İmam Mâtürîdî’de İnsan: Ruh, Nefs ve Beden İlişkisi Üzerine Bir İnceleme (original) (raw)

İhvân-ı Safâ Felsefesinde İnsanın Mahiyeti ve Nefs-Beden İlişkisi

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2023

https://dergipark.org.tr/en/pub/firatsbed/issue/75520/1207310 Bu çalışmanın amacı, İhvân-ı Safâ’nın insanın mahiyeti ve nefs-beden ilişkisine dair görüşlerini eleştirel bir yaklaşımla değerlendirmektir. Çalışmada, İhvân-ı Safâ’nın konuyla ilgili görüşleri, aşağıdaki sorular bağlamında ele alınmış ve eleştirel bir değerlendirmeye tabi tutulmuştur.

İslâm Felsefesinde Ruh - Beden İlişkisi

Turkish Studies, 2020

The soul-body relationship is an issue that has been discussed since ancient philosophers. Plato, Aristotle, and Neo-Platonic philosophers have left deep marks on the soul-body thoughts of the Islamic philosophers. While Islamic philosophers build their soul theories on the ideas of Antiquity and the New-Platonic philosophers, they introduced a new understanding of soul-body, based on the main sources of Islam. The soul theory, one of the most important issues of metaphysics, has been the subject of the independent works of Al-Kindî, Al-Fârâbîus, Avicenna and Averroes, one of the Islamic philosophers. Islamic philosophers tried to explain this subject by evaluating the concepts of intellect, soul, nafs and body. When it comes to the human body, the concept they generally prefer to use is the concept of nafs. In the philosophy of Islam, the relationship between the soul and body is shaped by the unification of the soul with the body, its effect on the body, soul's independence, the state of the body, the separation of the soul after the body's death, and is shaped by whether the soul preserves its individuality. The arguments of Islamic philosophers on the relationship between soul and body are generally similar. The fact that they were influenced by Ancient philosophers cannot be ignored. However, issues such as the life of the Hereafter, immortality of the soul, heaven and hell, which are the basic subjects of belief in Islam, are also related to this issue. For this reason, they gave information about these sensitive issues in their thoughts about the relationship between soul and body. In this article, we tried to enlighten the issue of spirit-body relationship in Islamic philosophy by revealing the thoughts of Al-Kindî, Al-Fârâbius, Avicenna, and Averroes on the spirit-body relationship.

Sadreddin-i Konevî’nin Talebesi Müeyyedü’d-Dîn-i Cendî’nin “Nefhatü’r-Rûh ve Tuhfetü’l-Fütûh”unda İnsan | Sefer Solmaz

