Şeyh Âzerî'nin Farsça Urûciyye'si ve Türk Edebiyatındaki Devriyyeler ile Kısa Bir Mukayesesi/Sheikh Azeri’s Persian Uruciyye and Its Brief Comparison to Dawriyyes in Turkish Literature (original) (raw)
Related papers
TÜRK EDEBİYATINDA URFÎ-İ ŞÎRÂZÎ ŞERHLERİ / COMMENTARIES OF URFÎ-I SHIRAZÎ IN TURKISH LITERATURE
Sebk-i Hindî'nin kurucularının ve en meşhur temsilcile-rinin başında gelen Urfî-i Şîrâzî, XVII. yüzyıldan itibaren pek çok divan şairini etkileyerek Klasik Türk Edebiyatı'nda yeni üslup denemelerinin başlamasına zemin hazırlamıştır. Fakat Urfî'nin şiirini anlayabilmek için oldukça geniş bir entellektüel birikime ve şiir alt yapısına hatta biraz da şair olmaya ihtiyaç vardır. Nitekim bu hakikati gören Türk şairleri de Urfî'nin şiirini anlamak ve anlatabilmek için onlarca şerh yazmıştır. Bu makalede, Urfi-i Şîrâzî'nin şiirlerini Türk edebiyatında kimlerin şerh ettiği, yazma eser kütüphanelerinde yapılan ayrıntılı taramalar ve karşılaş-tırmalar neticesinde ortaya konmuştur. Ayrıca bu şerhlerin muhtevaları ve nüshaları hakkında geniş bilgilere yer veril-miş; kataloglara yanlış kaydedilmiş pek çok Urfî-i Şîrâzî şerhinin gerçekte kimlere ait olduğuna değinilmiştir. Yazma eser kütüphanelerinde tespit edilen şerhler ise dörde tasnif edilerek Şerhleri Belirlenen Şârihler başlığında kütüphane-lerde eserleri bulunan şârihler ve eserleri; Şerh Mecmuala-rında Rastlanan Şârihler başlığında müstakil bir şerhine tesadüf edilemeyen fakat mecmualarda isimlerine rastlanan şârihler; Şerhleri Belirlenemeyen Şârihler başlığında şerhi olduğu biyografik eserlerde kayıtlı olan fakat kütüphane-lerde nüshasına tesadüf edilemeyen şârihler; Şârihleri Belir-lenemeyen Şerhler başlığında ise kütüphanelerde müellifi meçhul olan şerhler beyan edilmiştir. A B S T R A C T Urfî-i Shirazî, who is one of the leading founders and famous pioneers of the Sebk-i Hindî school, had an influence on starting of new style types by affecting many Diwan poets in the Classical Turkish Literature from 17th century. Yet, it is necessary to have an extensive intellectual knowledge, background of poetry, and also to be like a poet in order to grasp the poems by Urfi. Thus, the Turkish poets wrote tens of commentaries in order to understand and explain the poems by Urfi. In this paper, after a detailed scanning and many comparisons in manuscript library those who made explanations and commentaries on Urfî-i Shirazî are discussed and pointed on. Also, the contents of the copies of mentioned commentaries are widely discussed, which led to pointing out some incorrectly labeled Urfî-i Şîrâzî commentary and showing who they were really belonged to. All the content found in the manuscript library are classified into four groups; The Commentators whose commentaries are stated, which simply represents the poets whose work is able to be found in libraries with their works; The commentators who are common to be found in paraphrase macmuas, which represents the commentators who are found in macmuas but have no known individual commentaries; The commentators whose commentaries are not stated or known, which represents the commentators who are known to have commentaries according to biographic works on them but do not have any available paraphrase in libraries; The commentaries whose commentators are not known, which represents the work that is paraphrased but its commentator is unbeknown.
