Turgut Uyar'ın "Kurtarmak Bütün Kaygıları" Adlı Şiirinde Politik Söylem: Düzenden Kaçış ve Direniş (original) (raw)

Sinemada tarihi olaylar, zorunlu göç, insan hakları ihlalleri, soykırım gibi netameli konuların nasıl hikayeleştirileceği, temsil edileceği her daim büyük bir tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmanın en önemli sebebi de bu olayların sinemada temsilinin yaratacağı etik ve ahlaki sorunlardır. Aynı zamanda bu konuların sinema perdesine taşınması, yaşanan olayların acısını hafifletebileceği, ucuzlatabileceği de tartışmanın bir diğer ucudur. Bununla beraber sinemanın gerçekliği yeniden kurgulayabilmesi ve sahip olduğu temsil gücüyle; hem geçmişle yüzleşme olanağının sağlanabileceği hem de geniş kitlelere politik bilinç aşılayabileceğine dair iyimser bir görüş de hakim. Türkiye sineması da geçtiğimiz son 20 yılda, daha önce hiç olmadığı kadar geçmişle ilgilenmeye başlamış, bastırılan tarihi geçmiş perdeye taşınmış ve farklı kültürel kimlikler gerçekçi bir şekilde temsil edilmiştir. Akademiysen Umut Tümay Arslan, bir süredir yukarıda bahsi geçen kavramlar üzerine çalışıyor. Kendisinin bu tartışmalara Yeşilçam filmleri üzerinden ufak da olsa kapı araladığı ve Yeşilçam üzerinden melankoli, kayıp ve yas kavramlarını tartıştığı Mazi Kabrinin Hortlakları isimli 2010 yılında Metis Yayınları'ndan yayımlanan bir kitabı da mevcut. Umut Tümay Arslan'la sinemanın politik imkânlarını, geçmişle yüzleşme meselesini ve Türkiye sinemasında "bastırılanın geri dönüşünün" izleri üzerine konuştuk. Türkiye sinemasının (özellikle de bağımsız sinemanın) geçtiğimiz son on yılda üzerine en çok eğildiği temalar geçmişle yüzleşme ve 'bastırılanın geri dönüşü' olsa gerek. Türkiye'nin yakın-uzak tarihinde yaşanmış travmatik olaylar, hak ihlalleri daha önce hiç olmadığı kadar sinema perdesine taşınmaya başlandı. Siz geçmişe yönelik bu sessizliğin bozulmasına neye bağlarsınız? 'Bastırılan geçmiş' sinema perdesine nasıl zuhur etti? Unutulmaya bırakılmış ya da inkar edilen felaketlerin ve şiddet biçimlerinin sinema perdesinde konuşulmaya ya da düşünülmeye başlaması, elbette son yirmi yılda bu meselelerin olgusal olarak, tanıklıklarla, tarihsel, hukuki ve politik boyutlarıyla, akademide ama aynı zamanda sivil toplum çalışmalarından televizyon dizilerine ve sosyal medyaya genişleyen bir kamusal alanda kendine ait bir yer bulmasıyla, bu meselelere dair yeni çerçeveler, yeni konuşma biçimleri ve elbette yeni sessizlikler üretilmesiyle doğrudan ilişkili. Sinema perdesine zuhur etme biçimi de buradaki konuşma çerçeveleriyle, görme, düşünme, dinleme biçimleriyle ilişki içinde ortaya çıktı. Aynı zamanda, edebiyat, sinema, güncel sanat, haber metinleri gibi farklı ifade rejimleri arasındaki ilişki ve geçişlilikle elbette. Ulusal kökenlere dair fantezi ve anlatıların, mitlerin yeniden inşaya açılması da buna dahil edilebilir,-Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü (Ezel Akay, 2006)'den neo-Kemalist bir Mustafa Kemal personası sunan Mustafa (Can Dündar, 2008)'ya ya da ulusun fertlerini ulusal şiddete muhtaç olduklarına bütünlüklü ulus hayaliyle inandıran, onların iradesini teslim alarak ve onlar adına öldürebilen, paternalizme hep payanda vuran eril anlatının toparlanamayışına, hatta enkazına seyircisini yaklaştıran Nefes: Vatan Sağolsun (Levent Semerci, 2009) gibi filmler de geçmişi yeniden, başka gözlerle görmeye başlamanın, düşünmenin bir parçası olarak ele alınabilir belki de. "İmajlar kendilerini görünür olanın apaçıklığına dayandırıyor" Türkiye sinemasında geçtiğimiz yıllarda geçmişle yüzleşme çabasında olan filmlere yöneltilen eleştirilerin başında, yaşananların adını koyamamak, sorunlu temsiller ve anakronik bir tarih anlatısı inşa etmeleri geliyor. Siz bu filmlerin geçmişle yüzleşme açısından bir kapı araladığını düşünüyor musunuz? Derrida, "Sinema hayaletlerin birbirleriyle yarışıdır"demişti. Bu anlamda Türkiye sinemasının imgeleri üzerinde gezinen hayaletler için ne demek istersiniz? İnkar edilen kolektif şiddet biçimlerinin ya da devlet şiddetinin sinema perdesinde nasıl görünür, işitilir ve duyumsanabilir kılındığına dair şüphesiz çok çeşitli formlardan söz edilebilir. Buna rağmen bir imajlar taksonomisi, sınıflandırması da yapılabilir bence. Genişçe bir grup film, yerleşik anlatı tür ve formlarının içine meselesini sığdırmayı tercih ediyor. İnkar edilmiş, toplumsal hafıza çerçevelerinin dışına itilmiş o olayın var olduğu hakkında, "İşte bu oldu" diyerek seyircinin bilgilenmesi isteniyor. Böyle olduğu