PRENS SABAHADDİN’İN ADEM-İ MERKEZİYET ANLAYIŞININ GÜNÜMÜZ YERELLEŞME SÜRECİNE YANSIMALARI (original) (raw)

KLASİK LİBERALİZM AÇISINDAN PRENS SABAHADDİN'İN TOPLUM FELSEFESİ

KLASİK LİBERALİZM AÇISINDAN PRENS SABAHADDİN'İN TOPLUM FELSEFESİ, 2019

Osmanlı döneminde ülkenin içinde bulunduğu olumsuz durumdan kurtulmanın yollarını arayan aydınlar arasında önemli bir isim olan Prens Sabahaddin, kendi toplum felsefesini liberal ögeler ile şekillendirmiştir. Aydınlanma dönemi ile birlikte ortaya çıkan liberalizm düşüncesinin temel ilkelerinden olan bireycilik, özgürlük, sınırlı devlet, piyasa ekonomisi gibi ilkelerini benimseyen Prens Sabahaddin, bu ilkelerin bir sentezi olarak teşebbüs-i şahsi ve adem-i merkeziyet ilkelerini benimsemiştir.

PRENS SABAHATTİN'İN SİYASİ HAREKETİNE DÜŞEN GÖLGE: DAMAD MAHMUD PAŞA'NIN İMTİYAZ TALEBİ PAZARLIKLARI

Özet Türkiye'nin çağdaş siyaset ve düşünce alanında yaşanan önemli bir yarılma, Prens Sabahattin'le ortaya çıkan harekettir. Sultan II.Abdülhamid'e muhalefetle başlayan ve muhalif gruplarla işbirliği arayan bu hareketin arka planı muhtelif yorumlara konu ol-muştur. Yüksek maliyete dayanan Bağdat Demiryolu ihalesinin hangi ülke sermayesine verileceği tartışıldığı sırada Prens Sabahattin'in babası Damad Mahmud Paşa'nın dev-reye girmesi dikkatlerden kaçmamıştır. Bu konu üzerinde yürütülen spekülasyonları ay-dınlatacak önemli bir kanal, Osmanlı arşiv belgeleri olacaktır. Şimdiye kadar yayınlanan mektuplara ve kişisel beyanlara ek olarak bu konudaki devlet belgelerine yer vermekle daha nesnel ve tamamlanmış bilgilere ulaşmak mümkündür. Zamanın Paris ve Brüksel Sefirleri tarafından Mahmud Paşa ile yapılan yurda dönüş pazarlıklarına ilişkin bilgiler Saray'a gönderdikleri raporlardan izlenebilmektedir. Bu makalede, yüksek sayıdaki bel-geler arasından, demiryolu imtiyazı konusuyla ve yurt dışına firar eden Mahmud Paşa'nın yurda dönmek için devlete ileri sürdüğü şartlarla ilgili olanlara dayanarak söz konusu soruna açıklık kazandırılmaya çalışılacaktır.

SELMÂN-I SÂVECÎ’NİN CEMŞÎD Ü HURŞÎD MESNEVİSİNDE MÜZİK TERİMLERİ

KÜLTÜRK, 2024

İslamî edebiyatının müşterek mirası olan mesneviler, ele aldıkları konu itibarıyla şairin hayal dünyası ile beraber birçok tarihi hadise ve kültürel değeri de yansıtır. Bu yönüyle edebiyat, geçmişten bugüne aktarılan kolektif bilgi ve kültürel değerlerin önemli bir taşıyıcısı olarak ön plana çıkar. Manzum eserler ve özellikle aşk mesnevileri, içerdikleri bilgilerle dönemin kültürel hayatına dair ipuçları sunarak çeşitli bilimsel ve sanatsal alanlar için değerli bir kaynak oluşturur. Bu alanlardan biri de müziktir. Edebiyat ile müzik arasındaki ilişki, edebî eserlerdeki temalar ve bu temaların müzikal formlarla birleşmesi sonucunda ortaya çıkan kültürel zenginlik üzerinden de izlenebilir. Tarih boyunca edebiyat ve müzik, insanın estetik arayışlarının önemli iki alanı olarak iç içe geçmiştir. İslam medeniyetinde bu iki disiplin arasındaki bağ, özellikle divan edebiyatı ve klasik müzik örneklerinde bariz bir şekilde gözlemlenebilir. Birçok şairin bestekâr olması gibi birçok musikişinas da şairdir. İran edebiyatının 14. yüzyıldaki en önemli simalarından biri Selmân-ı Sâvecî’dir. Selmân, dönemin hükümdarının talebi ve talimatı üzerine kaleme adlığı Cemşîd u Hurşîd adlı Farsça mesnevisi ile İran edebiyatında önemli bir konuma gelmiştir. Ayrıca gerek gazelleri gerekse adı geçen mesnevisi ile Türk şairleri etkilemeyi başarmıştır. Konu itibarıyla beşerî aşkı işleyen bu mesnevide birçok müzik teriminin kullanılmış olması dikkat çekmektedir. Esasında kaynaklardan Sâvecî’nin Hoca Abdülkâdir Merâgî ile aynı meclislerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu makalede Selmân-ı Sâvecî’nin hayatı ve eserlerinden kısaca bahsedildikten sonra, Cemşîd u Hurşîd mesnevisinde kullandığı müzik terimleri incelenmiştir.

