“BEN ŞAİR! YALANCI, ALAYCI/ BELKİ YALVAÇ BELKİ KURTARICI/ DİNLEYİN ÖYKÜMÜ”: TUĞRUL TANYOL’UN ŞİİR AYNASINDA ŞAİR VE ŞİİR (original) (raw)

KAZDAĞLARINDA AYİN VE ŞİİR: TAHTACI TÜRKMENLERİNİN SAZANDARLIK / ZÂKİRLİK GELENEĞİ ÜZERİNE

Özet Kazdağlarında yaşamakta olan Tahtacı Türkmenlerinin Alevîlik inancına bağlı oldukları ve bu kapsamda bazı uygulamalar yaptıkları bilinmektedir. Anadolu'daki diğer Alevî zümrelerde olduğu üzere Tahtacı Türkmenlerinin dinî ve sosyal hayatında cem törenlerinin önemli bir yeri vardır. Yılın belirli zamanlarında ve bazı durumlara bağlı olarak gerçekleştirilen cemlerde bazı hizmet sahipleri bulunur. Daha açık bir ifadeyle cem törenin düzenli ve kurallara uygun bir şekilde yürütülebilmesi için bazı görevlerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Cem törenlerinde " dede " den sonra ce-min olmazsa olmazı olan sazandarlar/zâkirler de görev sahipleri arasında yer alırlar. Saz eşliğinde nefesler söyleyen bu tiplerin icra alanı sadece cemler değildir. Kurban ve adaklarda, asker uğurlamalarında, düğünlerde gelinlere uygulanan " baş bağlama " töreninde, ölüm sonrasında ölüye ezgili şiirlerin söylendiği ağıt törenlerinde, Hıdrel-lez kutlamalarında, Sarıkız ziyaretlerinde ve hastaların sağaltılmasında zâkirler aktif bir role sahiptirler. Bu makalede Kazdağının Balıkesir sınırları içinde kalan Tahtacı Türkmenlerinin sazandarlarlık/zâkirlik geleneği ele almıştır. Sazandarların eğitimi ve mesleğe geçişleri, icra ortamları ve zamanları, söyledikleri şiirlerin şekil, yapı ve içe-rik özellikleri, dinî ve sosyal hayatta üstlendikleri görevler ve sazandarlık geleneğinin günümüzdeki durumu üzerine tespit ve değerlendirmeler yapılmıştır.

TURGUT UYAR’IN ŞİİRLERİNDE “BEN VE “ÖTEKİ”NİN ÖZGÜRLÜK VE KAÇIŞ İTKİSİ

nsanın kendi “ben”i ve “öteki”ne, doğa, mekân ve zamana yabancı olması, ontolojik olarak yalnızlık ve özgür olma güçsüzlüğü yaratır. İnsan, bu durumda kendisi ve başkaları arasında bir seçim yapar. Bu seçim esnasında insan özgürlüğünü ekonomik, kültürel, dinî ve siyasî olarak sağlayamazsa kendini güvenlikten yoksun, sıkışmış ve kuşatılmış hisseder. İnsanın kendini tutunma noktalarından yoksun ve boşlukta hissetmesi, varoluşun ayrılmaz bir parçası olarak özgürlük ve özgür olma duygusunu çekilmez bir hale getirir. Bu durumda insan özgürlük duygusundan uzaklaşarak kendini özgürlükten yoksun bırakır. Modern insanın özgür iradesiyle kendini kurma isteği, içinde yaşadığı dünyada varoluş olarak güvensiz, yalnız, terk edilmiş ve “öteki” hissetmesine neden olur. Uyar’a göre özgürlük, varoluşunun belirlenmemiş bilinci ve bilgisine varmaktır. İnsanın kendisini belirleyen varoluşunun bilincine varamaması, şairin de kendi “ben”i ve “öteki ben”ini bir varoluş olarak ortaya çıkarmasını sağlar. Uyar’ın “ben” ve “öteki ben”in” içinde yaşadığı mekânın buradalığını şimdide yaşayamaması, onun ötelere, bilinçaltına ve düşlere yönelmesine neden olur. Şairin kaçış durumunu varoluşsal bir sorunsal olarak ele aldığı şiirlerinde “ben” kendini ve içtenlik değerlerini keşfetmek için bilinçaltına sığınır. Anahtar Kelimler: Turgut Uyar, ben, öteki, özgürlük, varoluş, kaçış, sığınma

TURAN ÜLKÜSÜ ETRAFINDA SİİRLERİNİ YAZAN ŞAİR: ZİYA GÖKALP’IN ŞİİRLERİNE İDEOLOJİK BİR BAKIŞ

Düşmanın ülkesi virân olacak Türkiya büyüyüp Turân olacak Ziya Gökalp Edebiyatın siyasetle ilişkisi yüzyıllardır devam eden bir birliktedir. Bu birliktelik sadece Türk edebiyatında değil, Batı edebiyatında da var olagelmiştir. Yazarlar; üsluplarını, anlatım tarzlarını, bakış açılarını, dili kullanma biçimlerini, toplumsal durumlara karşı tavırlarını ve ideolojilerini okurlarına iletmek veya aşılamak için edebî türlerin her türlüsünü kullanmıştır.