Fars Edebiyatında Tezkire Yazıcılığı Ve Edebiyat Eleştirisi
Tezkire, anlamından da anlaşılacağı gibi şairlerin şiir, yaşam ve adını zikretmek ve hatırlamak amacıyla yazılmaktadır. Tezkire yazıcılarının asıl hedef ve gayesi şairin şiir ve adının kaydedilip anılmasını sağlamak olması sebebiyle onlardan yöntemli ve teknik anlamda bir eleştiri beklenemez. Bütün bunlara rağmen tezkire yazıcıları şairlerin şiirleri ve diğer eserleri hakkında görüş beyan etmekten geri durmayıp en azından bazı şairlerin şiirlerine dair görüşlerini beyan etmişlerdir. Bunların dışında tezkire yazıcılarının divanlardan oluşturduğu seçkilerde iyi ve güzel şiirin zayıf ve başarısız şiirden ayırmaları bir anlamda eleştiri sayılmaktadır. Her ne kadar tezkireler eleştiri kitabı olmasalar da külli bir nazarla tezkire yazarının şairlerin şiirlerine yaklaşım ve bakışı teşhis edilebilir, ardından tezkireler arasından aynı tarihsel döneme ait birkaç muhtelif yaklaşım ortaya koyulur ve bu şekilde tarihsel dönemler arasındaki farklılıklar anlaşılır. Aynen Hint yarımadasında hicri on ikinci yüzyılın ikinci yarısında kaleme alınmış olan farsça tezkireler Hint yarımadasında oluşan Fars Edebiyatında mahsus bir zevk ve yönelimi göstermektedir.
Leylâ vü Mecnûn mesnevisiyle ilgili çalışmalarda, Fuzuli'nin bu eseri "Mecnun'un mecazi aşktan ilahi aşka geçişi" düşüncesini ispatlamak amacıyla yazdığı söylenmekte ve bu iddia "Leyla'dan Mevla'ya ulaşmak" şeklinde ifade edilmektedir. Oysa eserin dibace ve hikâye kısımları birlikte değerlendirildiğinde, bu eserin "ilahi aşkı arayan insanın macerası"nı ele aldığı, aslında Mecnun'un Leyla'ya layık olmak için bir tür olgunlaşma sürecinden geçtiği görülür. Nitekim Fuzuli eserinin dibace kısmında, hikâyedeki unsurların birer sembol olarak kullanıldığını, hikâye anlatmanın bir bahane olduğunu, aslında mecaz yoluyla ilahi aşkın sırları ile gizli hakikatlerini anlatmak istediğini söylemekte ve eserinde kullanacağı sembollerin gerçekte neye tekabül ettiklerini belirtmektedir.
Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021
Arap edebiyatının meşhurlarından Harîrî‟nin 12. yüzyılda kaleme aldığı Makâmât, birçok dünya edebiyatını etkilediği gibi Türk edebiyatını da etkilemiştir. Türk edebiyatında 14. yüzyıldan itibaren yazılan eserlerde Harîrî ve Makâmât‟ından bahsedilmiştir. Makâmât, birçok şahsiyet tarafından Türkçeye tercüme ve şerh edilmiştir. Bu şerhlerden biri de Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi‟nin 19. yüzyılda kaleme aldığı Makâmât-ı Edebiyye-i Harîriyye Şerhi‟dir. Bu tez çalışması, Türk edebiyatında Harîrî ve Makâmât‟ının yeri ve algısını, Makâmât-ı Harîrî‟nin Türkçe tercüme ve şerhlerini, Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi‟nin Makâmât-ı Edebiyye-i Harîriyye Şerhi‟nin metnini ve incelemesini ortaya koymayı amaçlamıştır. Klasik Türk edebiyatı çerçevesinde yapılan bu çalışma, Osmanlı dönemi ile sınırlandırılmış olup Osmanlı dönemi dışında yer alan Makâmât-ı Harîrî algısı ile yazılan tercüme ve şerhler çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur. Çalışmada; veri tabanları, arşivler, basılı ve elektronik yazma ve basma eser katalogları, bibliyografik kaynaklar, alanın akademik literatürü taranarak doküman incelemesi ve veri analizi yöntemiyle ele alınmıştır. Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi‟nin Makâmât-ı Edebiyye-i Harîriyye Şerhi‟nin tek nüshası Makedonya Millî Kütüphanesi OMCT III 21 numarada kayıtlı bulunan müellif hattı temin edilmiş ve alanın akademik transkripsiyon yöntemleri kullanılarak Latin harflerine aktarılmıştır. Eser, içerik analizi yöntemiyle incelenmiş ve şârihin şerh yöntemi ortaya konulmuştur. İçerik analizi sonucunda metnin sözlüğü ve şahıs, yer ve eser adlarından oluşan özel adlar dizini elde edilmiştir. Metnin sözlüğü, hem 12. yüzyılda kaleme alınan Makâmât‟ın sözlüğü hem de 19. yüzyılda bu esere yazılan şerhin sözlüğü olmak bakımından çalışmada ortaya konan en önemli bulgulardandır. Çalışmanın neticesinde Türk edebiyatında Harîrî ve Makâmât‟ının olumlu bir etki ve algısı olduğu sonucuna varılmıştır. Makâmât üzerine yazılan Türkçe tercüme ve şerhlerden hareketle eserin beğenilip takdir edildiği, Arapça bilmeyenler tarafından da anlaşılması için Türkçeye tercüme ve şerh edildiği sonucu çıkarılmıştır. Manastırlı Dâniş Ahmed Efendi‟nin Makâmât-ı Edebiyye-i Harîriyye Şerhi‟nin klasik Türk edebiyatı ile bağların kopmaya başladığı 19. yüzyılda kaleme alınmış olmasına rağmen klasik şerh yöntemiyle yazıldığı sonucu elde edilmiştir.
