HADİM ÇEVRESİNDE YÖRÜKLER ve YÖRÜK KÜLTÜRÜ (original) (raw)

YÖRÜK YAŞAMININ VE KÜLTÜRÜNÜN HALK ŞİİRİNE YANSIMALARI

YÖRÜK YAŞAMININ VE KÜLTÜRÜNÜN HALK ŞİİRİNE YANSIMALARI, 2017

“Yörük” kelimesi, etimolojik bağlamda incelendiğinde birçok farklı anlamı içerisinde barındıran bir kavram olmakla birlikte; sosyolojik ve kültürel bağlamda, bir yerleşim ve yaşam biçimini, Türk kültürü içerisinde bir alt kültürü ve bu kültürün, yaşamın mensuplarını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Birçok araştırmacı, “Yörük” kelimesinin “Yörü-” fiilinden türetilerek meydana geldiğini ve Anadolu’ya gelip burayı yurt tutan göçebe Oğuz boylarını (Türkmenleri) ifade etmek için kullanıldığını belirtmektedir. Geçmişten bugüne Anadolu’da Güney ve Batı Anadolu’da özellikle de Toroslar ve çevresinde yoğun olarak yaşayan göçebe Yörük Türkmenlerinin hayatlarında Eski Türk yaşamının kültürünü ve izlerini görebilmekteyiz. Yörük Türkmenleri; oldukça zor olan bu yaşam biçimi içerisinde bir yandan kültürlerini, geleneklerini, örf ve adetlerini canlı bir şekilde devam ettirirlerken bir yandan da kendilerine özgü hayat tarzlarını halk edebiyatı ürünlerine yansıtmışlardır. Duygularını, düşüncelerini, acılarını, sevinçlerini sözlü kültür dairesi içerisinde; koşmalar, türküler, ağıtlar, maniler, ninniler ve destanlar aracılığıyla ortaya koymuşlardır. Karacaoğlan ve Dadaloğlu gibi günümüzde bile büyük şöhrete sahip halk şairleri yanında, bu kültür ortamı içerisinde yetişmiş ve belki çoğu unutulup gitmiş yüzlerce şairin manzum ürünleri Yörükler arasında hala söylenmeye devam etmektedir. Türk halk edebiyatı içerisinde en zengin temalara rastlayabileceğimiz eserler de bu kültür ortamlarında yetişmiş şairlerin şiirlerinde yer almaktadır. Zengin bir pastoralizm barındıran bu eserler, duyguyu tabiattan beslenerek harekete geçirmiş ve halk şiirimiz içerisindeki yerini almıştır. Bu çalışmada, halk şiiri kaynakları ve Yörüklerle ilgili çalışmalar taranarak geçmişten bugüne göçebe yaşam tarzı ve kültürünü benimseyen Yörük Türkmenlerin halk şiirimiz içerisindeki yeri ve önemi belli ana kavramlar üzerinden (Yörük insanının özellikleri, göç, hayvancılık, giyim- kuşam, tabiat, çadır gibi) ortaya konulmaya çalışılacaktır

OSMANLI PADİŞAHLARININ YURT İÇİ VE YURT DIŞI GEZİLERİ - MAHMUT YÖRÜK

Yayınlanmamış Bitirme Tezi, 2019

Osmanlı padişahları seferler harici başka memleketler de bulunmamıştırlar. Ancak değişen dünya ve gelişen devlet yönetme anlayışı memleket gezileri ve halk ile iç içe olmayı bir nevi zorunlu hale getirmiştir. Kamuoyunun fikrinin bilinmesi ve yönetmek için halkın fikrinin bilinmesi gerekiyor idi. Sultan II. Mahmud dünya konjonktürünün değişmeye başlaması ve milliyetçiliğin ön plana çıkmasıyla Marmara Bölgesi ve İmparatorluğa bağlı balkan memleketlerinde bir takım gezilerde bulunmuştur. Bu geziler açılış amacıyla olsun gerek gezi niyetiyle olsun halk nazarında Osmanlı padişahının görünür kılınmasını sağlamış ve padişahlık makamının halktan uzak olmadığı ispatlanmıştır. Fransız ihtilalinin etkisiyle dünyada gerçekleşen milliyetçi saikte isyanlar Osmanlının çok uluslu yapısını etkilemiştir. II. Mahmud dönemi ıslahatları da mühim yer tutmaktadır. Keskin ıslahatları olan II. Mahmud yeniçeri gibi bir müesseyi ortadan kaldıracak ve tarihe karıştıracaktır. Sultan Abdülaziz dönemi donanmada yapılan ıslahat çalışmaları ve dönemin isyanları bu dönemin özelliğini teşkil etmektedir. Sultan Abdülaziz’in Avrupa ülkelerinin kalbi mahiyetinde ki şehirlere seyahatleri Avrupa’yı yakından görmemize ve ilk defa padişah düzeyinde bir ziyaretin gerçekleşmesi Avrupa hakkında ki görüşlerimizi geliştirmiştir. Bu seyahatler gerek davet üzerine gerekse gezi üzerine düzenlenmiş olması Avrupalı devletlerin devletimize bakışları gözlenmiştir. Daha sonra Sultan Abdülaziz’e gerçekleştirilen darbeyle tahtından edilmesi ve insafsızca katledilmesi tarihimizde derin izler bırakmıştır. - Yayınlanmamış Bitirme Tezi - MAHMUT YÖRÜK