TURGUT UYAR’IN ŞİİRLERİNDE “BEN” ve “ÖTEKİ”NİN BAŞKALDIRISI

İnsanın varlığını sürdürmek için düşünmesi, onun ön koşuludur. Bu nedenle insan düşünsel ve eylemsel olarak kendini var etme süreciyle birlikte bir özne “ben”e dönüşür. Bu dönüşümde birey, “ben”, kendisi, toplumsal norm ve inançlara karşı gelerek “insan olma” tecrübesini yaşar. Uyar’ın şiirlerinde insanın kendi olma tecrübesi, şiirdeki özne “ben”in kendini kurma çabası etrafında derinleşerek tutunma noktaları oluşturur. “Ben”in kendi olma tecrübesinde başkaldırı, varoluş gereğidir. Bundan dolayı Turgut Uyar, şiirlerinde başkaldırıyı “ben”in kendini kurma süreci olarak görür. Şairin şiirlerinde başkaldırı; “ben”in kendine, toplumsal değerlere ve kutsala yönelmesi şeklinde derinleşir. Turgut Uyar’ın şiirlerinde “ben”in kendine başkaldırması, yaşanan düşünsel çatışmalar sonucunda ortaya çıkar. Nitekim şiir öznesi, kendi bireysel varlığının varoluşsal özgürlüğünü kavradıkça sınırlandırılmışlığını fark eder. Bu fark edişle özne “ben” kendi benliğine dalarak, varoluş bilinci ve kendilik sürecini irdeler. Turgut Uyar şiirlerinde bireyin yerleşik normlar tarafından kuşatılmasına karşı çıkar. Bu yüzden şiirlerdeki özne “ben”, toplumsal normlara düşünsel ve eylemsel başkaldırı içindedir. Turgut Uyar şiirlerinde toplumsal değer ve normlar, “ben”in özgürlüğü karşısında bir değer olarak görülür. Bu yüzden şiir özneleri gelenek, töre, siyasi erk, kamusal normlara başkaldırı eğilimindedir. Turgut Uyar’ın şiirlerinde Tanrı ve onun kutsallarına başkaldırı, diyalektik yapıdadır. Uyar, şiirlerinde Tanrı ve kutsallarını yaşamın merkezine koymak yerine, Tanrı ve değerlerini yaşamın dışına doğru iteler. Anahtar Kelimeler: Turgut Uyar, ben, öteki, başkaldırı, toplumsal değerler, Tanrı ve kutsal.