FAHREDDİN ER-RÂZÎ’NİN TEFSİRİ KEBİRİNE GÖRE ZAN VE MAHİYETİ

GECE KİTAPLIĞI, 2020

Bu çalışma “Fahreddin Er-Râzî’nin Tefsiri Kebirine Göre Zan ve Mahiyeti”’ni konu edinmektedir. Zan, tercih edilmeye yakîn, zıddının da mümkün olduğu görüş, kanaat, hüküm gibi anlamlarla açıklanmıştır. Zan bazen şüphe ve vehim anlamlarını çağrıştırmayı, bazen kendisiyle ulaşılan hükmün kesinlik taşımadığını vurgulamayı, bazen de onu ilim ve yakînden ayırmayı doğuran renkli bir kavramdır. Zan bu anlamlarının yanısıra ilim, yakîn bilgi, kesin bilgi gibi anlamlarda da kullanılmıştır. Zannın bir yüzü ilim ise diğer yüzü ise cehildir. Zannın olumlu ve olumsuz anlamlar barındırması göz önüne alınarak Müslüman kültürde birinin bir başkası hakkında güzel düşünmesine hüsn-ü zan, kötü düşünmesine de su-i zan denilmiştir. Kur’an’da hüsn-ü zan ve su-i zan terkipleri birebir yer almasa da bir kimse ya da bir şey hakkında iyi kötü kanaat etmeyi ifade edecek ya da çağrıştıracak şekilde geçmektedir. Hadislerde ise zanla ilgili hem söz konusu terkiplere hem de daha ayrıntılı bir şekilde bilgiye ulaşmak mümkündür. Fahrûddin er-Râzî, zanla ilgili bu türde kavramsal düzeyde ayrıntılı bir görüş ortaya koymuş olmasa da el-Mahsul adlı eserinde zanla ilgili şu görüşü paylaşır. Râzî, bir hükümde kesinlik yoksa mevcut alternatifler arasında doğruluk şüphesi eşit ise şek, tercih edilmeye en uygun olana zan, tercih edilmeye uygun olmayana da vehim demiştir. Ancak mevcut çalışmamız Râzî’nin Tefsir-i Kebiri’nde zan ve mahiyetini ele almak olduğu için zannın geçtiği âyetlerde onun farklı ve zengin yorumları bu çalışmanın asıl amacını oluşturmuştur. Tefsir-i Kebir’de Râzî’nin zan ile ilgili yorumları özgün yorumlardır. Bu özgünlük zannın hem ilim, kıyas, hevâ-heves, yalan, taklit, birey ve toplum gibi birtakım kavramlarla ilişkisini içermekte hem İblîsin, kafirlerin, müşriklerin, putperestlerin, münafıkların, Yahudilerin, Hristiyanların ve Müslümanların zannını içermekte hem de bu grupların tümünün Allah’a karşı olan zanlarını içermektedir. Râzî Tefsir-i Kebir’de zanla ilgili âyetleri tefsir ederken Arapça dil ve belağatın muktezasını dikkate alarak tefsir etmiştir.

