Şevâhidü’n-Nübüvve Adlı Eseri Bağlamında Abdurrahman Câmi’nin Ehl-İ Beyt Tasavvuru Ve Ehl-İ Beyt’in Emeviler’le İlişkilerine Dair Bazı Görüşleri (original) (raw)
Related papers
EŞREFOĞLU RÛMÎ’NİN MÜZEKKİ’N-NÜFÛSİSİMLİ ESERİNDE NEFS-İ EMMÂRE’NİNÖZELLİKLERİ VE ISLAHI
Tasavvufî eğitim olan seyr u sülûk, ruhun güçlendirilmesi veya nefsin tezkiye edilmesi üzerine odaklanmıştır. Nakşibendîlik gibi tarikatlar daha ziyade kalp, ruh, sır, hafi ve ahfâ şeklinde belirlenmiş olan letâifler yoluyla ruhun güçlendirilmesini; Kadirilik, Rıfailik ve Halvetîlik gibi tarikatlar ise nefsin terbiyesi ve tezkiyesi ile beşerin en düşük kişilik düzeyi olarak kabul edilebilecek nefs-i emmâre makamından nefs-i mutmainne makamına çıkmasını hedeflemiştir. Hacı Bayram-ı Velî'nin talebelerinden biri olan Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki'n-nüfûs isimli eserinde, adından da anlaşılacağı üzere bu konuya ayrı bir önem vermiştir. Ona göre nefsin mertebeleri hususunda üçten başlayarak yediye kadar değişik sayılar ifade edilmekle birlikte esasında dörttür. Bunlar nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime ve nefs-i mutmainne'dir. Bu tebliğde Eşrefoğlu Rûmî'ye göre en alt seviye olan nefs-i emmâre'nin tanımı, özellikleri ve ıslahı üzerinde durulacaktır.
Seyyid Haydar Âmülî ve Câmi'u'l-esrâr ve Menba'u'l-envâr Adlı Eserinde Tasavvuf-Şiîlik İlişkisi
Özet Seyyid Haydar Âmülî (ö. 787/1385'ten sonra), İsnâaşeriyye mezhebine mensup önemli âlim ve âriflerden biridir. Tasavvufun tarîkatlar yoluyla hızla yayıldığı ve Şiîliğin de nispeten güç kazandığı bir dönemde yaşamıştır. Gençlik yılların-da ilim tahsiliyle uğraşan Âmülî, olgunluk döneminde yirminin üzerinde eser yazmıştır. Eserlerinde Şiîliğin zâhir ve bâtın bütünlüğü içinde anlaşılması ge-rektiğini savunmuştur. Çünkü o, kelâm ve fıkıh alanında uzmanlaşmış olan ulemânın Şiîliği eksik öğrendiğini ve öğrettiğini, dolayısıyla halkı yanlış yönlen-dirdiğini iddia etmiştir. Sadece zâhiri hesaba katan bu düşüncenin Şiîliğin esası olan velâyeti ve esrârı ihmal ettiğini belirtmiştir. Ona göre Şiîliğin bâtınî veya derûnî cephesiyle ilgilenen kişiler sûfîlerdir. Zira onlar, mâsum imamlardan intikal eden velâyetin ve sırların taşıyıcılarıdır. Zannedildiği gibi tasavvuf ile teşeyyu' arasında bir ihtilaf yoktur. Kavga ve ihtilaf, nâkıs düşünceli ulemâ ile hakîkî olmayan sûfîler arasındadır. Câmi'u'l-esrâr ve menba'u'l-envâr adlı kitabını bu gayeyle kaleme alan Âmülî, kendi metodolojisi açısından problemi çözmüş-tür. Fakat tarihî süreç onun istediği şekilde devam etmemiştir. Bu makalede öncelikle Seyyid Haydar Âmülî'nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi verilmiş, daha sonra da onun tasavvuf ile teşeyyu' arasında kurmaya çalıştığı yakınlaşma çabasının amacı ve yöntemi üzerinde durulmuştur. Abstract Sayyid Haydar Āmulī and Sūfīsm-Shi'ism Relationship in His Jāmi' al-asrār va Manba' al-anvār Sayyid Haydar Āmulī is one of the most important scholars and sūfīs raised by the Twelver Shi'ism. He has lived in a period which sūfīsm was quickly spreading through the sūfī orders and Shi'ism was relatively gaining strong. He has dealt with education in his youth and written more than twenty works in his maturity period. In these works he always argued that Shi'ism should be understood in the integrity of the exoteric/zāhir and the esoteric/bātin aspects.
