Başka İsi̇mlerle Kariştirilan Bi̇r Mesnevi̇ Şâri̇hi̇: Mehmed Murad Nakşi̇bendî (original) (raw)

Mehmed Murad Nakşibendî ve Nakşî Gözüyle Yazılmış Tek, Tam Mesnevî Şerhi

Öz 19. yüzyıl mutasavvıflarından Mehmed Murad Nakşibendî, yaşadığı dönemde İstanbul’daki en önemli Mesnevîhân’dır. Osmanlıda Nakşîlik ve Mevlevîlik arasındaki yakınlaşmaya büyük ölçüde katkı sağlamış bir şahsiyettir. Kendi zamanında, hem devlet adamları yanında hem de şeyh ve dervişler arasında saygın bir yere sahiptir. Sultan Abdulmecid’in katılımıyla bir Dârü’l-Mesnevî kurmuş, burada birçok ünlü Mesnevîhân’a icâzet vermiştir. Aynı zamanda Murad Molla Tekkesi’nin şeyhi, Murad Molla Kütüphanesi’nin baş hafız-ı kütübüdür. Müderrisliğinin yanı sıra, birçok telif eseri bulunan Mehmed Murad Nakşibendî’nin başyapıtı Hülâsatü’ş-Şürûh ismiyle Mesnevî’nin tamamına yazdığı şerhtir. Türk edebiyatında Mesnevî’nin tamamına sadece yedi kişi tarafından şerh yazılmıştır. Şârihlerden sadece Mehmed Murad, Nakşî’dir. 6 cilt, 1420 varaklık bu kapsamlı eser, Mesnevî’nin bir Nakşî mutasavvıf gözüyle yorumu açısından diğer Mesnevî şerhleri arasında ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Mehmed Murad Nakşibendî’nin, eserinin satır aralarında Nakşîlik ve Mevlevîliğe ait birçok unsuru karşılaştırdığı görülmektedir. Özellikle Mevlevîlikteki semâ âyinleri ile ilgili çarpıcı eleştiri ve yorumlarda bulunmuştur. Anahtar Kelimeler Mehmed Murad Nakşibendî, Murad Molla, Mesnevî, Şerh, Dârü’l-Mesnevî, Nakşîlik, Mevlevîlik, Hülâsatü’ş-Şürûh

NİKSARLI COĞRAFYACI MEHMED SUUDİ EFENDİ VE TARİH-İ HİND-İ GARBİ

2014

Tokat şehri, doğal kaynakları ve zengin tarihi ile önemli olan bir Anadolu şehridir. Türk kültürünün gelişip zenginleşmesine önemli katkılarda bulunmuş olan bu şehir, birçok İslam bilginine de ev sahipliği yapmıştır. Bunlardan biri de Niksarlı Coğrafyacı Mehmed Suudi Efendi’dir. Mehmed Suudi Efendi’nin XVI. yüzyılda yazılmış Tarih-i Hind-i Garbi adlı bir eseri bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı, az tanınan, unutulmaya yüz tutmuş İslam bilgini Mehmed Suudi Efendi’yi ve onun eseri Tarih-i Hind-i Garbi’yi tanıtmaktır. Bu kapsamda Mehmed Suudi Efendi ve Tarih-i Hind-i Garbi adlı eseri incelenmiş ve ulaşılabilen kaynaklarda yer alan bilgiler ortaya konmuştur. Nitel araştırma desenindeki bu çalışmada veriler doküman analizi yöntemiyle toplanmıştır. Çalışma sonucunda elde edilen bu sonuçların yeterince tanınmamış bir coğrafyacının gün yüzüne çıkartılmasına ve Tokat/Niksar yöresinden hareketle topluma ve bilime katkısı olan bilginlerin tanınmasında yol gösterici olacağı düşünülmektedir.

