilmiştir. Batılılaşma, medenî olmayla eşanlamlı görülmüş ve yapılan yeniliklerle Batı'nın ulaşmış olduğu seviyeye gelebilmek hedeflenmiştir. 19. yüzyıl reformları tek tek incelendiğinde, Batı'nın etkili olduğu veya Batı eksenli bir anlayış göze çarpar. Böylece Batı medeniyetinde ortaya çıkan insan hakları, yasama, mülkiyet ve haysiyet gibi kavramların, özgürlük ve hürriyet kavramlarıyla iç içe geçtiği bir ortamda gerçekleştirilmesine yönelik bir ideal ortaya çıkmıştır. Reform yanlısı devlet adamlarının, medeniyetin ölçüsü olarak kabul ettikleri Avrupa toplumuna benzeme ideali olan Avrupalılaşma ise, zaman zaman Batılılaşma yerine kullanılmıştır. Bununla birlikte Avrupalılaşma, medeniyet seviyesi ileri kabul edilen Batı'ya ve dolayısıyla Batı hukukuna dâhil olma çabasıdır. Avrupalılaşma, bu yönüyle 1815 Viyana Kongresi'nde dile getirilen "Avrupa Uyumu" projesinin kabul görmesinin ardından hukukta da bir uyum sağlama düşüncesinden kaynaklanmış bir kavram olarak yenilenme sürecine dahil olmuştur. Bu araştırmada Osmanlı Adliye Teşkilatının yenilenme sürecinde, medeniyet algısının ne denli etkili olduğu, medeniyet algısına etki eden faktörlerin analizi ve 19. Yüzyıl siyasi gelişmeleriyle birlikte değerlendirilecektir.

