Behçet Hastalarında ve Sağlıklı Bireylerde Üroepitel Hücrelerinin Streptococcus pyogenes ve Escherichia coli'ye Karşı Bakterisidal Etkisinin Araştırılması (original) (raw)

Ufuk Üniversitesi Behçet Hastalığı Merkezinde Takip Edilen Behçet Hastalarının Epidemiyolojik Özellikleri

Turkiye Klinikleri Journal of Dermatology, 2015

Am ma aç ç: : Behçet hastalığı (BH), etiyolojisi tam olarak aydınlatılamayan, kronik, alevlenmeler ve remisyonlarla seyreden multisistemik inflamatuar bir hastalıktır. Bu çalışmada, kliniğimizde BH nedeni ile izlem altındaki hastalara ait klinik ve laboratuvar bulgularının tanımlanması ve değerlendirilmesi amaçlanmıştır. G Ge er re eç ç v ve e Y Yö ön nt te em ml le er r: : 2006-2014 yılları arasında Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Behçet Hastalığı Merkezine başvuran; hikâye, muayene bulguları ve yapılan tetkikleri sonucunda Uluslararası Behçet Hastalığı Çalışma Grubu'nun 1990 yılında belirlediği BH tanı kriterlerine göre BH tanısı almış 114 hastaya ait bilgiler geriye dönük olarak çalışmaya dâhil edilmiştir. B Bu ul lg gu ul la ar r: : Merkezimize başvuran 114 hastanın 66 (%58)'sı kadın, 48 (%42)'i erkekti. Hastaların yaş ortalaması 37,5±12,8 yıl idi. Tüm hastalarda oral aftlar izlenmiş olup, ortalama 11,1±8,8 yıldır devam etmekte idi. Aftların yerleşim yerlerine bakıldığında, sırasıyla en sık dil (n=103, %92), dudak (n=102, %91) ve yanak (n=97, %87) mukozasında yerleştiği saptandı. Cinsiyetler arasında genital ülser, eritema nodozum ve akneiform lezyonların görülme sıklığı açısından anlamlı fark saptanmadı. Bakılan paterji testinin 44 (%39) hastada pozitif olduğu; bunların 22 (%33)'sinin kadın, 22 (%46)'sinin erkek olduğu görüldü (p=0,32, ki-kare testi). Hastalarda görülen en sık klinik tip mukokutanöz tip BH (%98) idi. Bunu oküler (%40) ve artiküler (%22) tutulum izlemekte idi. Klinik tiplerle cinsiyet arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Hastaların tetkik sonuçları hastalık aktivitesine göre karşılaştırıldığında; CRP değerinin istatistiksel olarak anlamlı şekilde hastalığın aktif döneminde (ortanca=8,6 mg/L; 0,1-238), inaktif döneminden (ortanca=2,1 mg/L; 0,1-70,9) daha yüksek olduğu görüldü (p<0,01, Mann-Whitney U testi). S So on nu uç ç: : En sık görülen klinik tip mukokutanöz BH iken, cinsiyetler arasında tutulum açısından fark saptanmadı. CRP düzeyinin hastalığın aktif olduğu dönemlerde anlamlı şekilde yüksek olduğu saptandı. Sonuç olarak, ülkemizde sık görülen BH'nin multisistemik tutulum özelliği de dikkate alınarak takibi için, bu konuda deneyimli merkezlerin oluşturulmasının ve bu merkezlerin sonuçlarının derlenmesinin hastalığın özelliklerinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağını düşünmekteyiz. A An na ah h t ta ar r K Ke e l li i m me e l le er r: : Behçet sendromu; epidemiyoloji A AB BS ST TR RA AC CT T O Ob bj je ec ct ti iv ve e: : Behçet's disease (BD) with an unknown etiology, is a chronic, multisystemic inflammatory disease characterized by exacerbations and remissions. The aim of this study was to describe and asses clinical and laboratory findings of patients who were being followed in our center. M Ma at te er ri ia al l a an nd d M Me et th ho od ds s: : Results of 114 Behçet patients diagnosed according to International Behçet's Disease Study Group (1990) criterias, admitted to Ufuk University Behçet's Disease Centre between 2006-2014 were included. R Re es su ul lt ts s: : Of the 114 patients, 66 were female (58%), 48 (42%) were male. The mean age of patients was 37.5±12.8 years. All patients had oral ulcers with a mean duration of 11.1±8.8 years. Oral ulcers were located most frequently on tongue (n=103, 92%), mucous areas of lips (n=102, 91%) and cheeks (n=97, 87%). Between the sexes genital ulcers, erythema nodosum, and acneiform lesions showed no significant difference in terms of incidence. Pathergy test was positive in 44 (39%) patients, of these 22 (33%) were female and 22 (46%) were male (p=0.32, chi-square test). The most frequently seen clinical type was mucocutaneous BD (98%) which was followed by ocular (40%) and articular (22%) involvement. There was no significant correlation between clinical type of disease and gender. Comparing test results according to disease activity, CRP was found to be significantly higher in active phase (median=8,6 mg/L; 0.1-238) than inactive phase (median= 2.1 mg/L; 0.1-70.9) (p<0.01) Mann-Whitney U test. C Co on nc cl lu us si io on n: : Mucocutaneous BD was the most frequently seen clinical type, whereas there was no significant difference in terms of involvement and gender. CRP level was found to be significantly higher during active phase of disease. We believe that inducing specialized centers for the follow up of BD, which is frequent in our country, and collection of results there about would contribute to a better understanding of the nature of the disease, especially considering the multisystemic characteristic of it. K Ke ey y W Wo or rd ds s: : Behçet syndrome; epidemiology T Tu ur rk ki iy ye e K Kl li in ni ik kl le er ri i J J D De er rm ma at to ol l 2 20 01 15 5; ;2 25 5((3 3