SAHN-I SEMÂN TETİMME MEDRESELERİ’NDE ARAP BELAĞATININ ÖĞRETİMİ VE SEKKÂKÎ’NİN MİFTAHU’L-ULÛM ADLI ESERİ

İlk yıllarından itibaren Osmanlı medreselerinde Arapça temel ve öncelikli ders olarak görülüyordu. Arapça ile ilgili ilimlerin arasında belağat ilminin ayrı bir önemi vardı. Osmanlı ulemâsı Arap dilinin belağat alanı üzerinde ehemmiyetle duruyor ve öğrencilerin dînî metinleri anlaması için belağat ilmindeki yeterliliğini ön şart olarak görüyordu. Arap Belağatı mezkur önemine binaen Sahn-ı Semân medreselerine hazırlık mahiyetindeki tetimmelerde de ileri düzeyde Türk ve Arap pek çok müderris tarafından öğretiliyordu. Dönemin alimleri belağat tedrisinde Sekkâkî’nin Miftâhu’l-ulûm adlı eseri ile Teftazânî’nin Miftah’a şerh olarak yazdığı el-Mutavval ve el-Muhtasar adlı eseri üzerinde odaklanıyordu. Alimler belağat ilmi ile ilgili ilmî çalışmalarını da bu eserler üzerinden yürütüyorlardı. Hem Türk hem Arap müderrisler ya Miftahu’l-ulûm’a, ya el-Mutavval’a, ya da el-Muhtasar’a şerhler yazıyor ya da bu eserlere yazılmış olan şerhlere haşiyeler yazarak belagat tedrisinde bu eserleri kullanıyorlardı. Eserler ve müderrisler belağat öğretim metodunu belirleyen iki temel unsurdu. Kolaydan zora, özetten ayrıntıya doğru aşamalı bir öğretim şekli mevcut idi. Metinlerin yazarak tekrarı ve ezberlenmesi dönemin yaygın öğrenme metodu idi. Sekkâki Miftâhu’l-ulûm adlı eseriyle kendi dönemine kadar ulaşmış bilgi birikimini geliştirerek ve belağatı kendi içerisinde bölümlere ayrırarak belağat ilmini sistematik bir ilim dalı haline getirdi. Bu özelliği nedeniyle Miftâhu’l-ulûm Sahn-ı Semân tetimme medreselerinde belağat ilminin gerek kendi metniyle gerekse kendisine yazılan özet veya şerh kitaplarıyla dönemin belağat alanındaki temel eseri oldu. Anahtar kelimeler: Medrese,Arap Belağatı, Öğretim, Metod, Miftâhu’l-ulûm TEACHING OF ARAB RHETORİC AND THE BOOK OF AL- SAKKAKÎ MİFTAHU’L- ULÛM, IN THE PREPARATORY SCHOOL OF SAHN-I SEMAN MADRASAS Abstract: Arabic courses were considered as both fundamental and prior to other courses since the earliest years of Ottoman madrasa. Arab rhetoric had significant place among the arabic language sciences. Ottoman scholars gave great importance to the rhetoric area of the arabic language and they considered the proficiency in rhetoric as a prerequisite for students to understand religious texts. Due to the aforementioned importance of Arab rhetoric it was taught by many Turk and Arab scholars at an advanced level too in the preparatory schools which were preparing the students to the Sahn-ı Semân madrasas. Scholars of the period focused on Miftahu’l-ulum of al-Sakkaki , and al-Mutavval (as a detailed explanation for Miftah) and al- Mukhtasar of al- Taftazani for teaching of rhetoric. They were also relied on these works in their scientific studies on the rhetoric. both Turkish and Arab lecturers were either writing commentaries on these books, or following up them by writing interpretations to the previously written commentaries on these books. Books and the lecturers were two basic factors that determine the arabic rhetoric teachings methods. There was standard teaching method from easy to diffucult and from the general information to the detailed. The most common method was the repetition of the texts by writing and memorization. Sakkaki developed the knowledge reaching his time in his book, and in this way, he turned Arabic rhetoric into a systematical branch of science by categorising it. Due to this characteristic, Miftahu'l-ulum, being used in the preparatory schools of Sahn-ı Seman Madrasas, was the key book in the field of rhetoric at that period by means of both its main text and the written commentaries or interpretations to itself. Key words: Madrasa, Arabic Rhetoric, Teaching, Method, Miftâhu’l-ulûm