19. YÜZYIL SONLARINDA OSMANLI DEVLETİNDE ÇİÇEK HASTALIĞI ve TEDAVİ YÖNTEMLERİNE DAİR ÖNERİLER (DOKTOR BESİM ÖMER'E GÖRE)

TARİH YOLUNDA BİR ÖMÜR PROF. DR. İSMAİL ÖZÇELİK’E ARMAĞAN, 2019

Salgın, kısa zamanda çevredeki insan, hayvan, bitki gibi canlıların büyük bir bölümüne bulaşma durumu olarak tanımlanmıştır. Salgın durumlarında bir hastalığa dair olaylar birden fazla bölgede aynı zamanda görülebilmiştir. Kaynaklara göre salgınların ilkçağdan itibaren insanların ölümüne yol açarak insanları olumsuz etkiledikleri bilinmektedir1. Bu bağlamda tarihte salgın olarak kaydedilen hastalıklardan biri de çiçek hastalığıdır. Çiçek hastalığı birçok ülkenin tarihinde belli dönemlerde yer etmiştir. Çiçek hastalığı ile ilgili ilk bilgilere M.Ö. 1122 yılında Çin kaynaklarında tesadüf edilmiştir2. Yine M.S. 451 yılında Champs Catauliniques'te yenilmeden önce Atilla'nın askerlerinin çoğunda çiçek hastalığı olmasından dolayı bu hastalığın Avrupa'ya yayılma sebebinin Hunlar olduğu kabul edilmiştir3. Çiçek hastalığı Ortaçağ Avrupa'sında da bilinen bir hastalık olmuştur. Çiçek hastalığı Avrupa kıtasından Amerika kıtasına ulaşınca orada yaşayan yerli halkın onda birini öldürmüştür4. Çiçek salgını 18. yüzyılda Avrupa'da çok sayıda insanın ölümüne yol açmıştır. 1719 yılındaki çiçek salgınında Fransa'nın başkenti Paris'te yaklaşık 14.000 kişinin öldüğü ileri sürülmüştür. 1766 yılında XV. Louis ve 1790 yılında II. Joseph çiçek hastalığından dolayı ölmüşlerdir5.Çiçek salgınının çok fazla ölüme sebebiyet vermesinden dolayı Avrupa bu hastalığa çare aramış ve Osmanlı Devleti’nde çiçek ile ilgili uygulamaları gördükten sonra çiçek aşısı ile tanışmıştır. Bu doğrultuda Avrupa'nın çiçek aşısı ile tanışmasına vesile olan 1717 ve 1718 yılları arasında İstanbul'da görevli bulunan İngiliz elçisinin eşi Lady Mary Wortly Montegu'dur. İngiliz elçisinin eşi İstanbul'da bulunduğu sırada çiçek hastalığı ile ilgili izlenimlerini mektuplar halinde kaleme almıştır Bu mektuplarda Türklerin çiçek hastalığına yakalananları ne şekilde tedavi ettiğini anlattıktan sonra bu aşı usulünün İngiltere'ye de getirilmesini arzu ettiğini dile getirmiştir. Hatta çocuklarını bile aşılatmıştır. İngiliz elçisinin eşinin 1762 yılında ölümünden sonra bu mektuplar neşredilmiş ve bu sayede Avrupa çiçek aşısı ile tanışmıştır6. Tıp tarihi literatüründe çiçek hastalığına en erken önlem alan milletlerden biri olarak Türkler bilinmektedir. Osmanlı Devleti'nde çiçek hastalığına karşı bilinç yukarıda da belirtildiği üzere Lale devrinde ortaya çıkmıştır. Daha sonra 1811 yılında Şanizade Ataullah Efendi ve 1847 yılında İsmail Paşa sonunu getiremeseler de çiçek aşısı üreten kurum oluşturmaya çalışmışlardır7. 1872 yılında çiçek hastalığı ile mücadele etmek için İstanbul'da bir aşı enspektörlüğü kurulmuştur8. Bu iki girişim bir aşı kurumu oluşturma hususunda başarısız olunca 1880 yılında Dr. B.C. Violi özel bir çiçek aşısı üretim yeri açmıştır. Sonrasında 1892 yılında Tıbbiye-yi Şahane hocalarından Dr. Hüseyin Remzi Bey tarafından Telkihhane-i Şahane kurulmuştur. Buna müteakip aşı merkezleri Mekke, Basra, Şam, Bağdat gibi önemli birçok bölgede kurulmuş ve hizmet vermiştir9. Çiçek hastalığı bağlamında eserini araştırma konusu yaptığımız ve Türk sağlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Besim Ömer Akalın çocuk sağlığı ve hastalıkları, doğum bilgisi, kadın hastalıkları gibi tıbbın üç ayrı alanında önemli çalışmalara sahip olan önemli bir bilim insanıdır10. Bulaşıcı hastalıklar adına önemli çalışmalar yapan Besim Ömer’e ait Çiçek ve Suçiçeği hastalığına ilişkin çalışma H.1310 (M.1892/1893) yılında ilk olarak Servet-i Fünun gazetesinde bölüm olarak yayınlanmış ve akabinde resimli kitap halinde basılmıştır. BesimÖmer eserinin girişinde o dönemde Osmanlının bazı bölgelerinde zuhur eden çiçek hastalığının tehlikesinden ziyade insan vücudunu çirkin hale getirdiği, ilk müdahalenin nasıl ve ne şekilde yapılacağı, hangi tedbirlerin alınması gerektiği gibi hususlarda çocuk, baba ve annelere bilgi vermiştir11. Eserde Çiçek hastalığı ile ilgili bilgi verilirken, Arapça’da “Cüderî”, Türkçede “Çiçek” olarak isimlendirilmiş olduğu ifade edilerek, vücudun her tarafında ufak ufak birtakım çıbanlar şeklinde bir defaya mahsus her yaştan insanda vücudu istila eden bir hastalık olarak bahsedilmiştir.