Behçet Hastaliğinda Etyopatogenez

Sağlık bilimleri dergisi, 2007

Behçet hastalığı akut alevlenme ve dinlenme dönemleri ile seyreden kronik sistemik bir hastalıktır. İlk kez 1937 yılında Türk dermatolog Prof. Dr. Hulusi Behçet tarafından oral aft, genital ülser ve hipopiyonlu iridosiklitten oluşan üçlü semptom kompleksi olarak tanımlanmıştır. Günümüzde ise bu bulgular dışında, eklem ve damar bulgularının veya gastrointestinal sistem ve nörolojik sistem gibi diğer sistemlerle ilgili bulgularının olduğu bilinmektedir. Hastalık Akdeniz ülkeleri ve Japonya'da özellikle de tarihi İpek Yolu coğrafyasında yaşayanlarda daha sıktır. Hastalık genellikle 30 yaşlarında ortaya çıkmaktadır, bununla birlikte çocukluk çağında hatta yenidoğan döneminde bildirilen vakalar bulunmaktadır. Patogenezinde enfeksiyon ajanları, immün mekanizmadaki bozukluklar ve genetik faktörlerin etkili olabileceği savunulmuştur. Behçet hastalığında bilinmeyen bir mekanizma ile immün sistemde çeşitli değişiklikler olmakta ve damar endoteli ile etkileşim sonrası vaskülit tablosu ortaya çıkmaktadır. Hastalığın etkin teşhis tedavi ve takip yöntemleri sayesinde prognozu genellikle iyidir.

Pediyatrik Yafl Grubunda Üriner Sistem ‹nfeksiyonlar›na Sebep Olan Üropatojenlerin Da¤›l›m›n›n ve Antimikrobiyal Dirençlerinin Deerlendirilmesi

Üriner sistem infeksiyonlar› (ÜS‹) çocukluk yafl grubunda en s›k görülen bakteriyel infeksiyonlardan biridir. K›z çocuklarda görülme s›kl›¤› %3-5, erkek çocuklarda %1'dir. En s›k izole edilen etken k›z çocuklarda Escherichia coli iken bunu s›kl›kla Klebsiella spp. ve Proteus spp. takip etmektedir. 13 ay ve üzerindeki erkek çocuklarda ise Proteus spp.'nin de E. coli kadar s›k etken oldu¤u belirtilmektedir (1). Çocuklarda ÜS‹, böbrek yetmezli¤inin ve son dönem böbrek parenkim hastal›-¤›n›n oluflmas›nda önemli risk faktörlerinden biridir. Bu nedenle bu infeksiyonlar›n erken tan›s› ve uygun tedavisi çok

