Varoluşçuluğun İlk Romanı Yeraltından Notlar’a Felsefi Bir Bakış (original) (raw)
Related papers
Suçumuz İnsan Olmak Romanında Varoluşçuluğun İzleri
Turkish Studies, 2022
Existentialism, a philosophy movement, has affected literature as well as many branches of art. Its reflections in Turkish literature are mostly seen in the works after 1950. Particularly, the 1950s generation storywriters were directed by existentialism to new searches both in terms of theme and form. In this period, with the influence of modernist literature as well as existentialism, interest in the individual in stories and novels increased; subjects such as loneliness, fear, anxiety, distress and hopelessness formed the center of these works. Even though Oktay Akbal is not a member of the 1950s generation, he is an author influenced by the existentialism movement. He made translations from existentialist writers such as Sartre and Camus, and also included existential themes in his own works. The novel Suçumuz İnsan Olmak (Our Crime Being Human), published in 1957, is one of them. In this study, after briefly mentioning the existentialism movement and its effects in Turkish literature, the reflections of existentialism in Oktay Akbal's novel Suçumuz İnsan Olmak is evaluated. Existential elements in the novel are examined under the subheadings of anxiety, thrownness, freedom, responsibility, choice, search for meaning/meaninglessness, absurd, me and the other, loneliness, alienation, attachment, rebellion and hopelessness. In our study, it has been concluded that Akbal was influenced by existentialism, which had an important place in the literary agenda of the 1950s, and that he shaped his novel around some existential concepts, but that he dealt with these philosophical concepts without going into depth in the novel of Suçumuz İnsan Olmak. The author has used these concepts to a large extent to describe the inner world of the individual. Akbal's novel Suçumuz İnsan Olmak is an interesting work in terms of showing the effect of existentialism in Turkish literature.
Sosyoloji̇mi̇z İçersi̇nde “Roman Çeşni̇si̇”
the Journal of Academic Social Sciences
Roman insanlar temel kültürel kıymetlerini çağlar boyunca, özgül bir tarih gerekirse Bizans devirlerinden bu yana hep muhafaza edegelmişlerdir. Bu kavmin menşei Hindistan'a kadar takip edilebilir ki oradan bir surette dünyanın hemen her yerine yayılmışlardır. Bazıları konar-göçer hayat tarzını bayağı yakın zamanlara kadar sürdürmüş iken; kimileri de belli şehir ve kasabalarda kendilerini topluca iskân eylemişlerdir. İstanbul Romanlarının yerleşikleri esasen tarihî sura yakın mevkilere inhisar ederler. Bu neşeli ve gamsız insanlara "ana bulvar" toplum bazı menfi sıfatlar nispet etmiş ise de; (müzik yeteneği ve el sanatları gibi) geçek erdemleri kat'iyyen yadsınamamıştır. Bu özgül çalışmada; bu topluluklar; bir akademik makalenin kapsamının elverdiği ölçüde teferruatı haiz şekilde ele alınmışlardır. Bu itibarla başvurulan ana kaynaklar; mühim sosyal bilimci François de Vaux de Foletier'in Fransızca kitabı ile; merhum sosyal-tarihçi Reşad Ekrem Koçu'nun (vefatıyla yarım kalan) şahane çalışması İstanbul Ansiklopedisi'nin bazı ciltlerinden ibarettir. Diğer tâlî kaynaklar da kullanılmıştır. Yazar Kendi şahsî deneyimlerini de çalışmaya derc etmiştir. Modası geçmiş ve hor görülen "Ç*ng*n*" kelimesi; mecburî aktarımlar dışında, yazarca bilinçli olarak atlanmıştır.
Felsefi Düşün , 2019
Bu Sayının Danışma ve Hakem Kurulu / Board of Advisors and Referees GELECEK SAYILAR Felsefi Düşün Sayı: 13 / Felsefenin Tarihinde Ege: Pre-Sokratikler-İyonyalılar " Bilimsel bir hakikati bulmayı Pers kralı olmaya tercih ederim." Demokritos Felsefe tarihi, geçmişe ait düşüncelerin toplamından ve tekrarından ibaret değildir. Pre-sokratikler, 'felsefenin başlangıcında' olmaları nedeniyle hem zaman-mekan bakımından ve hem de kavrayış bakımından bugün de varlık ile bağ kurmanın özgün temsilcileri olarak görülürler. Phusis, kosmos, arkhe ve logos terimleri bu bağ kurmanın özgün terimleridir. Felsefenin tarihinde başlangıcı teşkil eden ve Ege kıyılarında yeşeren bu oluşum varlığın estetik, etik ve ontik kavranışında bize ne söyler? Bu sayı tüm bu soruları kendine kaygı edinen çalışmalara açık olacaktır. Ve umulur ki bu çaba yeni bir 'aydınlanmanın' başlangıcına da ilk ve küçük bir adım olur.