YUSUF ŞÜKRÜ HARPÛTÎ VE ESERLERİNİN HADİS AÇISINDAN DEĞERİ

Kimlik yayınları Kayseri, 2020

Yusuf Şükrü, Harput’ta doğup, tahsilinin bir kısmını burada, kalanı ise Mısır ve İstanbul’da tamamlamıştır. İstanbul Vefâ Medresesi’nde bir süre görev yaptıktan sonra Medine’deki Mahmûdiyye Medresesi müderrisliğine tayin edilen Harpûtî, ömrünün sonuna kadar burada yaşamıştır. Çalışmamızda Harpûtî’nin hayatı, ilmî kişiliği, özgün ve şerh çalışmaları incelenmektedir. Harpûtî’nin tespit edebildiğimiz yedi eseri vardır. Bu eserlerden bazıları yazma bazıları ise matbudur. Özgün çalışmaları; akâid konusunda Rumûzü’t-Tevhîd, nesep tarihi ve siyer alanında Silsile-i Safâ ve halka ve yöneticilere öğütler içeren Nasîhat-nâme adlı eserleridir. Şerh çalışmaları ise hadis metedolijisini ele alan Şerhu Usûli’l-Hadîs, mantık ilminde Nâmûsü’l-Îkân, kelam alanında Hâşiye-i ‘İsâm ve günlük hayatta okunan zikir, salavat ve duaları içeren Menba‘i’s-Se‘âde adlı eserleridir. Osmanlı’nın gerek kültürel gerekse medrese geleneğinin son temsilcilerinden olan Harpûtî’nin hayatı, ilmî kişiliği ve telifatının bilinmesi, tanıtılması önem arz etmektedir. Müderris, mutasavvıf ve şairlik yönlerini bir arada bulunduran Harpûtî’nin bu yönleriyle eserlerinde nasıl birliktelik sağladığını göstermek işin bir başka önemli boyutudur. Harput’tan çıkıp Osmanlı’nın farklı bölgelerinde müderrislik görevini ifa eden Harpûtî’nin hayatı, ilmî kişiliği ve eserlerinin tanıtılmasını amaçladığımız bu çalışmada edindiğimiz sonuçları şöyle sıralayabiliriz. Harpûtî, ilmî ve tasavvufî kimliğiyle yaşadığı çağda toplumsal ve siyasal sorunlara duyarsız kalmayarak çeşitli dallarda Arapça ve Osmanlı Türkçesiyle telif ve şerh eserler kaleme almıştır. O, temel İslâmî ilimlerin yanı sıra mantık, siyaset ve nesep tarihi gibi alanlarda da geniş bir perspektif sahibidir. Nitekim Harpûtî’nin siyaset, kelam, siyer alanındaki telif eserlerinin yanında; usûlü’l-hadis ve mantık ilmine dair şerhleri de müstakil birer eser hüviyetindedir. Harpûtî, müderrisliğinin yanı sıra tasavvufla ilgilenerek Nakşibendî ve Şazilî Tarikatı’nın halifeliğini yapmıştır. Ayrıca şair olarak da tanınan Harpûtî, görüşlerini anlatmada şiirlerini bir araç olarak kullanmıştır. Anahtar Kelimeler: Harpûtî, Müderrislik, İlmî Kişilik, Tasavvufî Yön, Şairlik.

HALK MUTFAĞINDA KIŞ HAZIRLIĞI: ÇORUM ÖRNEĞİ

Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 2023

Halk mutfağında kış hazırlığı olarak bilinen süreç, ağustos ayı ortalarından başlayarak kasım ayının ilk haftalarına kadar süren yoğun birtakım işlemleri beraberinde getirmektedir. Birçok yörede olduğu gibi bu çalışmanın alan araştırması olarak seçilen yörede de kurutmalık, kaynatmalık ve hamur işlerine yönelik birçok işlemin yaz aylarının bitimiyle başlandığı ve dört ay boyunca sürdürüldüğü tespit edilmiştir. Bu çalışmada, Çorum'da kış hazırlığı süreci halkın kolektif belleğinde yer alan biçimleriyle geçmişten günümüze değişen ve dönüşen unsurlarıyla ele alınacaktır. Kış hazırlığı aşamalarında ortaya çıkan kültürel birikim, hammaddenin elde edilmesi, üretimi ve muhafaza edilmesi süreçleriyle ilişkilidir. Tespit, derleme ve aktarma üzerine inşa edilen bu çalışma alan araştırması verileri içermektedir. Doğal ortamda katılımlı gözlem ve yönlendirilmiş görüşme teknikleri ile şekillendirilmiştir.