MÜELLİFİ BİLİNMEYEN BİR ESER:“HİKÂYE-İ MUCİZÂTÜ’N-NEBİ”

Özet Bu çalışmada Millî Kütüphane kayıtlarında Ankara Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonunda yer alan 06 Hk 4334/1 arşiv numaralı yazmanın 1b-20a varakları arasında bulunan "Hikâye-i Mucizâtü'n-Nebi" isimli eser Arap harflerinden günümüz harflerine transkripsiyonlu olarak aktarılarak tanıtılmıştır. Yazmada eserin müellifi veya müstensihi, telif veya istinsah tarihi ile ilgili herhangi bir kayıt yoktur. Yazma içinde bir eser daha vardır. Bu eser yazmanın 20b-31b varakları arasında yer alır. Bu eserde H 994 (M 1585/ 1586) tarihinde geçtiği ifade edilen bir olay çevresinde dinî bilgiler verilmektedir. Hikâye-i Mucizâtü'n-Nebi isimli yazma eserde eserin müellifi, müstensihi, telif veya istinsah tarihine ait bir kayıt bulunmasa da yazma içinde aynı kalemden çıkan ve 20b-31b varakları arasında bulunan H 994 (M 1585/ 1586) tarihinde Sultan Murad devrinde geçen bir olay üzerine kurulan ve dini bilgiler içeren ikinci eserden hareketle Hikâye-i Mucizâtü'n-Nebi'nin H 994 tarihinde veya daha sonra kaleme alınmış olabileceğini düşünmek yerinde olacaktır.

KÜÇÜK ÂŞIK MUHAMMED EL-HÂLİDÎ EN-NAKŞBENDÎ’NİN MİFTÂHU KENZİ’L-ESRÂR İSİMLİ RİSÂLESİNİN TAHLİLİ

KÜÇÜK ÂŞIK MUHAMMED EL-HÂLİDÎ EN-NAKŞBENDÎ’NİN MİFTÂHU KENZİ’L-ESRÂR İSİMLİ RİSÂLESİNİN TAHLİLİ, 2022

Bu makalede Küçük Âşık Muhammed el-Hâlidî en-Nakşbendî’nin Miftâhu kenzi’l-esrâr isimli eseri ele alınacaktır. Küçük Âşık Efendi, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifesidir. Mısır’da Hidiv Abbas Paşa tarafından yaptırılan tekkede şeyhlik yapmış ve burada irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Şeyh Küçük Âşık Muhammed’in eserinde seyru sülûk, ilâhî bilgi konuları ile Nakşbendîlere ait güzel özellikleri ihtiva eden konular bulunmaktadır. Şeyh Küçük Âşık Muhammed seyru sülûkte iki konuyu ön plana çıkarmaktadır. Bunlar zikir ve şeyhtir. Nakşbendî tarikatında müridlere; sülûk esnasında iki zikir türü tavsiye edilmektedir. Bunlar ism-i zât ve nefy u isbât zikridir. Ayrıca müellif Şeyh Küçük Âşık Muhammed risâlesinde şeyhin önemine de değinmiştir. Ona göre müridi terbiye edecek şeyh sülûkünü tamamlamış olmalıdır ya da üveysî yolla manevi terbiyesini gerçekleştirmelidir. Risâlenin temel konularından biri ilâhî bilgidir. Şeyh Muhammed, ilâhî bilgiye nasıl ulaşılacağı ve bilginin söylenip söylenmemesini bu risâlede ele almıştır. Buna ilaveten o, Nakşbendîlerin güzel ahlakı hakkında bilgiler vererek onların sevilen hasletlerine dikkat çekmiştir. Bu makalenin amacı bahsi geçen risâle çerçevesinde Nakşbendî-Hâlidî bir şeyhin görüşlerini ortaya koymaktır. Söz konusu risâlenin daha önce Nakşbendî şeyhleri tarafından yazılan risâlelere benzediği sonucuna ulaşılmıştır. In this study, Küçük ʿĀshiq Muhammad al-Khālidī an-Nakshbandi’s work called “Miftāḥu kanz al-asrār” will be discussed. Küçük ʿĀshiq Muhammad is successor of Mawlānā Khālid Nakshbandi. He is the shaykh in the dervish lodge made built by Egypt governor and he guided his disciples and people around him. There are subjects including sayr and sulūk, the divine knowledge and great features of Nakshbandiyya in Küçük ʿĀshiq Muhammad’s work. He emphasized two issues in the period of sayr and sulūk: Dhikr and shaykh. The disciples recommend two kinds of dhikr in the sulūk of Nakshbandi. These are the “ism-i zat/dhāt’s name” and the “nafy u isbāt.” Küçük ʿĀshiq Muhammad has noted the importance of the shaykh in his work. According to him, the shaykh who will purify the nafs of disciples should be completed his sulūk, or his sulūk should be completed in “Uwaysī” way. One of the main topics of the work is divine knowledge. The shaykh mentioned subjects such as how to get divine knowledge and whether or not to say this knowledge in this work. In addition, he gives information about the great morals of Nakshbandis. He praised the Nakshbandis and drew attention to their good features. The aim of this article is to bring out the ideas of a Nakshbandi-Khālidī shaykh within the context of this work. It was concluded that the shaykh’s work resembled the works written by Nakshbandi shaykhs.