TEORİDEN PRATİĞE Sürurî'nin Bahrü'l-Maarif Eseri ve Divan'ı Üzerinden Kafiye ye Bakış
VIII. Milletlerarası Türkoloji Kongresi, 2013
Arap ve Fars şiirinin tesiri altında gelişen ve müşterek bir geleneğin son büyük halkasını teşkil eden klasik Türk şiiri, şekil ve muhtevasının dayandığı kaidelerde herhangi bir değişiklik meydana gelmeksizin yüzyıllar boyunca devam etmiştir. Şairin bu kaidelere olan sarsılmaz bağlılığı, şiirle ilgili tanımlarda açıkça görülmektedir. Tezkirelerde şiirin; "mukaffa", "mevzun" ve "muhayyel" söz olarak tanımlanması, şiirle ilgili temel kaidelerin önemini ortaya koymaktadır. Belirtilen önem çerçevesinde klasik şiir geleneğinde şiirin nazariyatını teşkil eden kafiye, aruz gibi konular müstakil kitaplarda veya belagat kitapları içinde ayrı bölümler halinde ele alınmıştır. Arap ve Fars etkisinde gelişen klasik Türk şiirinin temel unsurlarından olan kafiye, kaidelerini de bu iki edebiyat geleneğinden almıştır. Türk edebiyatında konunun ele alınması, önce tercüme daha sonra telif eserlerledir. Tercümeden ayrı olarak telif eserlerde kafiye, tanım ve kaideleriyle Arap ve Acemlerin anlayışının aynen nakledilmesi şeklindedir. Bu da, Arapça ve Farsçadan ayrı dil hususiyetlerine sahip Türkçe şiirlerde, konunun teoride ve pratikte nasıl ele alındığının belirlenmesini gerekli kılar. Belirtilen amaç doğrultusunda, hem şiirin nazariyatıyla meşgul bir âlim hem de 16. yüzyılın önemli bir şairi olan Surûrî’nin, telif edilmiş bir belagat kitabı Bahrü'l-Ma’ârif isimli eseri ile Divan’ı, kafiyeyi ele alması bakımından incelenecektir. Öncelikle kafiyenin, Bahrü'l-Ma’ârif’te nasıl tanımlandığı ve kafiye ile ilgili olarak hangi görüşlerin ileri sürüldüğü sorusuna cevap verilecek daha sonra, Surûrî'nin bu eserde ileri sürdüğü görüşlerin Divan'ındaki şiirlerde tezahürünün nasıl olduğu ele alınacaktır. Başka bir ifadeyle, müellifin teorik görüşlerinin şiirlerinde pratik olarak yer alıp almadığı veya nasıl yer aldığı hususu açıklanmaya çalışılacaktır.
Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2022
Belagat, ifadenin muhatabın durumunu, yer ve zamana uygunluğunu, doğruluk ve güzelliğini belirleyen kuralları içeren tarihî geçmişi eski bir disiplindir. Kendi içinde meani, beyan, bedii, fesahat gibi bölümleri olan belagat, aynı zamanda bu bölümlerin alt kollarını meydana getiren çok sayıda söz kuralına sahiptir. Genellikle söz sanatları ekseninde ve manzum metinler aracılığıyla karşılaşılan belagat, aslında genel anlamda sözün düzenini sağlamaya çalışan kuralların bütününü içerir. Türk edebiyatında özellikle klasik Türk edebiyatı sahasının araştırma alanı olarak öne çıkan belagat, içerdiği zengin terminolojik veriler ve söz temelinde dil ile münasebeti sebebiyle aynı zamanda dil bilimini de ilgilendirir. Belagatin kurallar koyan bir disiplin olması, birtakım yaklaşım farklarından ötürü bazı eksiklik veya kusurların bu disiplin etrafında tartışma konusu olmasına yol açmış, Türk edebiyatı metinlerinde belagat kurallarının uygulanmasıyla ilgili bazı tartışmalar meydana gelmiştir. Bu tartışmalardan biri de Ahmed Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmâniyye adlı eserinin Abdurrahman Süreyya tarafından kaleme alınan ve bu eseri çeşitli yönleriyle tenkit eden Ta’lîkât-ı Belâgat-ı Osmâniyye adlı risalenin yazılmasıyla oluşmuştur. Belâgat-ı Osmâniyye’deki aksaklıkları tespit eden ve bu esere yönelik tenkitler içeren Ta’lîkât-ı Belâgat-ı Osmâniyye’de dil ve edebiyat ağırlıklı terminolojik veriler öne çıkmaktadır. Bu çalışmada, Abdurrahman Süreyya’nın yazdığı Ta’lîkât-ı Belâgat-ı Osmâniyye adlı risalede tespit edilen dil ve edebiyat terimleri anlamlarıyla birlikte alfabetik olarak düzenlenerek söz konusu eserin dil ve edebiyat terminolojisi açısından sahip olduğu malzeme ortaya konmuştur.
Türk Edebiyatında Hilye ve Cevrinin Hilye-i Çâr Yâr-ı Güzini
Journal of Turkish Research Institute, 1999
AbduIkadir ERKAL' van Edebiyatı'nın dini türlerinden olan Hilye, peygamberimizin ıziki özelliklerini anlatan manzum-mensur eserlerdir. Kelime manası larak: "Güzel sıfatlar, süs, ziynet, cevher, gÜZel yüz, kılıcın sapındaki veya kınındaki ziynet, suret, hey'et, görünüş"! anlamına gelen hilye, Peygamber Efendimizin fiziki görünüşünü anlatan eserlere isim olmuş ve bu anlamıyla da özdeşleşmiştir. Türk Dil Kurumu sözlügü'nde; "Hz. Muhammed'in şekil ve şemaili, yazılı levha"ı şeklinde tanımlanarak, önceki anlamları ikinci sırada kalmıştır. Hilyelerde Hz. Muhammed'in göz ve saç rengi, şekli, boyunun uzunlugu, konuşması, sesinin tonu, belli başlı tavrı, bedeni ve diger maddi özellikleri belirtilir. Hilye'nin klasik metinlerdeki orijinali "halk"tır. İlk devir İslam alimlerinden İbn Sa'd ve Tirmizi eserlerinde bölüm başlığı olarak "Halku Rasulillah" tabirini kullanmışlardır. Kadı lyaz (Şifa, s.43) ve Amiri (Behce II, s. i 83) gibi şemail milellitleri de hep "halk" tabirini tercih etmişlerdir. Bunun dışında 'hilye' karşılığında "Şemailü'n-Nebevi" ve "Evsafiı'n-Nebi" gibi tabirler de yer yer kullanılmıştır. 3 İlim, kültUr ve sanat dilinde, kelimenin hakiki manalarından çok mecazi anlamlarını kullanılmak sureti ile ifadede derinlik ve zenginlik saglama yoluna gidilmiştir. Nitekim bizim klasik metinlerimizde Hz. Peygamber'in bu yönü hep "hilye" kelimesiyle ifade edegelmiştir. 4 Hilye'nin Do~uşu ve Kayna~ı: Terim anlamında hilyeler 'şemail'lerden dogmuştur. Daha geniş bir manada kullanılan şemail, vücut yapılarının yanında Peygamber Efendimizin güzel ahlakından, hal ve hareketlerinden, tavır ve davranışlarından bir bütün olarak O'nun şahsi ve hususi hayatından bahsetmektedir.~Hilyelerde konu şemaile göre daha