Behçet Hastalığında Pulmoner Fonksiyonların Değerlendirilmesi

Turkiye Klinikleri J …, 2007

Behçet hastalığında pulmoner tutulum; aort veya pulmoner arter anevrizması, pulmoner infarkt, trakeobronşial ülserasyonlar, hemoraji, plevral effüzyon, fokal veya diffüz pulmoner fibrozis gibi değişik klinik tablolar şeklinde görülebilmektedir. Nadiren pulmoner hastalık kliniği olmadan solunum fonksiyonlarında değişiklik olabilmektedir. Biz çalışmamızda daha önce pulmoner tutulum tanımlanmamış Behçet hastalarında solunum fonksiyon testleri ile pulmoner fonksiyonları, gerekli olgularda HRCT ile pulmoner parankimal tutulumu ve bunların hastalık aktivitesi ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntemler: 19-56 yaş arası toplam 42 (20 erkek, 22 kadın) Behçet hastası çalışmaya alındı. Olguların tümüne spirometre ile solunum fonksiyon testi (SFT); FVC, FEV1, FEF25-75, PEF ve karbonmonoksit difüzyon testi (DLCO) uygulandı. DLCO'da düşme saptanan 16 olguya yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografi (HRCT) taraması yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alındıklarında 29 hasta aktif, 13 hasta inaktif dönemdeydi. Olguların solunum fonksiyon testlerinde cinsiyet yönünden farklılık saptanmadı (P>0.05). Çalışmaya alınan 42 olgunun 27'sinde (%64.3) obstruktif solunum fonksiyon test sonuçları elde edilirken, 15 olgunun (%35.7) solunum fonksiyon testleri normaldi. Hastalığı aktif olan grupta obstrüktif solunum fonksiyon bozukluğu (21/29) inaktif olan gruptan (6/13) yüksek bulunurken, istatistiksel fark anlamlı değildi (P>0.05). Düşük DLCO oranı hastalığı aktif olan grupla (10/29) inaktif olan grup (6/13) arasında istatistiksel olarak farklılık göstermiyordu (P>0.05). DLCO değeri azalmış 16 olguya akciğer parankimini değerlendirmek için HRCT yapıldı, sadece 2 olguda, parankimal bandlar amfizematöz ve fibrotik değişiklikler saptandı. Sonuç: Behçet hastalarında hastalık aktivitesi ile obstrüktif solunum fonksiyon bozukluğu arasında istatistiksel olarak anlamlı olmasa da belirgin farklılık saptadık. Behçet hastalığındaki obstrüktif solunum bozukluğunun düşünüldüğünden çok daha fazla olabileceği ve bunun hastalığın aktivitesi ile ilişkili olabileceği düşüncesindeyiz.

YOĞURT PROTEİNLERİ ve BİYOAKTİF PEPTİDLERİ ve SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ

YOĞURT PROTEİNLERİ ve BİYOAKTİF PEPTİDLERİ ve SAĞLIK ÜZERİNE ETKİLERİ, 2019

Yoğurt yüksek besleyici özellikleri ile insan beslenmesi için önemli bir yere sahiptir. Ayrıca içerdiği proteinler ve bunların peptidleri ile sağlık üzerine olan etkisi daha da artmaktadır. Yoğurt proteinleri olan whey ve kazeinden türeyen biyoaktif peptidler çeşitli mekanizmalarla sağlık üzerinde çeşitli etkilere sahiptir. Bu derlemede bu etkiler incelenmiştir. Yogurt has an important place for human nutrition with its high nutritional properties. In addition, the effect on health is increasing with proteins and their peptides which contained in yogurt. Bioactive peptides derived from yoghurt proteins, whey and casein, have various effects on health through various mechanisms. In this review, these effects are examined.

Cumhuriyet Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi Hastalarının HBsAg ve Anti HCV Seropozitiflikleri

Viral Hepatit Dergisi, 2013

Ge liş ta ri hi/Re cei ved:19.07.2013 Ka bul ta ri hi/Ac cep ted: 08.10.2013 © Viral Hepatit Dergisi, Ga le nos Ya y› ne vi ta ra f›n dan ba s›l m›fl t›r. / Viral Hepatitis Journal, pub lis hed by Ga le nos Pub lis hing. ABS TRACT Objective: The aim of this study is to examine and determine the positive distributions of HBsAg and Anti-HCV test results of the patients who applied to Cumhuriyet University Training and Application Hospital Haemodialysis Unit. We evaluated these results in terms of the factors such as age, gender, settlement and sickness table to make a contribution to the literature. Materials and Methods: The HBsAg and Anti-HCV test results of 3023 patients applying to haemodialysis unit of our hospital between 01.01.2002 and 31.12.2011 were examined retrospectively by evaluating the test results of haemodialysis unit and clinical microbiology laboratory. Results: In our study, total 3023 patient applying to our unit, 1696 male (56%) and 1327 female (44%), were evaluated in terms of the HBsAg and Anti-HCV test results. Seropositivity was 3.5% for HBsAg and 5.1% for Anti-HCV. The proportion of subjects with both HBsAg and Anti-HCV was 0.2%. Anti-HCV positivity was frequently seen in the patients with chronic renal failure and HBsAg was frequently seen in the patients with acute renal failure. While anti-HCV positivity was seen more in in chronic renal failure patients, HBsAg positivity was more frequent in acute renal failure patients. Anti-HCV was frequently seen in the patients living in downtown and HBsAg was frequently seen in the patients living in uptown. In our study, no statistically significant difference was found among the distribution of HBsAg and Anti-HCV positivity by age groups; however, the frequency increased in 60-69 age range. Conclusion: We determined that HBsAg and Anti-HCV positivity obtained from the haemodialysis unit of our hospital were below the country average. We believe that lower HBsAg and Anti-HCV results could be achieved by controls of infection control commitees in haemodialysis centres. Also informing the medical staff, personnel, haemodialysis patients and their relatives about these topics with regular trainings and separating the staff who give care to the seropositive patients and equipment from the others and showing the necessary sensitivity in serologic follow-up and vaccination of the patients can decrease the rate.