Kliniğimizde Malignite Rıskı İndeksinın Sınır Değerinin Belirlenmesi (original) (raw)

İstanbul İli Sınırları İçindeki Bir Devlet Hastanesi Çalışanlarının Kızamık Seronegatifliğinin Belirlenmesi

2015

Amaç: Bu çalışmanın amacı, tanımlayıcı tasarımda Sağlık Bakanlığı'na bağlı bir devlet hastanesinde çalışanların kızamık seronegatiflik durumlarını sosyo-demografik özellikler açısından belirlemektir. Gereç ve Yöntem: İlk olarak, araştırmaya alınan 717 çalışanın yaşı, cinsiyeti, mesleği gibi sosyo-demografik nitelikler hazırlanan Kişisel Personel Sağlık Kartlarına kaydedilmiştir. Daha sonra tüm vakaların serum örneklerinde kızamık virüsüne spesifik IgG tipi antikor düzeylerine bakıldı. Son olarak, verilerin analizinde Mann-Whitney U Testi kullanılmıştır. Bulgular: Elde edilen bulgulara göre; çalışanların %44,8'i sağlık çalışanı iken %55,2'si sağlık dışı çalışandır. Çalışanların %54,4'ü kadın iken, %45.6'sı erkektir. Çalışanların %17,4'ü 17-25 yaş aralığında iken %82,6'sı ise 26-60 yaş aralığındadır. Çalışanların kızamık seronegatiflik durumları ile seronegatiflik durumlarının sosyo-demografik özellikleri ile ilişkisi incelendiğinde; sağlık çalışanlarının %11,8'inin kızamık antikoru seronegatif iken, sağlık dışı çalışanların %10,1'inin kızamık antikoru seronegatiftir. Kadın çalışanların %14,4'ünün kızamık antikoru seronegatif iken, erkek çalışanlarında %6,7'sinin kızamık antikoru seronegatiftir. 17-25 yaş grubu çalışanların %17,16'sının kızamık antikoru seronegatif iken 26-60 yaş grubu çalışanların ise %9,5'nin kızamık antikoru seronegatiftir. Ayrıca, araştırmada kızamık antikoru seropozitif olan 639 kişinin oranı %89,1 iken, kızamık antikoru seronegatif olan 78 kişinin oranı ise %10.9 olarak belirlenmiştir. Sonuç: Araştırma kapsamına alınan hastane çalışanları %10,9 oranında kızamığa duyarlı bulunmuştur. Hastanedeki riskli bölümlerde görev alan sağlık çalışanları başta olmak üzere tüm çalışanlara serolojik tarama ile aşı yapılmasının, kızamık hastalığının nazokomiyal yayılımının önlenmesi için yararlı olabileceği sonucuna varılmıştır.

İstanbul Aydin Üni̇versi̇ter Tibbi̇ Mi̇krobi̇yoloji̇ Eği̇ti̇m Laboratuvari Ri̇sk Anali̇zi̇ Ve Değerlendi̇rmesi̇

The Journal of Academic Social Sciences

Kierkegaard has taken its place in the history of philosophy with its questioning attitude towards the dominant tradition of thought of the age and important thoughts about human life. He calls the reader to an internal questioning of his own life with his works that combine dialectic and ironic method with literary style. His understanding of subjective truth, for making existence of individual meaningful, which he developed especially against Kant and Hegel's ratio-centered philosophies, compels us to consider the nature of human again. Kierkegaard leads the discussion of the principles of universality and rationality in the non-doctrinal morality. He finds valuable that individual's choices and actions as a result of internal orientation in the living space, in terms of reaching his own truth. In this study, while examining the ethical position of the individual within the realms of existence that gives Kierkegaard philosophy an integrated structure, 'the problem of suspension of ethics' and the criticisms that Kierkegaard is targeted will be evaluated. Kierkegaard's radical views on the field of life, which emphasize the existence of the individual in the presence of God in the face of universal ethical values, will continue to be discussed with the quality of balance in the face of the lost importance of being a concrete individual in our age.

Aci̇l Servi̇se İzole Baş Ağrisi Şi̇kayeti̇yle Başvuran Hastalarin Ayirici Tanisinda İskemi̇ Modi̇fi̇ye Albumi̇n Sevi̇yesi̇ni̇n Değeri̇

Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, 2017

Amaç: Bu çalışmanın amacı izole baş ağrısı ile acil servise başvuran hastalardan alınan kan örneklerinde İskemiye Modifiye Albumin (İMA) düzeylerinin ölçülerek, baş ağrısının etiyolojilerinin ayırıcı tanısındaki değerini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma prospektif, kesitsel, tek merkezli bir çalışma olarak planlandı. Çalışmaya toplam 310 hasta dahil edildi. Baş ağrılarının etiyolojilerine göre primer baş ağrısı grubu, sekonder baş ağrısı grubu; hayatı tehdit eden baş ağrısı grubu, hayatı tehdit etmeyen baş ağrısı grubu ile gerilim, küme, migren baş ağrısı grupları olmak üzere birbirinden bağımsız gruplar oluşturuldu. Her bir gruptan ölçülen serum İMA düzeyleri istatistiksel olarak analiz edilerek birbiriyle karşılaştırıldı. Bulgular: Baş ağrısı şikayetiyle başvuran hastalarda en sık etiyoloji migren olarak tespit edildi (%32.6). Gruplar arası serum İMA düzeyleri karşılaştırıldığında; primer ve sekonder baş ağrısı grupları arasında, hayatı tehdit eden ve etmeyen baş ağrısı grupları arasında ve primer baş ağrısı grubu içinde yer alan migren, küme ve gerilim tipi ağrı grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilmedi (p>0.05). Sonuç: Çalışmamız baş ağrısının ayrıcı tanısında serum İMA düzeyinin değerini araştıran literatürdeki ilk çalışma olup baş ağrısı etiyolojilerinin ayrımında serum İMA düzeyinin bir değeri bulunmamaktadır. Objective: The aim of this study is to investigate the value of Ischemia Modified Albumin (IMA) levels in patients with isolated headache at emergency department and to evaluate the differential diagnosis of headache etiology. Material and Methods: This study was planned as a prospective, single-center study. A total 310 patients were included in the study. We sorted the data out in groups according to etiology of headache as primary headache group, secondary headache group; namely life threatening headache group, non-life-threatening headache group, and tension, cluster, migraine headache groups. Results: The most common etiology was migraine (32.6%) in patients with headache. Serum IMA levels were compared between groups and there was no statistically significant difference between groups of migraine, cluster and tension type pain. Also there was no statistically significant difference among the groups of primary and secondary headache groups and among life threatening and non-life headache groups (p>0.05). Conclusion: Our study was the first study in the literature that investigates the value of serum IMA level in the differential diagnosis of headache. Additionally, we found that the serum IMA levels are not valuable in the differential diagnosis of headache.

Adneksiyal kitlelerde malignite risk indeksi hesaplamanın prediktif değeri

Journal of Clinical and Experimental Investigations, 2013

Objective: Ovarian cancers, the relatively high frequency, poor prognosis and late diagnosis are considerable clinical issues and additional diagnostic methods are needed. The aim of this study was to evaluate the predictive value of RMI as a diagnostic marker in ovarian cancers. Methods: Totally 80 patients with adnexal masses who were operated in Haydarpaşa Numune Training and Research Hospital Gynecology and Obstetrics Department between January 2012-June 2012, included in the study. This was a retrospective observational study. All patient' documents were reevaluated and calculated for RMI. The calculated results were compared with histopathologic findings. Results: The 30% (n=24) of women were in postmenopousal period. The major complains of patients during attendance were pelvic pain (65%) and 27.5% of the patients had no complaints and adnexal masses were detected during routine gynecological examination The 86.3% (n=69) of women had benign ovarian neoplasms, 11.3% (n=9) had malignant tumors and 2.5% (n=2) had borderline ovarian tumors. Most of the women with high RMI levels were in postmenopousal status (71.5%). The sensitivity and specificity of RMI were 81.8% and 92.6% respectively. The sensitivity and specificity of CA-125 levels were 90.9% and 36.4% respectively. Conclusion: Using RMI in diagnosis of malign ovarian tumors is easily appliable method with high sensitivity and specificity without financial burden.

Demir Eksikliği Anemisi Nedeniyle Endoskopi ve Kolonoskopi Yapılan Hastalarda Malignite Sıklığının Değerlendirilmesi

Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Dergisi, 2021

Anemilerin çoğu gibi demir eksikliği anemisi de kendi başına bir hastalık değildir ve etiyolojinin her hastada araştırılıp ortaya konması gerekmektedir. Demir eksikliği anemisinde yaş gruplarına göre etyolojik nedenlerin sıklığı değişmektedir. Demir eksikliği anemisinin en önemli sebebi premenapozal kadınlarda menstrüel kanamalar iken; postmenapozal kadınlar ve erişkin erkeklerde gastrointestinal sistemden olan kronik kan kayıpları oluşturmaktadır. Bu çalışmada demir eksikliği nedeniyle kliniğimizde gastroskopi ve kolonoskopi uygulanan hastaların malignite sıklığının değerlendirilmesi amaçlandı. Yöntem: 2018 Aralık ve 2019 Temmuz ayları arasında demir eksikliği anemisi etiyolojisi taraması nedeniyle gastroskopi ve kolonoskopi yapılan hastalar çalışmaya alındı. Kolonoskopi uygun hazırlık sonrası terminal ileumun değerlendirilmesini içerecek şekilde uygulanmıştı. Hastaların yaş, cinsiyet, anamnez bilgileri ve işlem sonuçları dosyaları araştırılarak geriye dönük olarak incelendi. Bulgular: Bu sürede demir eksikliği anemisi nedeniyle 142 hastada kolonoskopi yapılmıştı. Olguların 130'una gastroskopi de uygulanmıştı. Hastaların %52,81'i erkek ve %47,18'i kadındı. Erkeklerin yaş ortalaması 61,4±11,8, kadınların yaş ortalaması 55,2 ± 13,6 idi. Bunlardan %15,5 hastada kolonda polip saptanmış olup %80,5'i adenomatöz polipti. %7 hastada kolonda karsinom saptandı. Bu hastaların toplam %57,7'ünde de mide adenokanseri, ülser, gastrit, özofajit, özofagus varisi, polip ve özofajit gibi anemiyi açıklayabilecek bir patoloji saptandı. Toplam %64,8 hastada anemiyi açıklayabilecek bir endoskopik bulgu mevcuttu. Sonuç: Demir eksikliği anemisi laboratuvar çalışmaları ile doğrulandıktan ve diyete bağlı demir eksikliği, demir ihtiyacında artış ve gastrointestinal sistem dışı kan kaybına bağlı anemi dışlandıktan sonra, gastrointestinal traktüsün endoskopik incelemesine geçilmelidir. Bu çalışmada hastaların %15,5'inde kolonda polip, %7,04'ünde adenokarsinom tespit edildi. Hastaların %0,7'sında midede adenokarsinom tespit edildi. Bu da demir eksikliği anemisi etiyolojisinde hem gastroskopi hem de kolonoskopinin önemini göstermektedir.

Mulki Idare Sinirlarinin Belirlenmesi ile İlgili Kuramsal Yaklasimlar ve Turkiye'deki Gecerli Uygulamalar THEORETİC APPROACHES ABOUT THE DETERMİNATİON OF CİVİL ADMİNİSTRATİON BORDERS AND THE CURRENT APPLİCATİONS İN TURKEY

Ankara University, Türkiye Coğrafyası Araştırma ve Uygulama Merkezi (Research and Application Center of Turkey Geography) (AÜ. TÜCAUM), VII. Symposium on Geography (18-19 October 2012), Bildiriler Kitabı (Proceedings), p.96-106, Ankara., 2012

Abstract: The aim of this study that discusses the historical, descriptive and relational research models together, whose title is “the approaches about the determination of civil administration borders”, is to analyze the theoretical approaches that is regarded in the determination of civil administration in the systematic scale of the administrative geography and set forth the perspective in Turkey from existing applications. The guidelines of the study are the evaluations of the civil administration borders and their orders. This working is a matter of debate in the period of Republican period on the sample of Turkey and on the secondary literature review and statistical data. The significance of the study comes from the fact that it determines the theoretical approaches about the determination of administrative borders and sets forth the perspective of Republican Turkey. According to the research, it can be said that there are 15 theoretical approaches in the determination of civil administration borders. There can be a combination of theories in some administrative borders. Although there is interest in bio-region approach in Turkey, there is no application. Key Words: civil administration area, civil administration border, administrative geography, regional planning, Turkey.

COVID-19 Ri̇sk Algisi Ölçeği̇ni̇n Türkçe’Ye Uyarlamasi: Geçerli̇li̇k Ve Güveni̇rli̇k Çalişmasi

Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi

Mevcut araştırmanın temel amacı, Plohl ve Musil (2021) tarafından geliştirilen Covid-19 risk algısı ölçeğinin Türkçe’ ye uyarlanarak güvenilirliğinin ve geçerliliğinin ortaya konulmasıdır. Bu kapsamda, kamu ve özel sektörde görev yapan çalışanlardan kolayda ve kartopu örneklem metodu kullanılarak anket aracılığıyla 887 veri elde edilmiştir. Söz konusu ölçüm aracının güvenilirliğini test etmek için içsel tutarlılık (Cronbach alpha) ve iki yarıya bölme yöntemi (split-half) kullanılırken yapı geçerliliğini test etmek için açıklayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri uygulanmıştır. Ayrıca ayrışma, birleşme ve ölçüt geçerliliklerini geçerliliğini saptamak amacıyla iş tatmini, görev performansı ve işten ayrılma niyeti ölçekleri kullanılmıştır. Veri analizi neticesinde, Covid-19 risk algısı ölçeğinin içsel tutarlılık katsayısının 0,92 olduğu bulgulanmış olup orijinal ölçüm aracıyla tutarlı bir şekilde tek boyutlu bir yapıya sahip olduğu doğrulanmıştır. Ayrıca, Covid-19 risk algısı ölçeğinin...

