ANADOLU’DA MÜSLÜMAN TOPLUM İNŞA SÜRECİNDE AHİ TEŞKİLATI (original) (raw)

ANADOLU SAHASI MESNEVİLERİNDE MİRAÇ MEVZUU

Bu makalede XIV ve XIX. yüzyıllar arasında Anadolu sahasında yazılan 19 mesnevî üzerinde miraç konusu araştırıldı. Çalışmanın giriş bölümünde miraç kelimesinin anlamı üzerinde duruldu, miracın gerçekleşme zamanı ve şekli anlatıldı. Sonra Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde yer alan miraçla ilgili bilgilere yer verildi; Arap, Fars ve Türk edebiyatlarında miraç konusunun işlenişi anlatıldı ve bu konuda yazılan eserlerden bahsedildi. Ayrıca Anadolu sahası mesnevîlerinde miraç bölümlerinin şekil ve içerikleri hakkında bilgiler verildi, miraç motifleri anlatıldı. Makalenin sonunda bütün bu çalışmalar değerlendirme ve sonuçla özetlendi.

HİTİT DÖNEMİ ANADOLU’SUNDA MEYVE AĞAÇLARI

ANASAY , 2019

İnsanlık tarihindeki önemli aşamalar arasında yer alan yerleşik hayata geçişin doğal bir sonucu olarak insanoğlu tarımsal üretime başlamıştır. Tarım üretimi doğada yabani şekilde yetişen bitki ve ağaçların kontrol altına alınması ile olmuştur. Bu devrimin sonucunda binlerce yıl avcı ve toplayıcı olarak yaşayan insan toprağa yerleşerek tarım ürünleri üretmeye başlamıştır. Üretim faaliyetleri ile insanoğlu birinci dereceden ihtiyacı olan beslenme sorununa çözüm bulmuştur. Avcı ve toplayıcı dönemden itibaren yaşadıkları coğrafyanın bitki örtüsü ile içi içe olan insanoğlu, bu işbirliğini yerleşik yaşama geçtikten sonrada sürdürmüştür. Avcı-toplayıcı dönemde doğanın kendilerine sundukları bitkiler ile beslenen insanlar yerleşik hayata geçince doğanın sunduğu bu bitkileri ekip-dikmek suretiyle kendi kontrollerine almışlardır. İnsanoğlunun besin tüketimi içerisinde önemli bir yere sahip olan meyve/meyve ağaçları Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde doğal, iklimsel ve topografik şartların uygunluğundan dolayı bolca yetişmektedir. Anadolu’da yaşayan toplumlar için tarihin her döneminde meyve ağaçları önemli bir besin kaynağı olmuştur. Orta Anadolu’da M.Ö. 1650-1250 yılları arasında hüküm süren Hitit Devleti de Anadolu coğrafyasının sunmuş olduğu zengin meyve ağacı çeşitliliğinden yararlanmıştır. Anadolu’nun değişik bölgelerinde kurulan Hitit yerleşimlerinden ele geçirilen çivi yazılı tabletlerde meyve/meyve ağaçları hakkında çeşitli bilgiler yer almaktadır. Bu makalede Hitit Dönemi Anadolu’sunda yetişen/yetiştirilen bazı meyve/meyve ağaçlarının tüketim ve kullanım hakkında bilgiler yer alacaktır.

AHİLİĞİN OLUŞUMU VE ANADOLU'DA AHİLİK

2023

Ahilik, iş hayatında en dürüst, cemiyette en edepli, siyasette en faziletli, savaşta en cesur, zaviyede ise en mütevazı olmayı gaye edinmiş teşkilattır.

