Geçmişten Günümüze Türkiye de Salgınlar (original) (raw)
Related papers
Қазақстан Республикасы Тәуелсіздігінің 30 жылдығына арналған «Қазақстанның тәуелсіздігі және рухани-мәдени құндылықтар» атты халықаралық ғылыми-практикалық онлайн конференция, 2021
Kısa bir değerlendirme yazısı.
Eğitimde ve Psikolojide Ölçme ve Değerlendirme Dergisi, 2014
Öz Psikolojik testler kullanılmaya başlandığından bu yana testler için geçerlik kavramı önem kazanmıştır. Geçerlik, bir testin ölçmek istediği özelliği, testin amacına uygun olarak ölçme derecesi ile ilgilidir. Geçerlik kavramının ortaya çıktığı yıllardan günümüze kadar geçerliğin tanımı, sınıflandırılması, sonuçların yorumlanması üzerine yapılan tartışmalar devam etmektedir. Bu makalede geçmişten günümüze geçerlik ile ilgili yapılan tartışmalar ele alınmıştır. Başlangıçta ölçüt dayanaklı geçerlik temelinde olan geçerlik sınıflamaları, daha sonra psikolojik yapılarla ilişkilendirilerek yapı geçerliği temeline doğru kaymıştır. Bu yaklaşımda tüm geçerlik türleri yapı geçerliği altında birleştirilmiştir. Birleştirilmiş geçerlik olarak adlandırılan bu yaklaşım, testlerin geçerliği için toplanan tüm kanıtların testin yapı geçerliğini ortaya koyacağını belirtmektedir. Bu görüşe karşı çıkanlar ise, daha çok teorik bir çalışma olan yapı geçerliğinin eğitimde kullanılan testlerin geçerliğini tanımlamada yeterli olmayacağını ileri sürmüşlerdir. Günümüzde hem birleştirilmiş geçerlik yaklaşımını savunan hem de buna karşı çıkan görüşler bulunmaktadır ve kapsam geçerliğinin yapı geçerliği altında ele alınmasının yaratacağı sorunlar üzerindeki tartışmalar hala sürmektedir. Ancak nihayetinde geçerliğin bir kanıt toplama süreci olarak ele alınması konusunda uzlaşmaya varıldığı görülmektedir.
Apelasyon, 2016
Dünyada en eski zamanlardan beri yetiştirilen bitkilerden biri olan buğday, insan beslenmesinde önemli kaynaklardan biridir. Gramineae familyasından bir ot olup Triticum cinsindendir. Başak, sap, kök olmak üzere üç kısma sahiptir ve kökler bitkinin topraktan beslenmesine, sap topraktan kökler aracılığıyla alman gıda maddelerini başaklara iletmesine ve ayni zamanda ürünün dik durmasını sağlar. Buğday başakları 5-10 cm. uzunluktadır. Elimizdeki kanıtlara göre ilk üretimi Neolithik (Yeni Taş) dönemde yapılmaya başlanan buğday, insanlık tarihi boyunca önemli olmuştur. Anavatanının Mezopotamya olduğu düşünülmektedir. Mezopotamya’da çok sayıda tahıl tanrıçası kabul görmüş ve genellikle silindir mühürler üzerinde betimlenmiştir. Ninlil, Ninbarsheghunu ve Nissaba mühürlerde ekinlerin üstüne oturmuş ya da ellerinde tahıl sapları tutar şekilde betimlenir. Mezopotamya’da çok zengin ekmek çeşitliliği görülür. Sümerler’de ekmek hamuruna zeytinyağı veya erimiş tereyağı katıldığı, ayrıca baharat, kokulu otlar, kimyon, çörekotu, rezene tohumu, safran, susam, hardal ve karpuz çekirdeği eklenerek çeşitli çörekler yapıldığı bilinir.....
Tarihte Salgınlar Söyleşisi, Gazete Kadıköy, 06 Nisan 2020.