Malignite Risk İndeksi 1, 2, 3 Ve 4’ ün Adneksiyel Kitlelerin Benign-Malign Ayrımındaki Etkinliğinin Karşılaştırılması ve Vücut Kitle İndeksi İle Paritenin Prediktif Faktör Olarak Malignite Risk İndeksine Eklenmesinin Değerlendirilmesi

Hitit medical journal, 2023

Amaç: Adneksiyel kitlelerin malignite potansiyelini belirlemede kullanılan malignite risk indeksi (RMI) 1-2-3 ve 4'ün duyarlılık, seçicilik, pozitif öngörme ve negatif öngörme değerlerinin birbirleriyle kıyaslanması amaçlanmıştır. Ayrıca obezite ve düşük pariteyi RMI modellerine ekleyip, duyarlılık ve seçiciliğin ne yönde değiştirdiklerini bulmayı hedefledik. Gereç ve yöntem: Ocak 2012-Ocak 2017 tarihleri arasında adneksiyel kitle tanısıyla opere edilen 590 hasta dahil edilmiştir. Her hasta için RMI 1-2-3-4; malignite risk indeksi-parite (RMIP) 1-2-3-4, malignite risk indeksi-VKİ (RMIB) 1-2-3-4 ve parite ve VKİ'nin beraber eklendiği malignite risk indeksi-VKİ-parite (RMIBP) 1-2-3-4 hesaplanmıştır. Bulgular: Duyarlılık ve seçicilik sırasıyla RMI-1 için %75.9-%96.9; RMI-2 için %80.3-%95.6; RMI-3 için %80.3-%94.9; RMI-4 içinse %70.8-%97.1 bulunmuştur. RMI 3 için en iyi duyarlılık ve seçiciliği veren cutoff değeri 160.5, RMI-4 için 201.5 olarak bulunmuştur. RMIB skorları; RMI skorları ile karşılaştırıldığında, testin duyarlılığının arttığı fakat seçiciliğinin artmadığı gözlenmiştir. RMIP'ler RMI'lar ile karşılaştırıldığında, RMIP 1,2,3 için testin duyarlılığının azaldığı fakat seçiciliğinin arttığı; RMIP-4 içinse duyarlılığın arttığı ve seçiciliğinin azaldığı gözlenmiştir. RMIBP 1,2 3 ve 4' te duyarlılık artarken seçiciliğinin artmadığı gözlenmiştir. Sonuç: RMI 1,2,3, ve 4' ün adneksiyel kitlelerin benign-malign ayrımında etkili olduğu çalışmamızca desteklendi. RMI skorlarının hepsi yüksek prediktivite göstermiş olmasına rağmen, en iyi prediktivite değerlerine RMI-2 ve RMI-3' te ulaşıldı. Yüksek VKİ ve azalmış paritenin RMI'ya eklenmesinin, indeksin duyarlılığını arttırdığını fakat seçiciliğinde olumlu bir etki yapmadığını saptadık.

Sınır (Borderline) Kişilik Bozukluğu: Bir Vaka Çalışması

Ayna Klinik Psikoloji Dergisi, 2018

Sınır kişilik bozukluğu, genel olarak kişilerarası ilişkilerde süreğen bozulmayla beliren duygulanımda dengesizlik ve birtakım dürtüsellik örüntülerinin eşlik ettiği bir sendrom olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışma, sınır (borderline) kişilik bozukluğu örüntüsü gösteren D. isimli danışanın 15 seans sonunda ele alınan vaka formülasyonu ve psikoterapide süpervizyon sürecini içermektedir. D., 37 yaşında, lise mezunu, orta boylu, hafif kilolu, kendine bakımı yerinde bekar bir anne olup temizlik görevlisi olarak çalışan bir kadındır. Çalışmanın ilk bölümünde danışanın demografik bilgileri, önceki tedavisi, aile ve sosyal yaşantısı, eğitim ve iş hayatı öyküsü, kendisinin ifade ettiği zayıf ve güçlü yönleri gibi bilgiler ayrıntılı olarak sunulmuştur. Ardından terapist ile danışan arasında kurulan ilişki, psikoterapi süreci ve bilişsel davranışçı terapi kapsamında ilişkili psikolojik test ve değerlendirme bulguları çerçevesinde yararlanılan teknikler tedavi stratejisi olarak ele alınmıştır. Son olarak, kişilik değerlendirmesi bölümünde bu değerlendirmenin danışan üzerinde nasıl bir etkisinin olduğu, terapi aşamalarının ve gelişmelerin incelenmesi, danışanın elde ettiği kazanımlar ve terapi kapsamında uzun vadede ele alınması gereken noktalar tartışılmıştır. Böylece bir sınır kişilik bozukluğu vakasının özelliklerinden yola çıkılarak bozukluk ve psikoterapi süreci hakkında farklı bir bakış açısı sunmak amaçlanmıştır.