İmâm-ı Rabbânî'nin el-Mektûbât İsimli Eseri Bağlamında Nakşibendiyye Şeyhlerinde Bulunması Gereken Vasıflar

The Qualities that should have in the Naqshbandiyya Sheikhs in the Context of Imam Rabbani's Work Titled al-Maktubat, 2020

In this article, from the point of view of Imam Rabbani Ahmad Farouk al-Sarhandi, it was tried to present the qualifications required to be a sheikh, who is at the center of sufi education. The phrase “sufism is not a science of words, but a science of experience” draws attention to the importance of the sheikh in the system of sufi education. Because the sufi education is not conveyed with the information learned from the books, but through the sheikhs who actually lived this education in their soul. According to Imam Rabbani, the true sheikhs were the heirs of the Prophet (pbuh) in conveying people to the true path. But in order to be able to talk about a sound sufi education, the sheikh, who provided this education, must also bear on some qualities: the sheikh must have the scientific heritage of the Prophet (pbuh). His scientific heritage consists of the religious provisions and secrets. The sciences of provisions are the ostensible sciences that constitute the origin of shariah, while the sciences of secrets are sufistical knowledges. The sciences of religious provisions are like the root of a tree, whereas the sufistical knowledges are like the fruits of the tree. Just as it is impossible for a rootless tree to bear fruit, it is impossible for sufistical knowledges to emerge without the sciences of religious provisions. Therefore, the sheikh must master in both sciences. Sheikh must comply the sunnah of the Prophet (pbuh). There are seven degrees of this compliance: The first degree belongs to the common Muslims who have faith and fulfill the apparent provisions of the shariah. The second degree belongs to the people of the Tariqa who follows the words and deeds of the Prophet (pbuh) in matters such as beautifying morality, refinement of the nafs and purification of the heart. The third degree belongs to the saints who follows the spiritual state and discoveries of the Prophet (pbuh). The fourth degree belongs to the scholars who have the right to be in the status of the heirs of Prophet (pbuh). This degree can be achieved by obeying the Prophet (pbuh) in the full sense and abandoning all kinds of innovation. The fifth degree belongs to the Prophets of Perseverance who follows the perfection of Prophet (pbuh). The sixth degree is to be being subject to the perfection of the Prophet (pbuh) regarding the position of "mahbubiyyah". The seventh degree is the most comprehensive degree that includes all degrees. In this degree, there is a great similarity between the followed and follower; but the follower is another person, the followed is another one. The sheikh must be from the people of “sahw” (spiritual alertness), not from the people of "sakr" (spiritual ecstasy). This is possible by completing the process of spiritual development under the perfect sheikh. It is impossible for someone in a "sakr" situation to educate the disciples. Such people’s word that contradict the apparent provisions of shariah are not respected. Also, the