Gazete Kadıköy, 2020
Son bir aydır gündemimizde olan korona virüsü salgını günlük hayatı derinden etkiliyor. Pandemi, toplumsal ilişkileri, sağlık sistemini, ekonomiyi ve diğer alışkanlarımızı gözden geçirmemize neden oluyor. Ne ilk ne de son olan bu salgın, koleraya, vebaya, İspanyol Gribine ne kadar benziyor ? İnsanlar, yüzyıllar önce yaşanan salgınlarla nasıl mücadele ettiler? Birebir yaşadığımız korona virüsünün tıp tarihindeki yerini Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fatih Artvinli ile konuştuk. Korona virüsünün ülkemizde bir tehdit unsuru olarak algılanmasının ardından özellikle sosyal medyada "nasıl bir çağa denk geldik" "tarihin en saçma dönemini yaşıyoruz" gibi yorumlar yapıldı. Tarih deneyimlediğimiz bir şey, geçmişi somut olarak deneyimleyemeden böyle yorumların yapılması sizce de tuhaf değil mi?Geçmişi birebir aynı biçimiyle yeniden yaşamamız mümkün değil elbette; her bir insan tekinin yaşam deneyimi kendi ömrüyle sınırlı ve insanlık tarihiyle karşılaştırınca bir insan ömrü ne ki? Yüzyıl bile değil. Örneğin geçen yüzyılın en büyük salgınını, 1918 İspanyol Gribini bizzat yaşayıp hatırlayan ve halen aramızda olan kişi sayısı bir elin parmağını geçmiyor. Her kuşak, içinde bulunduğu çağ için "nasıl bir döneme rast geldik" gibi cümleler kurmuştur. Eğer, söz konusu olan şey ya da karşılaştırma kriterimiz, katlanılamayacak kadar felaketi ard arda yaşamak ya da bugün yaşanan küresel salgını önceki yüzyıllarda yaşananlar ile karşılaştırmak ise, bu çok anlamlı olmayabilir. Korona virüsünün tıp tarihindeki yerini konuştuğumuz Doç. Dr. Fatih Artvinli, "Salgının şu ana kadar tartışmasız biçimde açığa çıkardığı tek bir şey var ise o da ülkelerin sağlık alanındaki açığıdır. Bu salgın, tıbbın sosyal bir bilim olduğunu, olması gerektiğini gösteriyor" diyor
Türkiyat Mecmuası / Journal of Turkology
Edebiyat serencamımız belli dönemlerden geçmiş, çeşitli yüzyıllarda gelişmiş, büyümüş, bünyesine yeni türler girmiş; zaman zaman da bazı değişikliklere uğramıştır. Ma'lum olunduğu üzere edebiyatımızda divan şiiri geleneğimiz içerik ya da yapı itibariyle değişiklikler geçirse de beli bir yüzyıla kadar ayakta kalmıştır. Hatta bazı şairler tarafında da yaşatılmaya devam etmiştir. 20. yy.da bile divan şiiri formunda yazan şairlerimiz bulunmaktadır. 1914-1990 yılları arasında yaşamış olan Seyyid Osman Hulûsî Efendi de bu geleneği yaşatan ve bu geleneğin son temsilcilerinden biridir. Mutasavvıf, velûd bir yazar ve şair olan Hulûsî Efendi, Dîvân-ı Hulûsî-i Dârendevî adlı eseri başta olmak üzere, Mektubât-ı Hulûsî-i This work is licensed under Creative Commons Attribution-NonCommercial 4.0 International License
Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri İlişkilerinde Geçmişten Günümüze Göç
30. Yılında Türk Cumhuriyetleri: Ulusal Politika , 2021
Bağımsızlıklarının otuzuncu yılında Türk Cumhuriyetlerinin bugünleri ve gelecekleri hakkında değerlendirmelerde bulunurken, bugün Türk Cumhuriyetlerinin bulundukları coğrafyadan, Sovyetler Birliği döneminde de Türkiye’ye göçler yaşandığı üzerinde durmak gerekmektedir. Çalışma bu göçlerin niteliği, nedenleri ve bu insanların kimliklerini nasıl tanımladıkları üzerinde durmaktadır. Bu göçmenler, günümüzde, Türk Cumhuriyetleri ile yaşadıkları ülkeler arasında bağların kurulmasında etkin unsurlardır. Onların tecrübelerinden yararlanmak, Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri arasında daha iyi ilişkiler kurulmasına katkı sağlayacaktır. 