ANADOLU’DA YAYLACILIK KÜLTÜRÜ

10. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, 2012

Yaylacılık faaliyetlerinin Türk tarihinde ve yerleşme kültüründe özel bir yeri vardır. Bu faaliyeti özel kılan durum ise; Türklerin tarih boyunca kırsal yaşam birlikleri içerisinde yayla yerleşmelerine hep yer vermiş bir millet olmalarıdır. Türklerle yaylalar arasındaki bu birliktelik bir taraftan tarihi yaşam biçimi ve ekonomik nedenlerden, diğer taraftan ise coğrafi çevre şartlarından kaynaklanmıştır. Gerçekten de hem Asya hem de Anadolu'nun değişik yörelerindeki yüksek dağlık alanlar, yaylacılığı Türkler için bir tercihten öte, bir zorunluluk haline getirmiştir. Söz konusu bu beraberlik, bütün alışkanlıklarından, üretim biçimlerine kadar pek çok maddi kültür öğesine yansımış ve böylece Türklere özgü bir yayla kültürü ortaya çıkmıştır. Öyle ki yayla yaşamı, sadece ekonomik amaçlı bir faaliyet değil, aynı zamanda da Türk insanı için vazgeçilmez bir gelenek, bir tutku ve kendine özgü bir töre ve alışkanlıktır. Bu şekliyle Anadolu insanını yüzyıllardan beri sürdürdüğü bu faaliyetten ayrı düşünmek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle yaylacılık, Türk insanının bir gereksinimi, bir özlemidir.

ANADOLU'DA TÜRK İSLAM SANATI

Bu eser bize, madcfı güç, teknoloji, bilim ve adaletin ellerinde yükselen büyük Türk İslam medeniyetinin, inşa ettiği her mabedin taşında, dokuduğu her halının düğümünde, ördüğü her kilimin motifinde, resmettiği her minyatürün renginde ve yazılan her ferman ve berata vurulmuş tuğrada, kılı kırk yaran bir hesaplamanın, renk, şekil ve ahenk ile resmedilişini anlatıyor. Bu kitap, içinde değerli meşrubatı saklayan bir küpün, her türlü sızdırma ve bozulmaya karşı sırla kaplanması gibi Türk-İslam medeniyetinin, Türk-İslam sanatıyla nasıl sırlandığını kulaklara fısıldıyor, içerdiği sanat resimleriyle bu hakikati gözlerin tanıklığına sunarak ... Kitabın kapağını araladığımız ilk andan itibaren adeta bir selatin camiinin cümle kapısından giriyoruz. Ardından gözlerimiz ibadet sessizliğiyle, her biri medeniyetimizin muhteşem birer yansıması olan fotoğrafların seyrine dalıyor, kulaklarımızı minarelerden okunan segah tekbirler okşuyor, bu tekbirlere, mehteranın kös ve nakkarelerinden yankılanan nağmeler karışıyor ... Sanatın inceliklerine ait bilgiler, hikmetin, marifet ve ilimle harmanlanmış birer numunesi olarak beynimizin kıvrımlarında geziniyor. Hat sanatından ebruya, hilye-i şeriflerden tuğralara, fermanlardan ciltlere, heybelerden kilimlere, kündekan minberlerden abanoz rahlelere, mezar taşlarından mevlide, devasa bir yapbozun birbirini tamamlayan parçaları, bizi içine aldığı ahenk helezonuyla bu dünyada varlık bulmuş, fakat her haliyle ötelerden sarkıtılmış olduğu belli olan bir güzelliğin içine itiyor. Bu güzellik bugün dahi gök kubbede hilalin parıltısıyla, tatlı yakamozlar oluşturarak, ufuk çizgisine doğru bir deniz edasıyla gözlerimizin önünde uzanıyor. Neylesin ki biraz mahzun, biraz mahcup, fakat yine de vakur ... J Ruhlarımız, aharlanan kağıtların eskidikçe daha da güzelleşmesi gibi, Sedefkar Mehmet Ağa'nın Sultananmed'ine, Koca Sinan'ın Selimiye'sine teslim oluyor, gözle rimiz, en saydam noktasına kadar, vitraylardan yayılan ışık halelerine kapılıyor ... Şadırvanlardan akan suyun şırıltısında, ezanlar okunurken sabahın alacakaranlık ışıltısında, sarımsı ve beyazımsı fildişlerinden, ak ve kırmızı mercanlardan ve hatta denizin dibinden çıkarılmış amber lerden, tesbih taneleri Allahu Ekberlerimize tanıklık edi yor ... Derken Anadolu, Balkanlar, Asya, Afrika ve Avrupa, ha yalimizde, ebru sanatındaki tekneye dönüşüyor ve her cami, her bedesten ve her kervansaray, ebruda tekneye serpilen boyanın dibe çökmemesi için özenle yerleştirilmiş kitre gibi doğu, batı, kuzey ve güney istikametindeki geni$ daireye serpiştirilmiş birer medeniyet nişanesi olarak seyrine doyulmaz bir manzara sergiliyor. Meğerse sanat, İslam medeniyetinin kitresiymiş ... Yavanlaşmış, rengi kaçmış dünyamızda buna ne kadar ihtiyacımız var! Yoksa "Allah'ın rengiyle boyanmak" denilen şey, Rabbin cemaline ram olmuş gönüllerin, insan eliyle, bir çinideki motif, bir kitaptaki şemse, bir konaktaki cihannüma, eski bir taş bedestendeki bez ile sarmalanıp çevrelenmesi mi? Bülbülyuvası, çiçek, lale, karanfil, hercai, menekşe ve gelincikli ebrular ... Firuze, lacivert ve mozaik çiniler ... Damarlarında nişasta muhallebisi taşıyan katı'lar ... İlim. ve hilim kanatlarıyla melekleşmiş sahn-ı seman müderrislerinin ellerinden çıkma tuğralar ... Tevazu ve mahviyet hisleriyle bir "ketebe"yi bize çok gören hattatların ellerinden çıkma vav' lar, Yasin'ler ... Kırmızı, yeşil, mavi, mor ve vişne sahtiyanlara, meşin de rilere bürünmüş ilmin ikram tepsileri miklepli, sertaplı kitap ciltleri. .. Beyaz üzerine mavi menevişli Şiraz taşından tespihler ... Biz, sizi gördükten sonra solmuş ve rengi kaçmış çaput lara nasıl rağbet edelim? Çivi, tutkal, raptiye ile ayakta kalanlara nasıl ahşap diyelim?