sheikh must know how to behave towards his disciples. The sheikh should not teach the science of sufistical instruction to anyone without doing "istikhara" and should not be proud of the multitude of his disciples nor should he seek fame; while training his disciples he should only aim at gaining Allah's approval and should not pursue any interests. The sheikh should act with the awareness that he is an exemplary figure for her disciples; he should abandon “rukhsah” while act with azimah (determination), and he must carefully protect the boundaries of the shariah in all respects, especially in teaching the sciences of tariqa to female students. According to Imam Rabbani, the sheikh, who has the above qualities, is the true sheikh while the sheikh, who lacks these qualities, is an imperfect sheikh. Just as the imperfect doctors jeopardize the material life of the patients who applied to him, the imperfect sheikhs also jeopardize the spritual life of the disciples who attached to them. Therefore, a disciple who entered the sufi path, must pay attention to whether the sheikh to whom will has the qualities of the perfect sheikh. Otherwise, it is not possible for the disciple to mature spiritually. Keywords: Sufism, Imam Rabbani, al-Maktubat, Shaykh, Disciple. Bu makalede İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fâruk es-Serhendî’nin bakış açısıyla tasavvufî eğitimin merkezinde bulunan şeyhin taşıması gereken vasıflar ortaya konulmaya çalışılacaktır. “Tasavvuf, kâl ilmi değil hâl ilmidir.” sözü, tasavvufî eğitim sisteminde şeyhin önemine dikkat çekmektedir. Zira tasavvufî terbiye, kitaplardan öğrenilen bilgilerle değil, bu terbiyeyi nefsinde tatbik etmiş olan icazetli şeyhler vâsıtasıyla aktarılmaktadır. İmam-ı Rabbanî’ ye göre hakîkî şeyhler, insanları irşât etme konusunda Resûlullah' ın (s.a.v.) vârisleridir. Ancak sahih bir tasavvufî eğitimden bahsedebilmek için bu eğitimi verecek olan şeyhin, bazı vasıfları üzerinde taşıması da gerekmektedir. Şeyh, öncelikle Resûlüllâh'ın (s.a.v.) ilmî mirasına sahip olmalıdır. Onun ilmî mirası, “ahkâm” ve “esrâr” ilimlerinden oluşur. Ahkâm ilimleri, şerîatın aslını oluşturan zâhirî ilimler, esrâr ilimleri ise tasavvufî mârifetlerdir. Ahkâm ilimleri ağacın kökü, tasavvufî marifetler ise o ağacın meyveleri gibidir. Köksüz bir ağacın meyve vermesi nasıl imkânsız ise ahkâm ilimleri olmadan tasavvufî mârifetlerin ortaya çıkması da imkânsızdır. O halde tasavvufî terbiye ile meşgul olan şeyhin, her iki ilme de hâkim olması gerekmektedir. Şeyh, Resûlüllâh’ın (s.a.v.) sünnetine harfiyen mutabakat etmelidir. Bu mutabakatın yedi derecesi vardır. Birinci derece, îmân edip şerîatın zâhirî hükümlerini yerine getirmekten ibaret olup avam Müslümanlara aittir. İkinci derece, ahlâkı güzelleştirme, nefis tezkiyesi ve kalp tasfiyesi gibi konularda Resûlüllâh'ın (s.a.v.) söz ve fiillerine tabi olmayı ifade eder. Bu derece, kendisine tâbi olunan bir şeyhin gözetiminde bulunan tarîkat ehline mahsustur. Üçüncü derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) mânevî hal ve zevklerine tabi olmaktan ibarettir ki bu, “husûsi velâyet” makamındaki velilerin derecesidir. Dördüncü derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) vârisi