1930’lu yıllarda yaşanan kıtlık, insanların dinlerini ve kültürlerini yaşayamamaları, Rus işgali ardından gelen yeni rejimle “istenmeyenler, haksızlar” olarak damgalanmaları, bölgeden göçün nedenleri olmuştur. Aile bireylerinin, Sibirya’ya sürgün edilmesi, hapsedilmesi ve hayatlarını kaybetme tehlikesiyle karşılaşmaları göçü zorunlu kılmıştır. Aileler, önce kaçak yollardan Afganistan’a, bir kısmı daha sonra Arabistan’a ardından Türkiye’ye göç etmiştir. Bahsi geçen göç 1930’larda başlamıştır; vatandaşlık elde edemedikleri ülkelerin politikaları nedeniyle (Suudi Arabistan) günümüzde de devam etmektedir. Türkiye’ye göçler, 1950’ler ve 1980’lerde yoğunlaşmıştır. Çalışma bu göçü gerçekleştirenler, çocukları ve torunlarıyla yapılan derinlemesine mülakatları içermektedir. Araştırma kapsamında yetmiş kişiyle tek tek ve yüz yüze derinlemesine mülakat yapılmıştır. Yarı-yapılandırılmış sorular yöneltilmiştir. Araştırma, göçün kimlik oluşumuna etkisini incelemektedir.
Archaeology progressed in great pace since 1960’s. New archaeology integrated the use of technological innovations such as digital database, GIS, DNA and isotope analysis by encouraging interdisciplinary research and created a vibrant scientific environment. Self-criticism in means of methodology and scientific approach yielded to a drift from positivism and transformed archaeology into an interpretative and dynamic discipline that put emphasis on ethics, public gender, and cultural heritage. In other words archaeology achieved its current understanding not merely by disciplinary experience but also through the changing political and cultural discourses as well as adopting technological innovations. Now archaeology means much more than it used to do and perhaps needs further transformation. In this sense, every archaeological theory emerges with a critical attitude, then being criticised, and in the end enriches the discipline and changes its archaic structure. Either processual or interpretive any conceptual approach has a similar nature of existence; ideas provoke an audience, lose impetus and finally are embraced by more audience and even gets commonplace. In fact any theoretical approach are means that can be used in various ways for learning, knowing and explaining more of the discipline. Theory creates a multi-vocal scientific debate, which is vital for all disciplines. Ignoring the utility and the benefits of theory that changed the fate of archaeology is a senseless opposition that doesn’t go along with the contemporary way of thinking. Beginning with the most basic stage of archaeology, which is sorting out the finds to focus on human factor behind the archaeological things and their functional features, archaeologist has always been an efficient actor in understanding the past and its material culture. Post Processual Archaeology refused the adaptation of general schemes and put great emphasis on individual, bilateral and multifaceted discussion of the past. Recently archaeological theory feels the need to explain more of human-thing interaction and their mutually dynamic relation. The current approach focuses on position of “things” in human life and also how they interact and affect each other in a variety of ways depending on context and other dynamics. This fairly new approach is being discussed profoundly and criticised harshly at the same time, while putting emphasis on “things” more than ever in archaeological context. This paper is aimed at discussing the dynamics that changed the interaction of archaeologists/archaeology with objects; the shifting approaches from archaeology of material culture to “things” and its impact on archaeological research; the source of discourses that shaped the approach on archaeological “things”. Keywords: Archaeological thoughts, archaeology today, past, future, Turkish archaeology