Aylak Adam Romanı: Varoluşçu Bir Bakış
Humanitas uluslararası sosyal bilimler dergisi/humanitas international journal of social sciences, 2023
Varoluş özden önce gelir" sözüyle özetlenebilecek varoluşçuluk 19. yüzyılın sonlarında edebiyat, tiyatro ve psikoloji başta olmak üzere pek çok alana etki etmiştir. Bu çalışmanın amacı, Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam romanını varoluşçu felsefenin ve psikolojinin temel kavramlarını göz önünde bulundurarak incelemektir. Bu kapsamda öncelikle eserin yazarı olan Yusuf Atılgan hakkında kısa bir bilgilendirme yapılacaktır. İzleyen bölümlerde adı geçen eserde yaşanan olaylar ve ana karakter (C.) varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinin üzerine düşündükleri bazı kavramlar çerçevesinde yorumlanacaktır. Bu çalışma, soyut bir kavram olan varoluşçuluğun ve onun ortaya attığı meselelerin Türkçe kaleme alınmış Aylak Adam romanında nasıl kurgulandığını ve şekillendiğini göstermenin bir aracı olmayı hedeflemektedir.
Sepetçioğlu’nun Kuruluşu Konu Alan Romanlarının İlk Beşinde Manevî Ocaklar
Erdem
Türk romanının birçok örneğinde Anadolu'nun fethi, Osmanlı'nın kuruluşu ve teşkilâtlanması değişik bakış açılarıyla ele alınmıştır. M. N. Sepetçioğlu'nun "Dünkü Türkiye Serisi" isimli 13 cilttik roman dizisi, bu eserler arasında çok ayrıcalıklı bir yer işgal etmektedir. Bu romanların en belirgin özelliği Türklerin Anadolu'ya yerleşmesi hadisesini belli, bilinen, tarihî verilere dayandırmasıdır. Bilindiği ve Fuad Köprülü ile Ömer Lütfi Barkan'ın ilmî yönden gösterdikleri gibi, Anadolu ve Balkanlarda kurulan ocakların kuruluşta, devlet oluşta çok önemli bir payı vardır. Bu çalışmada yazarın Anadolu'daki Türk tarihini konu alan romanlarında yani Kilit, Anahtar, Kapı, Konak ve Çatı'da bu teşekküllerin yer alışları söz konusu edilecektir. Zira söz konusu manevi ocaklar, buralara yerleşme gayreti içinde olan insanların yanında bulunmuşlar, onlara rehber olup pek çok konuda yardım etmişlerdir.
Şebnem İşigüzel'in Çöplük Romanında Yeraltı Edebiyatı'nın İzleri
Şebnem İşigüzel'in Çöplük Romanında Yeraltı Edebiyatı'nın İzleri, 2021
Ö Z 1980 sonrasında Türk edebiyatında da ilk örneklerini vermeye başlayan Yeraltı Edebiyatı, 2000'lerin sonunda önemli bir çıkış yakalamıştır. Türkiye'de daha çok Metin Kaçan'ın Ağır Roman adlı eseriyle başladığı kabul edilen Yeraltı Edebiyatı, pek çok okur tarafından da ilgiyle takip edilmiş ve bu durum Yeraltı Edebiyatı ürünlerinin sayısının artmasına neden olmuştur. Belirli yayınevlerinin önderliğinde Türkiye'de Yeraltı Edebiyatı, genelde kötücülü, alt-kültürü, tekinsizi görünür hale getirmiştir. Yeraltı Edebiyatı, bu sayılan unsurları edebî eserler üzerinden görünür hale getirirken dilsel şiddeti de benimsemekten kaçınmamıştır. Genel hatlarıyla bu unsurlar üzerinden şekillenen ve gelişen Yeraltı Edebiyatı, kendine özgü bir okur kitlesi de edinmiştir. İlk öykü kitabı Hanene Ay Doğacak'la başlayan Şebnem İşigüzel'in yazarlık serüveninin önemli bir kısmı Yeraltı Edebiyatı çerçevesi içerisinde değerlendirilebilir. Nitekim bu edebiyatın güçlü kadın yazarlarından biri olarak sayılan Şebnem İşigüzel'in 2004'te yayımlanan Çöplük isimli romanı içerik düzleminde ele alındığında Yeraltı Edebiyatı'nın hemen hemen bütün özelliklerini taşımaktadır. Çünkü bu roman, kötülüğü, şiddeti, toplum dışında kalmışları, çöplüğü, yeraltı inini, alt-kültürleri, yabancılaşmayı, sapkınlıkları, tekinsizliği ve karamsarlığı anlatarak Yeraltı Edebiyatı'nın dikkat çekici bir örneği olmayı başarmıştır. Bu saptamalardan hareketle bu çalışmada, Yeraltı Edebiyatı'nın Çöplük romanındaki izleri ve bu izlerin kadın üzerinde gösterimi ele alınmıştır. Buna dayanarak, alt-kültür ve kadın, kötülük ve kadın, yabancılaşma ve kadın başlıkları altında kadının yeraltındaki yeri de ortaya konulmuştur.