el-Envâru’l-ilâhiyye Adlı Eseri Bağlamında Şemseddin es-Semerkandî’nin Kelamî Görüşleri
Eskiyeni, 2023
Öz Ortaya çıkışından itibaren güncel tartışma konularına göre kendisini yenileyerek gelişen kelam ilmi, gelişim sürecinde ortaya çıkan pek çok itikadi problem için çözümler üretmeyi amaç edinmiştir. Bu amaç doğrultusunda İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren pek çok ilim adamı inancın bütün problemlerini konu edinen ya da bazı konularını ele alan geniş ya da özet nitelikte eserler kaleme almışlardır. Fahreddin er-Râzî sonrasında gelişen ve felsefe geleneği içerisinde yer alan problemleri dini açıdan tartışan ve "felsefi kelam" olarak adlandırılan yöntem de bu amaç doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Bu yöntem esasında Eş'arî kelamcılar tarafından başlatılmış olsa da sonrasında Mâtürîdî kelamcılar tarafından benimsenip sürdürülmüştür. Şemseddin es-Semerkandî bu yeni yönteme göre eser telif eden Mâtürîdî kelamcılar arasında yer alır. Semerkandî söz konusu yönteme göre üç temel kelam metni kaleme almıştır. Bunlar onun, es-Sahâifü'l-ilâhiyye, el-Envârü'l-İlâhiyye ve el-Mu'tekadât adlı eserlerdir. Son iki eser, içeriğiyle, ilk eserden ve Râzî sonrası diğer kelam metinlerinden ayrışmaktadır. Mantık, münazara ve kelam ilimlerinin temel kavram ve meselelerini inceleyen son iki eser, bu özelliğiyle orijinal bir sistematiğe sahiptir. Ayrıca eserde Semerkandî, varlık kavramının tanımı, ilahi sıfatlar, vahdâniyet, isim-müsemmâ meselesi ve beşâirü'n-nübüvve meselesi, imanın artması ve eksilmesi, hüsün-kubuh ve tafdîl gibi pek çok meselede kendi görüşlerini öne sürmüştür. Söz gelimi, ilahi sıfatların taksiminde hakîkî ve izâfî sıfatlar şeklinde farklı bir taksimi tercih ederek Mâturîdî ekolden ayrışır. Yine örneğin, hüsün ve kubuh meselesinde iyilik ve kötülüğün, zatî (özsel), vasfî (niteliksel) veya itibarî (görece) olabileceğini tercih etmesi, tafdîl meselesinde genel kanaatten farklı bir kanaati benimsemesi gibi hususlar bu bağlamda zikredilebilir. Bu çalışmada Semerkandî'nin el-Envâr adlı eserinde onun özgün kelamî değerlendirmelerinin tespit edilmesi ve incelenmesi hedeflenmiştir. Ancak bu amaç için yalnızca el-Envâr ile sınırlı kalınmamış, Semerkandî'nin diğer kelam eserlerine, ayrıca Semerkandî öncesi kelamcıların kaleme aldıkları metinlere de müracaat edilmiştir.
Tasavvur / Tekirdağ İlahiyat Dergisi, 2024
Halvetiyye tarikatının ana şubelerinden biri olan Şemsiyye kolunun ku-rucusu Şemseddîn-i Sivâsî’dir. Sivâsî, aslen Zilelidir. O, Sivas’a gidişinin ardından buranın faaliyetlerine merkez olması ve Zile’nin o dönemde Sivas’a bağlı bir yerleşim merkezi olması gibi sebeplerle “Sivâsî” nisbesi ile meşhur olmuştur. Sivâsî’nin ilmî, vicdânî, siyâsî, kültürel ve askerî tesirlerine, ona en yakın isimlerden biri olarak şahitlik eden kişi ise yeğeni, damadı ve Sivas’taki âsitânede şeyhlik görevi de yapan Receb-i Sivâsî’dir. O, yaklaşık elli yıl Şemseddîn-i Sivâsî’nin sırlarına vâkıf olmuş ve Şemseddîn Efendi’nin vefatından sonra onun hayatına dâir birinci elden bilgileri paylaştığı Necmü’l-hüdâ fî menâkıbı’ş-şeyh Şemseddîn ebi’s-senâ adlı eseri kaleme almıştır. Her ne kadar Necmü’l-hüdâ, temelde Şemseddîn-i Sivâsî’nin doğumu, ailesi, ilmî ve mânevî gelişimi, hizmetleri, halîfeleri, tesir halkası ve Eğri Seferi’ne katılması gibi konu başlıklarıyla Sivâsî’ye hasredilmiş bir eser gibi görünse de Recep Efendi, eserin satır aralarında tasavvufî düşüncelerini yansıtan önemli bilgilere de yer vermiştir. Bu çalışmada Receb-i Sivâsî’nin Necmü’l-hüdâ adlı eseri bağlamında bir Halvetî-Şemsî şeyhi olarak Allah dostları ve sözde sûfîlere dair düşünceleri ele alınmıştır. Başta Şemseddîn-i Sivâsî olmak üzere, onun Necmü’l-hüdâ’da Allah dostları ve sözde sûfîlere dair düşüncelerine tesir eden isimler üzerinde durulmuş, ayrıca Recep Efendi’nin tasavvufî görüşlerinin, tasavvuf ehli ve Şemseddîn-i Sivâsî’nin düşüncelerinin kendisinden sonraki kuşaklara aktarmadaki fonksiyonuna dikkat çekilmiştir.