ANTİK TOPLUMLARDAN TEK TANRILI DİNLERE “TANRI’NIN NÛRU”: NÛR 35. ÂYET TEMELİNDE KARŞILAŞTIRMALI BİR YAKLAŞIM

Prof. Dr. Mustafa Yıldırım'a Armağan, 2024

“Allah, göklerin ve yerin nurudur”… Nûr Suresi’nin 35. ayeti belki de Kur’an-ı Kerim’deki en güzel bir o kadar da sembolik tek ayettir. Çağlardan beri bu ayet, pek çok İslam alimi tarafından çeşitli açılardan yorumlanmaya çalışılmış, her bir yorumda farklı açılardan ele alınmıştır. Bu anlama çabası, Kur’an’ın anlam dünyasının zenginliğini ifade eder. Ne var ki bu zengin anlam dünyası bir süre sonra yorumlama açısından kendini tekrar etme düzeyine inmiş görünmektedir. İslam dünyasının yorumlarındaki bu kendini tekrar etme, muhtemelen modern çağda gelişen yeni sosyal bilim dalları ve metodolojilerini İslami ilimlere uygulama eksikliğinden kaynaklanıyor olabilir. Sosyal bilimlerin Batı’nın üretimi olduğuna dair ötekileştirici bakış açısı ve geleneksel metoda artan düzeydeki bağımlılık, yorumlama düzeyinde farkın gittikçe açılmasına sebep olmaktadır. Biz bu çalışmada Nûr Suresi’nin 35. ayeti bağlamında kadim bir tanrısallık anlayışını dinler tarihi perspektifinden incelemeye çalışacağız. Konu açısından böyle bir yöntemi tercih etmemizin kendi için pek çok amacı vardır. Bunlardan ilki hiç şüphesiz söz konusu ayeti dinler tarihi metodolojisi ve kaynaklarından faydalanarak açıklama çabasıdır. Dinler tarihi biliminin gelişmesiyle sadece Kur’an’ın değil bütün kutsal metinler hermenötiğine tarihsel, fenomenolojik ve karşılaştırmalı metotlar dahil olmaya başlamıştır. Sosyal bilimler metodolojisi bağlamında hala tartışılan bu yöntemler, yine de kutsal metnin doğasına, kompoze edildiği çağlardaki anlama ve alegorik/sembolik yorumlama tarzlarına öncülük etmiştir. Semitik-İbrahimî din geleneğinin son temsilcisi olan İslam vahyini kendi nüzul döneminin algı düzeyi, din anlayışı, dil-edebiyat kullanımı ve alegorizasyonları anlayabilmek için belki yeni yöntemler de bir parça faydalı olabilir. Sonuç olarak Kur’an’ın indiği toplum da geç antik çağın bir üyesi olarak modern din anlayışından önceki bir evreyi yansıtmakta ve kaba taslak bu dönemin kutsallık anlayışını örneklendirmektedir. Bu bağlamda biz de Nûr Suresi’nin 35. Ayeti kendi döneminden değil, bağlı olduğu semitik geleneğin ilk dini örneği olan antik dinler evresinden başlayarak anlamaya çalışacak ve antik dünya ile İslam arasında köprü olan Yahudi-Hıristiyan din evresinin tecrübelerini de hesaba katacağız.

LİRİK SÖYLEMDEN DİRENÇ DEVŞİREN ŞAİR: ALAADDİN SOYKAN VE ŞİİR VARLIĞI

Hikmet-Akademik Edebiyat Dergisi, 2024

Alaaddin Soykan’ın (1943-2020), şiirle olan bağlantısı henüz çocukluk yıllarında başlamıştır. Bu etkileşim, kısa sürede hayranlık duygusuyla birlikte yaşam boyu devam edecek bir bağlılığa dönüşecektir. Nitekim şiir türü onun için bayağı görülen uğraş veya araç olmaktan öte ontolojik arayış sürecinde, şahsına rehberlik eden bir dayanak hâline gelmiştir. Özellikle 1980’li yıllardan sonra süreli yayınlarda istikrarlı bir şekilde adını duyurmayı başaran Soykan’ın, nevi şahsına münhasır bir yaşantısı ve şiirsel söylemi bulunmaktadır. Şair, Varlık, Türk Dili, Mavera ve Ay Vakti benzeri çeşitli dergilerde şiirleriyle hazır bulunmuştur. Hissedilir derecede içli bir söyleyiş tarzına sahip olan sanatçı, lirik ve coşkulu ifade tarzını sentezlemiştir. Şiirlerinde soyut ve somut ögeleri aynı anda kullanmaya gayret eden şair, her açıdan tekrara düşmekten kaçınma eğilimindedir. Geleneksel şiir varlığının yanında modern şiirin güncel yönelimlerini de dikkatli bir gözle takip etmiştir. Daima eklektik bir kaynak varlığından faydalanmış, her açıdan özgün bir dil düzeni inşası için azami çaba sarfetmiştir. Türk edebiyatı tarihi kaynaklarında adı kısmen zikredilse de Soykan’ın şahsına ve en önemlisi şiir varlığına ilişkin yeterli ve ayrıntılı bir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Çalışmanın temel dayanak noktası da Alaaddin Soykan şiirlerine ilişkin genel ve toparlayıcı bir metin ortaya koymaktır.

ŞAİRİN SAKLI BAHÇESİNİN ŞİİRE YANSIMALARI: POETİK VE ESTETİK AÇIDAN KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE HAYAL