BAĞDATLI RÛHÎ'DE HİCVİN BAŞKA BİR YÜZÜ: ÇARH VE DEHR

Şairin bir muhite ve topluma bağı yadsınamaz. Sanatkârın dile getirdiği şikâyet, yergi, övgü ve dinî tutumu bu sosyolojik çember, diğer bir deyişle devrin manevî bütünlüğü içerisinde anlaşılmalıdır. Onlar da diğer insanlar gibi kendi yaşadığı zamana tanıklık eder fakat onu şekillendirmek de ister. 16. yüzyılda yaşamış olan Rûhî-i Bağdâdî’nin gerçek adı Osman’dır ve bilinen tek eseri Divan’ıdır. Rûhî 1605-1606 tarihinde Şam’da vefat etmiştir. Bağdatlı Rûhî, divan edebiyatında halk için ahlâka dair ve hiciv tarzında şiir yazanların önde gelenlerinden görülmüş, açık sözlü ve usta bir şair oluşunun altı çizilmiştir. Tamamen özentiye ve taklite dayalı bir sanat nasıl mümkün değilse, tamamen övgüye dayalı bir sanat da mümkün değildir. Yani edebî mahsul hicivden, zemden tamamen bağımsız olamaz. Bu bağlamda Bağdatlı Rûhî’nin toplumu ve toplumsal ilişkileri apaçık hicvettiği terkib-i bendi çok şöhret bulmuş, birçok kişi tarafından tanzir edilmiştir. Biz bu şiirin dışında kalarak çarh ve dehr kavramlarından hareketle onun hicvinin başka bir yönünü ortaya koymaya çalıştık. Çarh kelimesi şu kelimelerle bir terkip içerisinde, olumsuz bir dünya görüşüne yaslanarak kullanılmıştır: Çarh- ı denî, Çarh-ı felek, Felek-i süfle, Felek-i süfle-perver (Alçak, aşağı çarh, adi felek). Dehr kavramı da keza diğeri gibi olumsuz bir tablo çizer: Güvensiz dehr, Elem-i dehr (Hayat kaygusu), Dehr-i dûn (Alçak dehr), Dehr-i dil-rubâ (Gönülçelen dehr), Fani dehr. Çarh yahut onun yerine kullanılan sipihri, cihânı v.d. ömür serüvenini ihata eden fiziksel, sosyal ve kültürel şartlar yani âlem olarak; dehr/rûzgâr kavramını ise şairin kişisel serüveni, öz hikâyesi, hayat akışı olarak düşündük. Asıl meselemiz ise bu kavramlar üzerinden yapılan hem özeleştiri hem de toplumsal eleştiriyi gösterebilmektir. Anahtar Kelimeler: Divan Edebiyatı, Bağdatlı Rûhî, Hiciv, Toplumsal Eleştiri, Çarh, Dehr, Rûzgâr

YÜZEY ARAŞTIRMALAR IŞIĞINDA AŞKALE VE ÇEVRESİNDEKİ KARAZ KÜLTÜRÜ

YÜZEY ARAŞTIRMALAR IŞIĞINDA AŞKALE VE ÇEVRESİNDEKİ KARAZ KÜLTÜRÜ

Filistin ve Levant topraklarına kadar yayılım göstermiştir. Karaz Kültürünün en belirgin özelliği metalimsi siyah açkılı parlak siyah keramiklerdir. Keramikler el yapımı, kazıma, kabartma ve oluk bezemeli olup mesken tipleri taş temelli, kerpiç duvarlı, yuvarlak ve dikdörtgen planlıdır. Ayrıca sabit ve taşınabilir ocaklarda bu kültürün belirleyici unsurlarından biridir. Aşkale ve çevresi Karaz Kültürü'nün yayılım alanı içinde bulunmaktadır. Yüzey araştırmaları verileri ışığında höyük ve kalelerdeki keramik ve kutsal ocak örneği Karaz Kültürü'nün tipik özelliklerini yansıtmaktadır.

HİLMİ YAVUZ'UN ÇÖL ŞİİRLERİ'NDE VARLIK SORGULAMASI

Özet: Doğu ve Batı geleneğini geniş kültür birikimiyle eserlerine taşıyan Hilmi Yavuz, modern dünyanın boşluğunu 'sahih şiir' ile doldurmaya çalışır. Doğu ve Batı kaynaklarından beslenerek oluşturduğu Çöl Şiirleri'ni geleneğin modernle birleşimi sonucunda ortaya koyar. 'Çöl'ün insanlığın varoluşundan bu yana yüklendiği mânâ Hilmi Yavuz'un şiirinde yeniden canlanır.