bu sayısında, anılan bu coğrafî mekâna ruh veren kıymetlerimizin en önemlilerinden Sadreddin-i Konevî'ye misafir oluyor. Geleneğimiz, Konevi nisbesini bir isim gibi algılamış olduğundan, yapılan her bir "Konevî" atfı, akla hemen onu getirmiştir. Konevî'nin yaşamış olduğu döneme gelinceye kadar Konya siyâsî, sosyal, ilmî, fikrî ve sâir birçok yönden çok değerli ilim ve fikir insanları yetiştirmişti. İslâm dünyasının kalbinin attığı mühim merkezlerden birisiydi. Fakat bu kutlu belde hicrî 7., milâdî 13. asırda çok yönlü bunalım ve sarsıntının da odağında yer almış, Moğol ve Haçlılar gibi dış, Babaîler gibi iç sıkıntıların tesiri kendisini bütün gücüyle hissettirmişti. Böylesi bir kriz çağında, İslâm dünyasının muhtelif bölgelerinden gelen adanmış dimağların burada karar kılıp ve yine burada ilim, sanat ve düşünce üretmeleri, halka ümit aşılamaları bir tesadüf olmasa gerektir. Muhyiddin İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Hacı Bektâş-ı Velî, Ahî Evran ve Yunus Emre gibi her biri kendi alanında kurucu bir kimliğe sahip şahıslar yaşadıkları asırda sadece yerel ve bölgesel değil, evrensel bir dil geliştirdiler. Kadim pek çok disiplinin imkânlarından istifade edilerek, onların mezcinden oluşan bu yeni düşünce ekolünün temsilcilerine "Muhakkık" veya "Ehl-i Tahkik" denilmiş, ortaya koydukları düşünce sistemi de "Tasavvuf Metafiziği" olarak adlandırılmıştır. Muhyiddin-i Arabî'nin bir talebesi ve takipçisi olarak Sadreddin-i Konevî, üstâdının görüşlerini sadece sistematik bir hâle getirmekle kalmamış, aynı zamanda daha üst bir dil ve bakış açısıyla onları yeni bir forma büründürmüştür. O yüzden İbnü'l-Arabî "En Büyük Kurucu" (Şeyh-i Ekber) sayılırken "Konevî" de "Büyük Kurucu" (Şeyh-i Kebîr) kabul edilmiştir. Sadreddin-i Konevî, çağdaşı Mevlânâ ve Hacı Bektâş-ı Velî ile yakınlık kurmuş; Hacı Bektaş'tan, yetiştirdiği bir talebesini Konya'ya göndermesini istemişti. İslâm tarihinin yetiştirdiği abide şahsiyetlerden birisi olan Sadreddin-i Konevî'nin eserlerinin en azından önemli bir kısmı dilimize kazandırıldı, düşünce dünyası hakkında önemli çalışmalar yapıldı. Bununla birlikte, bizzat kaleme aldığı, okuduğu ve okuttuğu kitapları dergâhının kütüphanesine vakfetmesine, zaman içerisinde muhtelif ilave ve çıkarımların

Kur’ân Bağlamında İlk İnsan ve Nübüvvet-Fıtrat İlişkisi

2006

According to the Qur’an and Prophetic narrations, Adam is the first human being and prophet. However, there were set forth some claims that have no foundation in the Qur’an and sound Prophetic narrations. In this study, after identifying who the first human being and prophet is according to the Qur’an and sound Prophetic narrations, I will try to find answers to the followings questions: -How did angels know that man would shed blood and cause mischief when God said to them that He would appoint man vicegerent on the earth? -When might Adam be given prophethood and vicegerency? I believe that Adam was not appointed prophet just after his creation. Rather, he was given this office as a result of the breakdown of the primordial human disposition, the shedding of blood and the rise of mischief on the earth. When God informed the angels that He would appoint one of the human beings, who were present at that time, as vicegerent, they did not know who He would give this office. Neverthele...

Mâtürîdî'de İnsanın Sorumluluğu

Mâtürîdî'de İnsanın Sorumluluğu, 2015

Öz: İnsanın sorumlu oluşu, bir hakikat-i sabite olarak kabul görmüş olmasına rağmen, kelamda hem ahlak hem de ilahi sıfatlar açısından tartışılmıştır. Ahlak bağlamında ele alınması adalet prensibi odaklı insan fiillerinin yaratılışı ve aidiyeti merkezlidir. Buna göre insan, ahirette ceza ve ödüle konu olan bir özneyse, davra-nışlarının müridi ve faili olmalıdır. Ancak bu irade ve failiyyet, Allah'ın mutlak ilim, irade ve kudretiyle nasıl bağdaştırılacaktır, sorusu, konunun diğer veçhesini oluşturmaktadır. Öyle bir çözüm getirilmelidir ki, bir yandan insanın otonomluğu diğer yandan Allah'ın irade ve kudretinin işlerliği korunmuş olsun. Esasen kelam okulları insanın sorumluluğunu kabul etmelerine karşın, çözümü farklı şekillerde ortaya koymuşlardır. Bu çalışma, Mâtürîdî'nin konuya dair özgün yaklaşımını or-taya koymaya mebnidir. O, insan sorumluluğunu temellendirirken fiillerin varlık sahnesine getirilişini ilahi kudrete hamletmiş; fiilin sahibi ve failinin insan oldu-ğunu kabul etmiştir. Buradan hareketle de ona göre sorumluluğun temel nedeni, fiile iki irade ve kudretin taalluk etmesidir. Abstract: Though responsibility of human has been seen as a constant truth, it has been discussed in terms of both moral and divine attributes in kalam. In moral context, it is based on creation and ownership of justice-oriented human acts. Accordingly , if human is subject to punishment and reward, then he should be disciple and perpetrator of his acts. However the question of how this will and perpe-tratorty could be associated with the omniscience, will and power of Allah is another aspect of the subject. There must be a solution that preserve both the autonomy of human and functioning of will and power of Allah. Essentially, although kalam schools accepts the responsibility of human, they put forward solutions in different ways. This study aims to show Maturidi's original approach to the topic. While he tied the creation of acts with divine power, meanwhile he grounds responsibility of human and accepts him as actual owner and perpetrator of his acts. Hence according to him the basic cause of responsibility is because two will and two power are connected with the act. * Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi, İlahiyat Bilimleri Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Kelam ve İslam Mezhepleri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.