Öz Şair; duygu, düşünce ve arzularını hayal gücünün yardımıyla dönüştürerek sanatsal ve estetik bir kalıpta sunan kişidir. Başta teşbih ve mecaz olmak üzere edebî sanatları kullanarak iç ve dış âlemden aldıklarını sanatsal boyutta tekrar inşa eder. Bu süreçte şairin duygu, düşünce ve tasarılarına yön veren hayal gücüdür. Klasik Türk şiirinde hayal, şiirin başlangıcı ve şairin beslendiği önemli bir kaynaktır. Zira şairler hakkında değerlendirmelerde bulunan tezkire yazarları hayali güzel söz ve şiiri netice veren bir değer olarak görürler. Tezkirelerde kullanılan dile bakarak hayal gücünün güzeli tarif eden, güzeli arayan estetik değerlendirmeler için bir ölçüt olduğunu söylemek mümkündür. Klasik Türk şiirini kendi sistemi içerisinde değerlendirmek, şairlerin hayal kavramına bakışları ve hayal gücüne yönelik değerlendirmelerini dikkate almamızı gerektirir. Bu bağlamda, klasik Türk şiirinde hayal kavramının çeşitli teşbih ve mecazlarla kullanıldığı görülür. Hayalin hazine, gül bahçesi, deniz ve sultan gibi kavramlarla ilişkilendirildiği bu teşbihlerde şairin hayale atfettiği değer ya da işlevi bulmak mümkündür. Şairlerin çeşitli benzetme ve mecazlar çerçevesinde şiirdeki yerine işaret ettikleri hayal, klasik Türk şiirinde poetik ve estetik bir değere sahiptir. Abstract Poet is the one who offers his feelings, thoughts and desires in an artistic and aesthetic mold by converting them with the help of imagination. He rebuilds the materials received from internal and external world in artistic dimension by using literary arts especially including similes and metaphors. In this process, the power of imagination shapes the poet's feelings, thoughts and designs. In classical Turkish poetry the imagination is the beginning of the poem and an important source that the poet is fostered. Because the authors of tezkires who had assessments about the poets see the imagination as a value that results the good word and poetry. Looking at the language used in tezkires it can be said that the imagination is a criterion for aesthetic considerations that defines and seeks the beauty. Evaluating the classical Turkish poetry in its system requires us to take into account the assessments and the concept of view of the poets over the imagination. In this context, the concept of imagination is seen in classical Turkish poetry used with a variety of similes and metaphors. In these similes which the imagination is associated with the concepts like treasue, rose garden, sea and sultan it is possible to find the value and the function of imagination that the poet attributed to. The imagination that the poets pointed out its place in poetry under various similes and metaphors has a poetic and aesthetic value in classical Turkish poetry. Giriş İnsana yeni umutlar, yeni heyecanlar veren hayal gücü insan için önemli olduğu gibi sanat açısından da ayrı bir öneme sahiptir. Zira hayal, sanatın ortaya çıkması ve ilerlemesinde itici güçtür. Sanatçı; iç ve dış âlemde duygu, idrak ve hissini derinleştiren; bulduklarını dönüştürerek ses, renk, kelime gibi çeşitli estetik kalıplarda ifade eden kişidir. İç ve dış âlemin yeniden inşa edilip farklı bir gerçeklikle sunulduğu sanat eseri, sıra dışı özellikler gösteren olağanüstü bir hayal gücüne dayanır. Sanatsal gerçekliğin şekillenmesi, sanat eserinin ortaya çıkması büyük ölçüde hayal gücünün imkânlarına bağlıdır. 1 " Hayal " , sözlükte " insanın kafasında tasarlayıp canlandırdığı şey. " (Devellioğlu, 1997: 346), " Bir şeyin gerçeği zannedilen veya gerçeğine benzeyen, benzetilen görüntüsü " (Durusoy, 1998: 1) diye tanımlanır. " Tahayyül " , hayal etme eylemi; " mütehayyile " ise hayal gücü anlamında kullanılan terimlerdir. Klasik Türk şiirinde Arapça bir sözcük olan " hayal " in çoğulu " hayâlât " ve aynı kökten gelen " muhayyel " ve " tahayyül " sözcükleri hayal ile birlikte sıklıkla geçer. Hayal, kimi zaman gerçek dışı, asılsız iş anlamlarını ifade eder. Ahmet Paşa'nın " Hayâl-i bâtıla bakma basîret ehli isen " (Ahmet Paşa Divanı, 1992: 111) dizesi ile Nâilî'nin " Düşdük cünûn-ı aşk ile vehm ü hayâle biz " (Nâilî Divanı, 1990: 138) mısraı hayal kavramının " kuruntu, asılsız iş " anlamlarıyla kullanımına birer örnektir. * Yrd. Doç. Dr., Bartın Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 1 Esrar, imkân ve imkânsızlık sınırlarını kaldırmasıyla insanın önünde yeni bir buut oluşturur. Bazı sanatçıların esrara olan düşkünlükleri, esrarın gerçek âlemden kaçışla birlikte insanı hayalin uçsuz bucaksız âlemlerinde gezdirmesine bağlanabilir. Hatta şiir, müzik, dans, tiyatro gibi sanat dallarının ilk icracılarından olduğu kabul edilen şamanlardan bazılarının esrime deneyimi için esrar kullandıkları bilinmektedir.