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ANADOLU’DA ÖLÜM VE DOĞUM SEMBOLİZMİ

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ANADOLU’DA ÖLÜM VE DOĞUM SEMBOLİZMİ, 2004

İnsanlığın yaratmış olduğu tüm değerlerde, kültürlerde onun ölümsüzlük isteği hemen göze çarpmaktadır. Mitolojiler incelendiğinde insanın daha önce ölümsüz olduğu; ancak sonradan işlediği bir günah yüzünden ölümsüzlüğü elinden kaçırdığı anlatılır. Tek Tanrılı dinlerin Adem ile Havva mitosu bunun en güzel örneğidir. Mezopotamya kaynaklı Gılgamış Destanı da yine bu arzuya verilebilecek güzel bir örnektir. İnsanoğlu doğayı gözlemleyerek hiçbir şeyin yok olmadığını, sadece şekil değiştirdiğini görmüş ve ölümün de aslında bir son olmadığı, sadece bir dönüşüm olduğu sonucuna varmış, ancak böylece ölüm korkusunu dizginleyebilmiştir. Bu dizginlemeye rağmen insanlar, direkt bakamadıkları güneş gibi ölüme de direkt bakamamışlar, ölümü ölüm olarak adlandırmak yerine "vefat etti", "göçtü", “hakka yürüdü” gibi bulanık adlandırmalarla anmışlardır. İşte bu korku ve ölümsüzlük arzusudur ki ilk dinsel inançlar ölüm düşüncesi etrafında gelişmiştir. Tylor'a göre insanların ilk tapınakları atalarının mezar başı olmuştur.