CEMÂL EL-HALVETÎ’NİN (v. 899/1494) “ESRÂRU’L-VUDÛ” ADLI RİSALESİ BAĞLAMINDA FIKIH-TASAVVUF İLİŞKİSİ
FIQH-MYSTICISM RELATIONSHIP IN THE CONTEXT OF JAMAL al-KHALWATI'S (d. 899/1494) "ASRAAR AL-WUDU" , 2018
Öz Bilindiği gibi fıkıh, insanın maddî-zâhirî yönünü, tasavvuf ise mânevî-bâtınî yönünü ele alan ilimdir. Bir kimsenin tasavvufa gönül vermeden önce ilk olarak Kur'ân'ı öğrenmesi, sünneti bilmesi ve fıkhı kavraması önemli bir husustur. O halde tasavvufta seyr ü sülük etmenin ve yüksek makâmlara çıkmanın yolu fıkıhtan geçmektedir. Çünkü fıkıh, İslam'ı bilmek, anlamak ve amel etmekse, tasavvuf onu yaşamak ve anlatmaktır. Bu minvalde fıkhî donanımını ikmal eden, Kur'ân ve sünnetin doğru anlaşılması için tefsir ve hadisle ilgili pek çok risaleler kaleme alan, daha sonra da fıkhın mânevî-bâtınî yönünü anlatmak için tasavvufa gönül veren ve Halvetîlik tarikatının Cemâliyye kolunun Amasya'da kurulmasına zemin hazırlayan kişi, şüphesiz Cemâl el-Halvetî (v. 899/1494)'dir. İşte bu araştırmamızda pek çok meziyete sahip Cemâl Halvetî'nin abdestle ilgili mânevî-bâtınî yönü, fıkıh ve tasavvufla ilgili düşünceleri "Esrâru'l-vudû" adlı eseri bağlamında ele alındı. Abstract As it is known, fiqh is the science that deals with the material aspect of Man, and Sufism is the spiritual aspect. It is important issue for someone to learn the Qur'an, to learn Sunnah and to know the fiqh before falling in love with mystic. In that case, the way of leeching and ascending to high authorities in the mysticism passes through fiqh. Because fiqh is to know Islam and to understand and to put into practice it, mysticism is to live and tell it. One of the people who live together fiqh and sûfism is Jemâl al-Khalwatî (d. 899/1494). In this research, the spiritual-mystery direction, fiqh and Sufism of Jamâl al-Khalwatî, which have many attributes, were discussed in the context of his work "Asraar al-Wudû".
İmâm Ebû Hanîfe’Ni̇n Ehl-İ Beyt Mensuplariyla Münasebetleri̇
Diyanet İlmi Dergi, 2020
In this article on "The Relationships of Imam Abu Hanifa with Ahl al-Bayt Members", the virtue of Ahl al-Bayt in the sense of the "Prophet's family, close relative and lineage" and Abu Hanifa's attitude and behavior towards the members of Ahl al-Bayt are discussed. It was determined that he always stood by them in the face of material and moral difficulties they were subjected to, felt a heartfelt closeness, and saw their opposition and actions justified in the face of political pressures of the administrations. Abu Hanifa supported Zayd b. Ali Zaynalabidin for his opposition political movement both materially and morally and became a student of his brother Muhammed al-Bâqir and had friendly relations and scientific negotiations with his son Ja'far al-Sâdiq as a peer scholar. Being one of the sahaba/ ashab sources that are at the basis of Abu Hanifa's scientific experience and fiqh accumulation is Ali b. Abu Tâlib and receiving his blessings through his father and grandfather must have affected his attitude and behavior towards the members of Ahl al-Bayt. And also it has been determined that the statement attributed to Abu Hanifa as "if it were not for two years, Nu'man would have been perished/ exhausted" by referring to the association with Ja'far as-Sâdiq was unfounded and exploited by some Shiites.
Ahmed-İ Nâmekî Câmî’Ni̇n Tasavvufî Bi̇lgi̇si̇ni̇n Mahi̇yeti̇
Harran ilahiyat dergisi, 2023
Makalenin son kısmında ise Ahmed-i Câmî'nin önceden ele alınmış bilgilerinin başka eserlerde olup olmadığı üzerinde durulmuş ümmî olup olmadığı da böylelikle irdelenmiştir. Buna göre Ahmed-i Câmî'nin eserleri ile kendisinden önce yazılmış eserler arasında ciddi benzerlikler tespit edilmiştir.
Journal of International Social Research, 2019
The prophethood is an institution that provides communication between the Creator and the Creator. The miracle is an extraordinary event that supports the people by claiming that the word of God is true, and that people can confirm it. All three parts of the miracle that were divided into senses, senses, and mindsets were transferred from generation to generation in the ancient Islamic tradition of Muhammad. Considering that Muhammad was the last prophet and that his prophecy was universal, the fact that the miracles which were given to him were supported by the first interlocutors in his position and that he was supported by the mental miracles in the following period shows that there is a socio-cultural harmony. While there was no dispute in the minds of intellectuals, the denial of sensual miracles has gained momentum in the modern period, especially because of the contradiction of the positivist approaches in the Western era with the laws of nature. In the science of Kalam, it i...