İSLÂM’IN İLK DÖNEMİNDE AİLENİN SOSYOLOJİK ANALİZİ
Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve Şanlıurfa İl Müftülüğü ile birlikte, son ikisi uluslararası nitelikte olmak üzere, 2005 yılından bu yana kesintisiz şekilde sürdürdüğümüz ve artık geleneksel hale gelen Mevlid-i Nebi Sempozyumu'muzu gerçekleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Bu sempozyumumuzla; Rehberimiz, Önderimiz, Rol Modelimiz, Efendimiz Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed'i (sav) biraz daha yakından tanımaya, anlamaya, hayatımıza yansıtmaya çalışacağız. Ebu Cehillerin, Ebu Leheblerin kıtalar dolaştığı şu günümüzde O'nun nur iklimine, huzur iklimine ne kadar da muhtacız değil mi? Tıpkı Cahiliyyedeki gibi; zulümden, adaletsizlikten, küfürden, merhametsizlikten bunalan dünyamız ve de günümüz insanı Efendimiz'i arıyor. Ve yolunu, kılavuzunu, pusulasını şaşırmış Ümmet Coğrafyası O'nun rehberliğine ne de çok muhtaç. Saadet asrından sonra, İslâm Medeniyetinin uzun parlak dönemlerinden sonra, ne yazık ki bir buldozer, İslâm Dünyasını ezip geçti adeta. Sanki bütün dikeyler yatay, bütün yataylar da dikey hale getirildi. Bütün değerlerimiz alt-üst oldu. Biz Müslümanlar modernitenin meydan okumasına karşı sağlam cevaplar veremedik, sağlam duruşlar gösteremedik. Maalesef, gelinen noktada İslâm âleminin hâl-i pürmelâlini hep birlikte izliyoruz. Oysa, İslâm sulh ve selametti, güvendi, tek hak dindi. Kur'an Hayat Kitabımız, Hz. Peygamber (sav) yegâne Rehberimiz idi. Ama bize bir şeyler oldu ve İslâm ile, Kur'an ile ve Hz. Peygamber ile aramıza mesafeler girdi, duvarlar örüldü. Koca bir Ümmet, "Vehn" hastalığına yakalandı, bir türlü ayağa kalkamadı. İslâm dünyası sudaki balık misali kendi değerlerinin kıymetini bilemedi ve çözümü yaban ellerde arar oldu. Dinimizden şüphemiz yok, Kur'an'ımızdan şüphemiz yok, Peygamberimizden şüphemiz yok çok şükür. Bizim bütün sorunlarımızın çözümü bu değerlerimizde. Yeter ki biz onlara dönelim. Onları hayatımıza hayat yapalım. Aramızdaki duvarları yıkalım.
İstanbul Medeniyet Üniversitesi, 2024
İnsanlık tarihinin ilk yazılı mitinde ve yazıya geçmeden önce de aynı mitin yüzyıllar boyunca anlatıla geldiği göz önünde bulundurulursa, ilk ve en büyük derdimizin ölüm olduğu apaçık bir şekilde ortadadır. Ölümdür bizi var eden. Gılgamış’ı da, Caligula’yı da biçimlendiren ve onları ölümsüz kılan. Bizlerin, ölümsüzlüğü ve imkansızlığı arama sürecimizin sonunda her zaman başarısız olduğumuz gerçekliği, bu başarısızlığın birçok imkansızlığı başarmamızı sağladığını ortaya çıkarmıştır. Gılgamış ölümsüzlüğü arama sürecinde ölümsüzlüğe kavuşamamıştır. Caligula Ay’ı ele geçirip ölümsüz olamamıştır. Fakat bu makale açıkça ortaya çıkarmıştır ki; Gılgamış da Caligula da şu kelimeler yazılırken halen yaşıyordur.