Osman Nuri Demir. Mâtürîdî’de İnsan Tasavvuru, İstanbul Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2020, 302 sayfa.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022

Modern Batı düşüncesinin kendi geleneğini eleştirel bir dille yorumladıktan sonra yeni bir bilgi ve varlık felsefesi inşa etmesi İslam coğrafyasında da yenilik arayışlarının başlamasına zemin teşkil etmiştir. Bu arayışlar İmam Mâtürîdî (ö. 333/944) ve Mâtürîdîlik eksenli yeni bir kelam dili ve anlayışı oluşturma teşebbüsünü gündeme getirmiş, bu durum da son dönemde hatırı sayılır bir literatürün ortaya çıkmasını sağlamıştır. Osman Nuri Demir'in 2019 yılında tamamladığı Mâtürîdî' de İnsan Tasavvuru başlıklı doktora tezinin gözden geçirilmiş ve kısmi tasarruflarla 2020 yılında aynı adla yayımlanmış çalışması bu literatürün son örneklerinden biridir. Eser, Mâtürîdîlik üzerinden yeni bir kelami anlayış oluşturmayı denemesi hasebiyle incelenmeyi hak etmektedir. Burada, Demir'in eserinde belirlediği kapsam ve çerçeve, öne sürdüğü iddiaların tutarlılığı ve ulaşılan sonuçların yeterliliği değerlendirilecektir.

Kur an in Bazi Ayetleri̇ Çerçevesi̇nde Nefs Kavraminin İnsan Davranişlarina Etki̇si̇

Journal of International Social Research, 2019

Öz İnsanı ülvi bir amaçla yaratan Allah (c.c), onu yeryüzünde kendi adına hareket edebilsin diye çeşitli kabiliyetlerle donatarak halifelik göreviyle görevlendirmiştir. Bu kabiliyetlerin bir kısmı nefsin "fücur" boyutuyla ilgili olup olumsuz, bir kısmı ise yine nefsin "takva" boyutuyla ilgili olup olumlu mahiyettedir. İnsanın varoluş gayesinin gerçekleşebilmesi ve Allah nezdindeki makamının belirlenebilmesi için birbirine taban tabana zıt olan bu kabiliyetlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu kabiliyetler sarmalında yaşayan insanın yapması gereken en önemli husus; nefsin fücur boyutundan kaynaklanan olumsuz duyguların baskısına karşı gerekli direnci ve kararlılığı gösterip yaratılış gayesine göre hareket edebilmesidir. Böyle davranması halinde "ahsen-i takvim" denilen en üstün varlık olmavasfına sahip olacaktır. Aksi halde-hayvani duygularla hareket etmesi ve arzularının arkasına takılması-"esfel-i safilin" denilen hayvanlardan daha aşağı bir seviyeye düşme riskiyle karşı karşıyadır.