METİNDİLBİLİMSEL YAKLAŞIMLA MUSTAFA KUTLU'NUN RED CEPHESİ ADLI HİKÂYESİ ÜZERİNE BİR İNCELEME

Turkish Studies, 2017

ÖZET Her edebî metnin bir bildirisi vardır. Yazar/şair/metin üretici, dil denilen kelime servetinden bazı seçmeler yapar ve bu seçmeleri niyeti doğrultusunda birleştirerek edebi eserini meydana getirir. Okur/dinleyen/metin üretici de metindeki yüzey yapıdan derin yapıya ulaşarak metnin bildirisini çözer. Bir metnin, metin özelliği taşıyabilmesi için bazı kriterlere uygun olması gerekmektedir. Cümleler arasındaki dilbilgisel, anlamsal ve mantıksal bağların sağlam olduğu metinler, metinsellik özelliği taşıyabilirler. Aksi durumda, metinde bir bütünlükten söz edilemez ve okur/metin çözücü de, anlamsız ve bozuk kelime ve cümleler yığınıyla muhatap olur. Metni, metin yapan ölçütlerinin neler olduğu üzerinde duran metin dilbilim, bir metindeki cümlelerin birbirleriyle olan ilişkilerini inceler. Çünkü metnin bütünlük sağlayabilmesi bu ilişkilere bağlıdır. Bunu yaparken tek tek cümleler üzerinde durmaz, metni bir bütün olarak ele alır. Böylece o metnin ne tür bir metin olduğu ve nasıl bir işlev taşıdığı da ortaya çıkmış olur. Metni bir bütün olarak ele alan ve metnin oluşumunu inceleyen metin dilbilim, ne bir tahlil ne bir yorum ne bir eleştiri ne de bir açıklamadır. Metin dilbilimin amacı, metne metinlik olma özelliği veren unsurların neler olduğunu tespit etmektir. Bağdaşıklık ve Tutarlılık da, bu özelliklerin tespit edilip belirlenmesine yardımcı olan disiplinlerdir. Bağdaşıklık, cümlelerdeki anlam bağıntısı ve dilbilgisel ilişkiler üzerinde durur. Tutarlılık ise, cümleler arasındaki mantıksal düzeni ortaya koymaya çalışır. Bu disiplinler, Mustafa Kutlu'nun Red Cephesi adlı hikâyesine uygulanmıştır. Anahtar Kelimeler: Red Cephesi, metin dilbilim, bağdaşıklık ve tutarlılık.  Yrd. Doç. Dr., Amasya Üniversitesi. El-mek:

COVİD 19 SÜRECİNDE MÜZİK ÖĞRETMENLERİNİN TÜKENMİŞLİK DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ

COVİD 19 SÜRECİNDE MÜZİK ÖĞRETMENLERİNİN TÜKENMİŞLİK DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ, 2021

Bu araştırmada Covid 19 sürecinde müzik öğretmenlerinin iş tükenmişliklerinin bazı değişkenler açısından incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada nedensel karşılaştırma yöntemi temel alınarak; Covid 19 sürecinde müzik öğretmenlerinin tükenmişlik düzeyleri, cinsiyet, mesleki kıdem, medeni durum ve çalışılan okul türü değişkenlerine göre karşılaştırılmıştır. Araştırmanın örneklemini Konya, Mersin, Ankara, Erzurum, Trabzon ve İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğüne bağlı özel ve devlet okullarında görev yapan 243 müzik öğretmeni oluşturmaktadır. Araştırma verilerinin toplanmasında Maslach Tükenmişlik Envanteri kullanılmıştır. Araştırma bulgularına göre Covid 19 sürecinde müzik öğretmenlerinin tükenmişliklerinin orta düzeyde olduğu görülmüştür. Ayrıca Covid 19 sürecinde müzik öğretmenlerinin tükenmişliklerinin cinsiyet, medeni durum, mesleki kıdem ve okul türüne göre anlamlı farklılık gösterdiği görülmüştür. Araştırma sonuçlarına dayalı olarak Covid 19 sürecinde müzik öğretmenlerinin tükenmişliklerini azaltıcı önerilerde bulunulmuştur.

ASKERÎ ARŞİV BELGELERİNE GÖRE 19. TÜMEN'İN ÇANAKKALE CEPHESİ'NDEKİ SİPER YAPIM FAALİYETLERİ

2021

Muharebesi ile ilk aşamasını tamamlamıştır. Ancak Müttefiklerin Çanakkale'yi denizden geçme umudunu bu defa karaya asker çıkarma süreci ile yeni bir deneme izlemiştir. Bu haliyle 25 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale kara muharebeleri başlamıştır. Bu muharebeler ilk andan itibaren siper savaşlarına dönüşen bir hâl almış ve bu durum muharebelerin sona ermesine kadar devam etmiştir. Bu nedenle taraflar siper yapımına ve buna bağlı olarak siper hatlarının genişletilmesine âzamî özen göstermiştir. Çanakkale muharebe sahasında siper yapım faaliyetleri Trablusgarp Savaşı'ndan başlamış Balkan Savaşları dönemi ile önemli oranda şekillenmiş ancak esas ve son halini Çanakkale Cephesi'nin açılması ile almıştır. Çanakkale kara muharebeleri ile birlikte bölgeye intikal eden her birliğin günlük rutinleri arasında siper yapımı ya da tamiri yer almaya başlamıştır. Bu bağlamda 19. Tümen de kara muharebeleri öncesinde cephe gerisinde başladığı siper yapım faaliyetlerine muharebe ön hattına sokulduğu andan itibaren de devam ettirmiştir.