konumunda bulunan ilimde rüsûh sahibi âlimlerin derecesidir. Bu dereceye, Resûlüllâh'a (s.a.v.) tam manasıyla uyup bid’atların her türlüsünü terk etmekle erişilir. Beşinci derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) kemâlâtına tabi olmaktır ki bu, Ülü’l-Azm peygamberlere ait bir derecedir. Altıncı derece, Resûlüllâh'ın (s.a.v.) “mahbûbiyyet” makamı ile ilgili kemâlâtına tabi olmaktır. Son olarak yedinci derece ise mutâbaat derecelerinin tamamını içine alan en kapsamlı derecedir. Bu derecede tâbî ile metbû arasında büyük bir benzerlik vardır; ancak yine de tâbi başka, metbû başkadır. Şeyh, “sekr” ehlinden değil “sahv” ehlinden olmalıdır. Bu da bir şeyh-i kâmil-i mükemmil gözetiminde mânevî gelişim sürecini tamamlamakla mümkün olur. Sekr halinde bulunan birinin, müritleri terbiye etmesi imkânsızdır. Bu haldeki kimselerin, şerîatın zâhirine ters düşen sözlerine itibar edilmez. Ayrıca şeyh, müritlerine karşı nasıl davranması gerektiğini bilmelidir. Şeyh, “istihare” yapmadan kendisine her müracaat eden kişiye tarîkat talimi yapmamalı; müritlerinin çokluğu ile övünüp şöhret peşinde koşmamalı; müritlerini eğitirken sadece Allâh'ın rızasını kazanmayı hedefleyip hiçbir menfaat gözetmemelidir. Yine şeyh, müritler için örnek bir şahsiyet olduğu bilinciyle hareket etmeli; ruhsatları terk edip azîmetler ile amel etmeli; her hususta ve özellikle kadın müritlerine tarîkat talimi yapma konusunda şerîatın sınırlarını aşmamaya hassasiyet göstermelidir. İmam-ı Rabbânî'ye göre yukarıda sayılan vasıfları üzerinde taşıyan şeyh, hakîkî şeyh, bu vasıflardan yoksun olan şeyh ise eksik şeyhtir. Eksik şeyh, tıbbî bilgileri eksik olan doktora benzer. Nasıl ki eksik doktor, kendisine başvuran hastanın maddi hayatını tehlikeye sokarsa eksik şeyh de kendisine intisâb eden müridin mânevî hayatını tehlikeye sokar. O halde tasavvuf yoluna sülûk eden bir mürîd, intisâb edeceği şeyhin, hakîkî şeyhin vasıflarını taşıyıp taşımadığına dikkat etmelidir. Aksi takdirde mürîdin kemâle ermesi imkân dâhilinde değildir. Anahtar Kelimeler: Tasavvuf, İmâm-ı Rabbânî, el-Mektûbât, Şeyh, Mürit.

Şeyh Bedreddi̇n’İn Menkibevî Hayatina Dai̇r Bi̇li̇nmeyen Bi̇r Eser: Menâkib-I Şeyh Bedreddi̇n Sultan

2013

There is plenty of information about Sheikh Bedreddin, who is remembered by his rebellion and the ideas which he spread and has still effectiveness, at the sources which are written at his time and also the ones written at later centuries. A type of the sources which we learn about his life is menakibnâmes. These types of sources were written more likely a tale history and they have a legendary phrase of explaining. It is known that there is a Menakibname about Sheikh Bedreddin which was written down by his grandson “Hafiz Halil” and transmitted to daily Turkish. The Menakibname which we held at our work is a type of pamphlet about his adventure of mystic life at Egypt. It is founded out only two copy of this pamphlet is available at our manuscript libraries. One of these copies at National Library and other one is in the Library of Suleymaniye. Primarily Menakibnames are going to be shortly mentioned as the sources of our cultural history in our essay. Afterwards the two manuscript...